14.11.2025

Urmu Gölü felaketi: Ekolojik kıyımdan Türk Dünyasına stratejik tehdide

Urmu Gölü’nün kuruması basit bir çevresel sorun değildir. Bu, İran rejiminin bilinçli, sistematik su politikalarıyla yürüttüğü bir eko-stratejik operasyondur. Kuraklık ve baraj inşaatlarının yarattığı felaket, ekonomik çökertme ve Türk dünyasının coğrafi bütünlüğünü bozma girişimidir.


Urmu Gölü’nün kuruması basit bir çevresel sorun değildir. Bu, İran rejiminin bilinçli, sistematik su politikalarıyla yürüttüğü bir eko-stratejik operasyondur. Kuraklık ve baraj inşaatlarının yarattığı felaket, bölgedeki demografik mühendislik, ekonomik çökertme ve Türk dünyasının coğrafi bütünlüğünü parçalama amacını taşımaktadır. Tuz fırtınaları, bölgeyi büyük ölçüde sarmış, halkın sağlığını ve tarımsal hayatı felç etmiştir; bu süreçte Güney Azerbaycan Türkleri ciddi şekilde etkilendiği gibi, Türkiye ve Azerbaycan ile olan bağlantıları da zayıflatılmaktadır. PJAK terör örgütünün bölgedeki varlığı ve yerleşimi, İran rejiminin stratejik planının bir parçası olarak teyit edilmiş somut bir olgudur.

Urmu’nun anatomisi: Bilinçli bir eko-kıyım

Urmu Gölü, Güney Azerbaycan’ın kültürel ve ekonomik merkezlerinden biri olarak binlerce yıldır yaşam kaynağı olmuştur. Son 30 yılda gölün %99’dan fazlası kurumuş ve geriye sadece toksik tuz çölü kalmıştır. Bu süreç, küresel ısınmaya bağlanamayacak kadar yoğun ve planlıdır.

İran rejimi, göle dökülen nehirlerin üzerine 40’tan fazla baraj inşa etmiş, on binlerce kaçak kuyuyla yeraltı sularını sömürmüş ve tarımı planlı şekilde bozmuştur.

Kuraklık ve yanlış su yönetimi sonucu ortaya çıkan tuz fırtınaları, bölgede tarım arazilerini ve yerleşim alanlarını büyük ölçüde etkilemiş, halkın yaşamını tehdit etmiştir. Bu fırtınalar, çevresel felaketin ötesinde, sosyal ve ekonomik bir kriz yaratmıştır.

Bu veriler, Urmu’nun yok oluşunun insan eliyle tasarlanmış bir felaket olduğunu açıkça göstermektedir.

Demografik mühendislik ve iç göç

Kuraklık ve tuz fırtınaları, halkı göç etmeye zorlamış, bölge nüfusunu radikal biçimde değiştirmiştir. Bu süreç, İran’ın Farslaştırma ve demografik mühendislik politikasının somut bir sonucudur:

Boşalan köyler ve kasabalar, iç göç veya planlı yerleştirme politikaları ile rejimin tercih ettiği gruplar tarafından doldurulabilir.

Tarımın çöküşü ve tuz fırtınalarının yol açtığı ekonomik kayıp, Güney Azerbaycan Türklerini siyasi ve ekonomik olarak marjinalize etmekte, merkezî yönetime bağımlı kılmaktadır.

Bu, sadece yerel halkı değil, Türkiye ve Azerbaycan ile olan kültürel ve stratejik bağları da hedef alan bilinçli bir eylemdir.

Jeopolitik tehdit ve terör koridoru

Urmu Havzası’nda oluşan çoraklaşmış arazi, PKK’nın İran kolu PJAK’ın yerleşimi için ideal bir ortam sunmaktadır. Bu durum, İran rejiminin kontrol ve güvenlik stratejisinin bir parçasıdır ve bölgedeki istikrarsızlığı derinleştirmektedir:

PJAK’ın bu bölgede aktif olarak yerleştiği ve operasyon yürüttüğü, yerel kaynaklar ve istihbarat verileri ile doğrulanmıştır.

Rejim, Urmu çevresinde hem demografik kontrol hem de Türkiye ile Azerbaycan’a uzanan coğrafi ve kültürel koridoru zayıflatmak için bu yapıları kullanmaktadır.

Tuz fırtınaları ve çevresel felaket, aynı zamanda Türk-Azerbaycan kültürel ve ekonomik etkisini sınırlandırarak rejime stratejik avantaj sağlamaktadır.

Siyasi dinamikler ve rejimin stratejisi

Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın döneminde gölü kurtarma vaatleri, teknik engellerden değil, rejimin politik ve yapısal tercihleri nedeniyle gerçekleşmemiştir:

Çıkar ağları: Barajlar ve su projeleri, Devrim Muhafızları ve bağlı şirketler için büyük bir gelir kaynağıdır. Gölün kurtarılması, bu çıkar ağlarının gelirlerini keser.

Merkezi kontrol: İran’ın üniter yapısı ve Fars-Şii politikaları, Güney Azerbaycan’a kaynak aktarımını politik olarak engellemekte, Urmu’nun kuruması rejim açısından kabul edilebilir bir stratejik bedel olarak görülmektedir.

Stratejik öneriler ve Türk Dünyasının görevi

Urmu Gölü meselesi artık yalnızca bir çevre sorunu değil, Türk dünyasının güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdittir. Acil ve kararlı adımlar şarttır:

Uluslararası diplomasi: Türkiye ve Azerbaycan, BM, UNESCO, İİT ve Türk Devletleri Teşkilatı gibi platformlarda bu konuyu “ekolojik imha ve insanlığa karşı suç” olarak gündeme taşımalıdır.

Bilimsel iş birliği: Üniversiteler ve sivil toplum, veri paylaşımı ve somut eylem planları ile Urmu’nun kurtarılması için harekete geçmelidir.

Medya ve farkındalık: Türk medyası, felaketi sürekli gündemde tutmalı ve İran rejiminin stratejik oyununu açığa çıkarmalıdır.

Direniş sembolü: Urmu Gölü, Güney Azerbaycan Türklerinin kimlik ve özgürlük mücadelesinin merkezi sembolü olmalıdır.

Genel değerlendirme

Urmu Gölü’nün kuruması, sadece bir gölün değil, binlerce yıllık Türk yurdunun nefesinin yok edilmesidir. Tuz fırtınaları ve çevresel felaket, Türk dünyasına saplanmış stratejik bir hançer niteliğindedir. PJAK’ın bölgede yerleşimi ve İran rejiminin politikaları, bu tehdidi somutlaştırmaktadır. Bu tehlikeye karşı durmak, Ankara’dan Bakü’ye, Taşkent’e kadar tüm Türk dünyasının ortak sorumluluğudur. Artık zaman, eylem zamanıdır.

 

Yazar

Mesut Haray

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar