Yükleniyor...
Üniversitede Osmanlıca öğrenmeye büyük bir aşk ve şevkle başlamıştık. Hocalarımız İstanbul Üniveritesi Edebiyat Fakültesi’nin şimdi “efsane hocalar” denilen isimleri… Osmanlıca alfabede en çok belimizi büken imlâsı aynı, fakat okunuşu ve anlamı tamamen farklı kelimeler olurdu. Meselâ “gel” mi “gül” mü, “kel” mi? “Kök” mü “gök” mü? “Kül” mü “göl” mü? “Göz” mü “güz” mü? “Sarf” mı “sırf” mı? “Vilâyet” mi “velâyet” mi? Hepsi aynı yazılıyordu. Anlamı konudan, cümlenin gelişinden çıkarıyordunuz.
Çıkaramayabilirdiniz de! 1928 yılında Nâzım Hikmet’i tutuklayan savcı gibi.
Nâzım Hikmet, 1925 yılında İstiklâl Mahkemesi’nce gıyabında verilen 15 yıllık mahkûmiyet kararı 1926’da Türk Ceza Kanunu’nun kabulünden sonra kaldırılınca, SSCB’den kalkıp Hopa civarından memlekete gizlice girer. Köylülerin şüphesi üzerine yakalanır, Hopa’da tutuklanır. Bu mahkûmiyeti sadece bir kaç ay sürecektir, konumuz o değil. Sene 1928. Yaz ayları. Henüz harf devrimi yapılmamış. Vâlâ Nureddin, şairi İstanbul’a getirildiği, eli kelepçeli olarak tutulduğu nezarethânede ziyaret eder. “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” kitabında “konumuzla ilgili” tarafını şöyle anlatıyor:
Ünlü Yunan filozofuna dair “Heraklit’i Düşünürken” başlıklı bir şiiri varmış. “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” kitabına alınmıştır bu şiir. Cep defterindeymiş…. Üzerini arayıp yeni bir suç diye tesbit etmişler. O devirde Latin harfleri yok. “Heraklit’i Düşünürken” aynı zamanda “Her ekalliyeti düşünürken” diye okunabiliyor.
“Ya, demek sen ekalliyetleri fitillemeye geldin?”
“Efendim, Heraklit Yunan filozofu.”
“Üstelik Yunan ha!… Hesabını mahkemede verirsin.”
Şimdi okurken gülüyoruz ama böyle bir alfabe gerçeğimiz vardı. 1928’de Hopa’daki savcı bey Osmanlı aydını -veya rahmetli Cemil Meriç üstadı kızdırmayalım!- Osmanlı okuryazarı. Ama elindeki eski yazılı metni doğru okuyamıyor. Heraklit’i de ihtimal Millî Mücadele verdiğimiz Yunanistan’ın bir anarşisti sanıyor.
Türkçe’nin bünyesine Latin alfabesinin Arap alfabesinden (3 harf Farsça alfabedendir) çok daha uygun olduğunu dilciler kabul eder. (Bir kere Türkçe’de 8 ünlü harf vardır, Arapça’da sadece 4 ünlü vardır. Arapça’da kısa ünlüler yazılmaz, biz uzun kısa hepsini yazarız). Yirminci yüzyılın başına gelindiğinde bile Osmanlı ülkesinde okuma yazma oranının yüzde 10 civarında seyretmesinin sebeplerinden biri budur. Bir başka sebep Avrupa’da 1450 yılında ilk kitabı basan matbaanın İstanbul’a 279 sene sonra gelebilmesi, ilk kitabın 1729’da basılmasıdır. Neredeyse üç yüz sene kitaplar el yazması olarak çoğaltılmaya devam etmiş ve halka, Anadolu’ya, kasabalara, köylere ulaşması çok güç olmuştur, olamamıştır. Eğitim, okullaşma yaygınlaşamamıştır. Eğitim bahsinde gayri müslim tebaa ile Müslüman tebaa arasındaki, ikincilerin aleyhine olan fark da üzücüdür. Ve Osmanlı’nın son üçyüz senesi yavaş yavaş geriye gidiştir.
1869’da İstanbul’da, zamanın Hürriyet gazetesinde çıkan imzasız bir yazı vaziyetimizi özetler: “… Bizim çocuklar beş altı yaşında mahalle mektebine verilip, iki üç senede bir Hatm indirdikleri ve birkaç sene dahi Tecvid ile bu Hatm’ler tekrar olunduğu ve beş altı yıllar Sülüs ve Nesh karaladıkları halde, ellerine bir gazete verilse okuyamazlar. İki satır bir tezkire kaleme almak nerede… Yazılmış tezkireyi bile çıkaramazlar. Çocuklar da bir tarafa… Anları okutan hoca efendilerin içinde gazete ve tezkire okur ve bir kaç satır mektup ve tezkire yazabilir yüzdebeş nefer çıkmaz; halbuki Ermeni ve Rum ve Yahudi etfali, mahalle mektebine girdikten altı ay sonra kendi lisanınca gazete ve mektup okumaya ve bir sene sonra kendisi mektup yazmaya başlarlar. İkinci sene mukaddimât-ı hisabiyeden ve üçüncüde coğrafyadan elzem olan ufak tefek şeyleri öğrenirler. İmdi bizim çocukların fıtrat ve fetânetce bir eksiklikleri mi vardır ki, anlar gibi tahsil-i fevâid edemiyorlar? Hayır, çocuklarda hiçbir kabahat yoktur; yolsuzluk bi’l-cümle usül-i tahsilindir” (Arap harflerinin Islahı ve Değiştirilmesi Hakkında İlk Teşebbüsler ve Neticeleri, Fevziye Abdullah Tansel) (Tansel, bu imzasız mektubu Namık Kemal’in yazdığını tahmin eder.)
Sayın Mâhir Ünal diyor ki: “….. maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir…. Bugün konuştuğumuz Türkçe’nin düşünce üretebilmesi mümkün değildir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz, sadece ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz, konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz.”
Bu sert, ağır, adeta kin dolu sözleriyle sayın milletvekili Osmanlı ile Cumhuriyet arasında bölücülük yapmaktadır.
Tepkiler üzerine, sözlerini toparlama gayretleri… Ama o irticalî konuşma şuuraltının dışavurumu gibi duruyor. Sık sık ülkemizde bu “dışavurumlarla” karşılaşıyoruz.
Yukarıdaki gazete yazısını bir daha okuyunuz!
Sayın Mâhir Ünal, Cemil Meriçvârî bir şeyler söylemek istemişsiniz, anlaşılıyor. Ama Cemil Meriç o kitapları 60’lı, 70’li, 80’li yıllarda yazdı ve muhteşem bir Türkçesi vardır. Bugün o seviyeden geriye düştüysek, 1928’deki harf devrimini bir yana bırakıp şapkayı önümüze koyup düşünelim. Düşünce üretemiyorsak bunun sebebini harf devriminde aramayın. Cemil Meriç’in, Türkçesi kadar muhteşem bir düşünce dünyası vardır. Cumhuriyet düşünme setlerimizi yok etti ise o nasıl düşünce üretti? O ve akranı daha pek çok isim. Hatta derler ki, o birkaç neslin gördüğü lise tahsili şimdiki ünivesite ayarındaydı. Ne oldu peki onlara? Şimdilerde bir kısırlık varsa bunun sebebini 1928’deki harf devriminde aramayın.
Latin alfabesine geçiş de bir anda ortaya atılıp olup bitmiş bir iş değildir. Hani “bir gecede millet cahil bırakıldı….” denir durur ya. Arap harflerinin Türkçe’nin bünyesine uymadığı taa Tanzimat döneminde konuşulmaya başlanmıştır. Bahsi ortaya ilk atan 1862 yılında devlet ve fikir adamı Münif Paşa’dır. Ondokuzuncu asır Osmanlı aydınlarının bu konudaki tartışmalarına bir bakın. Zaten onların hemen hepsi Latin harflerini biliyordu, kullanıyordu. İlk ciddi değişikliği 1914’te Enver Paşa yapmıştır. Hatta Kâzım Karabekir Paşa bu projeyi ilk defa kendisinin geliştirip orduda uyguladığını, Enver Paşa’nın kendisinden aldığını hatıralarında etraflıca anlatır.
Gaye yazma kolaylığı sağlamaktı. Demek ki bir zorluk olduğu kabul ediliyordu. Fakat bu çalışmalar hep yarım kalmıştır. Nihayet 1928’de Atatürk’ün kesin kararı, sonucu getirmiştir. Bu karar da pek çok ön hazırlıktan, tartışmadan sonra gelmiştir. Cumhuriyet’in ilânıyla birlikte zaten ilk ve orta dereceli okulların açılmasına hız verilmişti. Harf devriminden sonra Millet Mektepleri açıldı. Şehirde, köyde, kasabada, hapishânede, asker ocağında, hatta seyyar… 16-45 yaş arası (yani ilkokul çağını geride bırakmış) vatandaşların devam etmesi şart koşuldu, 45 yaş üstü gönüllü dendi. Bu eğitim seferberliği ekonomik sebeplerle uzun yıllar devam edemedi ama, Millet Mektepleri’nin faaliyetleri sonucunda, 1935 nüfus sayımına göre okuma yazma oranı yüzde 20’ye dayanmıştır; bu oran, Cumhuriyet yönetiminin, Osmanlı Devleti’nden devraldığı okur-yazarlık oranından çok daha yüksektir. Cumhuriyet’in kabahati bu mudur?
Cumhuriyet devrinde dil konusunda bir hata varsa 1928’den önceki eserlerimizin en hızlı, en ilmî, en güvenilir şekilde yeni harflere aktarılması ve yayınlanması işindeki gevşekliktir, tembelliktir. Ve bir de Öztürkçe denilen akımdır. Latin harflerine geçiş ile sonraki Öztürkçe hareketini birbirinden ayrı değerlendirmek gerekir. Nitekim Latin harflerine 1928’de geçilmiş, Öztürkçecilik 1932’de başlamıştır ki dil devrimi denen odur. Atatürk kendisi başlattığı halde Öztürkçe hareketinin çıkmaza girdiğini, uydurma bir dile doğru yol aldığını görüp yine kendisi vazgeçmiştir. Fakat kendisinden sonra gelenler inatla devam ettirmeye çalışmışlardır. O inat da zamanla törpülenmiştir.
Sayın Mahir Ünal, bugün konuştuğumuz Türkçe’den şikâyetçi miyiz? Evet.
Fakat Meclis’teki arkadaşlarınızın hâlâ “laik” telâffuzunu yapamayıp “lâyık” demelerinin sebebi Latin harfleri ve dil devrimi değildir.
Ortalıkta dolaşan “Borsa İstanbul, Kanal İstanbul” gibi Türkçe dil kurallarına kesinlikle aykırı özenti isimlerin sebebi Latin harfleri ve dil devrimi değildir.
Sayın cumhurbaşkanımızın, bazı kısaltmalarda alfabemizi Türkçe seslendirmeyle değil, İngilizce’ye göre okuması, YPG’ye Vay Pi Ci…. PYD’ye Pi Vay Di… IMF’ye Ay Em Ef demesinin sebebi Latin harfleri ve dil devrimi değildir.
Spikerlerimizin evin alt katı “bodrum” ile Bodrum ilçesinin, Türk Silahlı Kuvvetleri anlamındaki “ordu” ile Ordu ilimizin, insan yavrusu “bebek” ile Bebek semtinin telâffuzlarını, yani özel ve cins isimlerdeki vurgu meselesini bilmemelerinin sebebi Latin harfleri ve dil devrimi değildir.
Televizyonlarda boy gösteren âkil adamların uzun a’dan, bir şapka işareti ile halledilebilecek uzun a’dan haberdar olmamalarının sebebi Latin harfleri ve dil devrimi değildir. Zât-ı âlinizin “alfabemizi” derken ikinci heceyi yanlış telâffuzla uzatmanızın sebebi Latin harfleri ve dil devrimi değildir, o a’da şapka yoktur.
Bütün bunların sebebi dil konusunda bilgisizlik, şuursuzluk, umursamazlık, özensizliktir. (Meselâ, Nihad Sâmi Banarlı’nın Türkçe’nin Sırları kitabının liselerde yardımcı ders kitabı olarak okutulmasını tavsiye ederim).
Dil ve düşünce dünyamızdaki bütün olumsuzlukları Cumhuriyet’e bağlamak kolaycılıktır, art niyettir, hazımsızlıktır, ayıptır.
1 Yorum