Irak’ın Geleceği Ortadoğu’nun Geleceğidir

21.03.2011   TASAM Başkanı Süleyman Şensoy Osmanlı devlet anlayışı; egemenliği altına aldığı bölgelerde yeni kimlikler inşa etmek yerine, var olan baskın unsurları devlete bağlayarak egemenliği sürdürme biçiminde kendini göstermiştir. Batılı ülkeler ise bilhassa 1. Dünya Savaşı’nın ardından bölgemizde etki alanı olarak paylaştıkları ülkelerin önemli bir kısmında, kimliksel açıdan sayıca daha az bulunan unsurları ön plana çıkararak […]


Paylaşın:

21.03.2011 
 
TASAM Başkanı Süleyman Şensoy

Osmanlı devlet anlayışı; egemenliği altına aldığı bölgelerde yeni kimlikler inşa etmek yerine, var olan baskın unsurları devlete bağlayarak egemenliği sürdürme biçiminde kendini göstermiştir. Batılı ülkeler ise bilhassa 1. Dünya Savaşı’nın ardından bölgemizde etki alanı olarak paylaştıkları ülkelerin önemli bir kısmında, kimliksel açıdan sayıca daha az bulunan unsurları ön plana çıkararak bu ülkeler üzerindeki kontrollerini perçinlemeye ve sürekli hale getirmeye çalışmışlardır.

Bunun en çarpıcı örnekleri arasında; büyük çoğunluğu Sünnilerden oluşan Suriye’de % 9’luk Nusayri azınlığın, büyük çoğunluğu Şiilerden ve diğer azınlıklardan oluşan Irak’ta ise Sünnilerin yönetim kademelerinde hâkim konuma getirilmesi yer alır. İngiltere ve Fransa böylelikle, meşruiyet temelleri son derece zayıf olduğundan ancak dış güçlerin yardımı ile varlıklarını sürdürülebilecek yönetimler oluşturmayı amaçlamışlardır.

Bu politikalar ilerleyen süreçte milliyetçi akımların gelişmesini teşvik etmiştir. 1950’li ve 1960’lı yıllarda, tüm Üçüncü Dünya ülkelerinde görüldüğü gibi, Arap dünyasında da milliyetçilik çok güçlü bir akım haline gelmiş ve Batılı güçlerin bu ülkelerdeki mevcudiyetini tehdit etmeye başlamıştır. 1952’de Mısır’da, 1958’de Irak’ta monarşilerin yerini milliyetçiler tarafından kurulan hükümetler almıştır.

Irak’ta kurulan milliyetçi hükümetler tarafından – sözde – laik milliyetçi bir Arap kimliği oluşturma politikaları nihayetinde Sünnileri ön plana çıkarma, Kürtler açısından Araplaştırma ve Sünnileştirme politikalarına dönüşmüş, Saddam döneminde artan baskılar Şii ve Kürt çevrelerin merkezden uzaklaşmalarına neden olmuştur.

ABD Saddam’ı devirerek önce uygun bir ortam ve izleyen süreçte Millî birliği zedelenmiş zayıf bir Irak oluşturmak amacıyla Saddam yönetimine küskün Şii ve Kürt çevrelerle iş birliğine gitmiş, Şiileri ve Kürtleri ön plana çıkarmak için bir takım politikalar izlemeye başlamıştır. Bu durum komşu ülkelerin tamamında tepkilere yol açmış ve Irak’ın komşuları bir şekilde er ya da geç ABD karşıtı yaklaşımlar ve uygulamalar geliştirmişlerdir.

Dolayısıyla ABD tarafından Irak’ta uygulanan kimlik politikaları, ilgili tüm taraflar için sakıncaları gittikçe artan bir duruma neden olmuştur.

Irak’ın ezici çoğunluğunu oluşturan Şiilerin İran ile yakın ilişkiler geliştirmesi ve istikrarsız bir Irak’ın ABD’nin İsrail politikaları nedeniyle zaten çok kötü durumda bulunan imajının yerle bir olmasına yol açması ABD politikaları açısından iki önemli nokta olmuştur. ABD artık Şiiler, Sünniler, Arap milliyetçisi kesimler ve Kürtler arasındaki gerginlikleri yatıştırmanın çarelerini araştırmaya başlamıştır.

Bölge’deki siyasi aktörlerin mevcut durumu ise şöyle özetlenebilir:

Şiiler Irak’ta uzun dönemlerden beri ilk kez iktidar olmanın gururla karışık şaşkınlığını yaşamaktadır. ABD’nin, diğer büyük güçlerin, komşu ülkelerin ve bazı örgütlerin ülkeye müdahaleleri Irak gibi bir ülkede iktidar olmanın ne kadar zor olduğunu ortaya çıkarmış, bu durum şaşkınlığı daha da derinleştirmiştir.

İran elbette bu kimlikleri kullanma noktasında en önemli ülkedir. Ancak İran tarafından Irak’ta Şii kimliğin kullanılması İran için çok ciddi sakıncaları da beraberinde getirmektedir. En önemlisi ise İran’da kimlikler üzerinden bir Fars – Arap ayrışmasının ve daha sonra çatışmasının ortaya çıkması ihtimalidir.

Irak’ta kimliklerin kaşınması, Abadan petrolleri civarında yoğunlaşan Arap nüfus ile Fars kökenliler arasında bir ayrışmayı körükleyebilir. Bu ayrımcı politikalar dış güçler tarafından Azerilere aktarılabilir. İran bu durumun farkındadır ve bu nedenle Irak’ın toprak bütünlüğünü en fazla savunan ülkelerdendir. Ayrıca, Irak’ın tümü üzerinde Şiiler üzerinden etkili olmak varken, bölünme sonrasında İran’a düşman ve bölgede istikrarsızlık yaratacak unsurların oluşmasını istememektedir.

ABD, Şiileri Saddam rejimini devirmek ve zayıf müdahale edilebilir bir Irak ortaya çıkarmak için kullanma yoluna gitmiştir. Oysa bugün artık eskisi kadar rahat kullanmamaktadır.

Türkiye uzun süre soğuk kalmış ve sadece Sünnilerle diyalog kurmuş olsa da, Irak’ı kimlik üzerinden ayrıştırarak bazıları kesimlerle ilişki geliştirip diğerlerini göz ardı etmenin zararlarını ilk fark eden ve ABD’ye bu konuda en net tavır geliştiren, Irak’ın bölünmesine ilk karşı çıkan ülke olmuştur.

Şii çoğunluk, Körfez ülkelerini ürkütmekte, uzak durmalarına neden olmaktadır. Oysa bu durum Irak’ın %50’den fazlasının Şii olduğu gerçeğini değiştirmez, eğer Körfez ülkeleri de Bölge’de istikrar istiyorlarsa kısa süre içinde ilişkilerini geliştireceklerdir.

Suudi Arabistan ve Kuveyt başta olmak üzere Körfez ülkeleri, Irak’ta Şii unsurların ön plana çıkarılmasından en fazla rahatsız olan ülkelerdir. Körfez ülkeleri Selefilerin Şiilere karşı aşırı tutumları, politika geliştirme konusunda ABD’ye bağımlıkları ve diğer eksiklikleri nedeniyle Iraklı Şiilerle diyalog geliştirme konusunda zorlanmaktadır. Irak’ın İran için kolay bir av haline dönüşmesinden de çekinmektedirler. Irak’ta Şiilerin güçlenmesi Körfez ülkelerinin Humeyni döneminden beri en fazla çekindikleri ülke konumundaki İran ile ilgili korkularını daha da derinleştirmektedir.
 
 

Yazar

Milli Düşünce Merkezi

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar