Buda Kalesi’nde

Evliya Çelebi’nin o kadar tafsilatlı anlattığı, öve öve bitiremediği, kulelerindeki altın varaklı kubbelerden dolayı “Kızılelma Sarayı” dendiğini naklettiği Budin Kalesi artık yok!


Paylaşın:

 

Budapeşte’yi gezmeye Buda yakasından başlayacaksınız. Şehrin en tarihî yeri Buda Kalesi burada. Bu bölgede araç trafiği çok kısıtlı. Tur otobüsleri ve özel araçlar belli park yerlerinde yolcularını indiriyor, bindiriyor. Bütün saha yayaların! Taş döşeli tertemiz yollarda hiç bir trafik karmaşası, gürültüsü olmadan, tarihî atmosferin içinde yürümek çok keyifli. Ayrıca ziyaretçileri tarihî bölgede gezdiren üstü tenteli, küçük elektrikli arabalar da var.

Peşte yakasından bu tarafa en kolay ulaşım yolu 16 numaralı belediye otobüsü. On beş dakikada geliyor ve tam “Beç Kapusu”nun önünde duruyor.

Becsi Kapu…Viyana Kapısı. “Kapu” kelimesi bu imlâsıyla Macarcada yaşamakta. Kapının adı otobüs durağına da yazılmış.

Bec Kapusu

1686’da Budin elimizden çıkarken şehit düşen Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezarını arıyoruz. Beç Kapısı civarında olduğunu biliyorum. Navigasyonlarda görünüyor, fakat herhangi bir ok işareti, tabela yok. Biraz gayretten sonra buluyoruz. İşte ilerde sarıklı bir mezar taşı!

Son Budin Valisi Abdurrahman Abdi Paşa. İki yanı ağaçlıklı çok güzel bir yolun kıyısında, ıhlamur ağaçlarının altında tek başına yatıyor. Mezar taşının bir yüzü Türkçe yazılmış: 

145 yıllık Türk egemenliğinin son Buda valisi Abdurrahman Abdi Arnavut Paşa bu yerin yakınında 1686 yılının 2. günü öğleden sonra yaşamının 70. yılında maktul düştü. Kahraman düşmandı, rahat uyusun!

İki aylık bir muhasara olmuş o zaman. Kaynakların yazdığına göre hiç esir Türk askeri yok! Hepsi vuruşa vuruşa şehit düşüyor. Biri de Abdurrahman Abdi Paşa. Buda Kalesi’nde şimdi bizden kalan tek hatıra onun mezarı.

Bir de “kapu” kelimesi var tabiî! Bakalım başka tanıdık kelimeler karşıma çıkacak mı?

Bölgeye hâlâ Buda Kalesi diyorlar, ama kale vasfından ziyade, bir binalar külliyesi burası. Aslında Macaristan krallarının sarayı imiş. Buradaki ilk sarayın tarihi onüçüncü yüzyıla gidiyor. Şimdi o saray yok. Mevcut binalar en çok on sekizinci yüzyıldan kalma. Magyar Nemzeti Galleria kale külliyesinde en fazla yeri kaplayan heybetli bir bina. Macar Millî Galerisi. Galerinin içindeki eserler de muhteşem… Ayrıca Millî Kütüphane ve Tarih Müzesi de burada. Yalnız bu cesim binalar bölgesinde hummalı bir tadilat faaliyeti var. İskeleler kurulmuş, bazı yerler kapatılmış, dev boyutlu vinçler çalışıyor. Sanırım bu restorasyon birkaç yıl sürer.

Cumhurbaşkanının ikâmetgâhı Sandor Sarayı da burada. Diğer binalara kıyasla oldukça mütevazi. Önünde askerî bir nöbet değişimi töreni seyrettik. Bilmem ki sayın başkan içerde miydi, o da bizi mi seyrediyordu? 

Sandor Sarayı

Aziz Matthias Kilisesi bölgenin en dikkate değer yapılarından. Kilisenin ilk binası gotik üslupta on üçüncü yüzyılda yapılmış, daha sonra en büyük Macar krallarından kabul edilen Matthias Corvinus’un adı verilmiş. Sonra Osmanlı döneminde camii, ardından tekrar kilise, derken şimdi yükselen bina aslına uygun üslupla on dokuzuncu yüzyılın eseri. 

Aziz Matthias Kilisesi

Heykeller, heykelli havuzlar, havuzlu, heykelli bahçeler, çiçek tarhları, balkonlar, taraçalar, saltanatlı merdivenler, bitmek bilmeyen merdivenler, ağaçlar, ağaçlar… Bu tarihî atmosfer oteller, lokantalar, kahveler, hediyelik eşya dükkânları ile bugüne bağlanıyor… 1976’da komünist dönem devam ederken yapılmış Hilton, tarihî dokuya uymaya çalışmış görüntüsüne rağmen tenkitleri üzerine çekiyor. Küçük bir parkın gerisinde gözüme illüzisyonist Houdini’nin evi çarpıyor. Doğduğu ev.

Balıkçı Tabyası bu yakanın vazgeçilmez ziyaret yerlerinden. On dokuzuncu yüzyılın sonlarıyla yirminci yüzyılın ilk yıllarında inşasına başlanmış ve bitirilmiş. Tarihî bir işi, görevi yok. Şehrin manzara terası. Fotoğraf-vidyo çekmek isteyenler en çok burada. Yapılma gayesi de bu! Ziyaretçilere “tarihî bir hava” yaşatmak. Bunu da çok iyi başarmışlar. Animasyon çocuk filmlerinde seyrettiğimiz masal şatoları gibi… Yedi kulesi var. Yedi rakamı önemli. Macar tarihinde Urallardan kopup gelen yedi kabileyi temsil ediyor. Karpatlar havzasına gelen yedi kabile. Balıkçı Tabyası denmesinin sebebine gelince; Ortaçağlarda surların dibinde, nehir kıyısında bir balıkçı köyü olduğu,  hatta köy halkının yüzyıllar boyu kalenin savunmasında çok yararlıklar gösterdiği, ismin burdan geldiği söyleniyor. 

Balıkçı Tabyası'ndan bir burç

Balıkçı Tabyası’ndan bir burç

Kısacası… Evliya Çelebi’nin o kadar tafsilatlı anlattığı, öve öve bitiremediği, kulelerindeki altın varaklı kubbelerden dolayı “Kızılelma Sarayı” dendiğini naklettiği Budin Kalesi artık yok! Fakat Evliyamız buraları, bu iğne oyası gibi taş işlemelerini, bu temizliği, bu yeşilliği şimdi görse yine mübalağa ile övmekten geri durmazdı. 

Bu arada, Evliya Çelebi’nin söz etmediği bir şey buldum! Turul Kuşu!

Kalenin, meşhur Zincir Köprü’ye bakan burçlarından birinde Turul… Kanatlarını alabildiğine açmış, heybetli, biraz da korkunç, yırtıcı bir kuş. Türk ve Macar mitolojilerinin efsanevî kuşu. Koruyucu, kollayıcı, dirilişin müjdecisi… Macar halkının millî sembolü.  Hatta Macar destanları soylarının bu kuştan türediğini söyler. Attila’nın Avrupa Hun Devleti bayrağındaki kuş figürü de “Turul”dur.

Kapu’ya ilave bir kelime daha bulduk mu? Turul, veya Toğril, veya Toğrul…

Buda Kalesi ve Turul Kuşu Tuna’ya tepeden bakıyor. Tuna’ya, köprüye, köprülere ve karşı kıyılara, bütün şehre, bütün ovaya…

Kalenin ayağında küçük bir meydan ve iki arslan… İki arslan, Zincir Köprü’nün bekçisi. Zincir Köprü, Budapeşte’nin Tuna üzerindeki en eski köprüsü. Yani şehrin iki yakasını birbirine bağlayan ilk köprü. 1849 yılında açılmış. Ondan önce Buda ve Peşte arasındaki ulaşım pek de kolay değilmiş! Evliya Çelebi’nin bölgeye seyahati 1600’lü yılların ortalarındadır. Seyahatnâmesi’nde “garip ve acayip bir köprü”yü keyifle anlatır:

“…. Budin Kalesi’nin Ali Paşa Tabyası önünde Tuna Nehri üzerinde tam 70 adet tombaz gemiler üzerinde uzun direkler ile yapılmış uzun bir köprüdür. Bütün tombaz gemileri birbirlerine kalın zincirler ile bağlı ve ortasında 4 adet gemi açılıp kapanır başka bir köprüdür ki gelip giden gemilere açıp gemiler geçtiğine yine kapanır…… Yaz ve kış bu köprü durup köprübaşında bâc alınır. Eğer kış çok şiddetli olup Tuna nehri donarsa köprüye ihtiyaç kalmayıp Tuna Nehri 10 karış 15 karış buz tutup Tuna Nehri üstü yol olup nice kere yüzbin araba ve kızaklar Tuna Nehri üzerinde gidip gelmededir. O zaman bâc ü pazardan bir şey alınmaz ve köprüye de asla ihtiyaç olmaz. Üç-dört ay Tuna Nehri buz olup durur. O zaman köprü gemilerini bir tarafa çekerler. İlkbaharda yine kurarlar……”

Tuna buralarda 400-500 metre genişlikte imiş. Bütün yüzeyin buz tuttuğu vakitleri gözümde canlandırmaya çalışıyorum, bu sıcak günde.

Sonra Zincir Köprü’ye yürüdük. İki tarafta iki arslan… Arkamıza, kanatları bir uçtan öteki uca 13 metre açılmış Turul kuşunu alarak arslanların arasından yavaş yavaş köprüye girdik. “Yürüyebilir miyim acaba, bacağımda rahatsızlık var, zaten yorulduk. Canım topu topu 400-500 metre imiş…” diye düşünüp dururken… Ak tolgalı beylerbeyi “İlerle!” diye haykırdı.

Tuna’yı bir yakadan öbür yakaya yürüyerek geçtim!

 

 

Yazar

Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar