Yükleniyor...
Geçen yazıda belirttiğimiz gibi İstanbul Kanalının teknik yönlerini gerçek bilim adamı uzmanlara bırakıp, değerlendirmeyi tarihi boyutu içinde, izaha çalışacağız.
Dersaadet adı verilen İstanbul fetihten sonra; siyasi merkez Suriçi, kazalar; Galata, Üsküdar ve Eyüp (üç belde) şeklinde düzenlendi. Bu yapı 20.yüzyıl başlarına kadar varlığını korudu.
Osmanlı asırlarında ihanet eden üç Patrik’in (1638, 1657 ve 1921) idam edilmesi, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya’nın Ortodoksların hamisi olması, Rus ticaret gemilerine boğazlardan serbest geçiş hakkının tanınması; sonraki yıllarda hamilik hakkının (Berlin Konferansı) İngiltere, Fransa ve Almanya’ya da tanınması, arkasından Boğazlardan ticaret gemilerinin serbest geçişine savaş gemilerinin de ilave edilip Ruslar ve İngilizler arasında defalarca değişse de Sevr’e kadar devam etmesi çok önemlidir.
Sevr’de Boğazların denetimi uluslararası bir komisyona verildi, ama Millî Mücadele Sevr’in uygulanmasını engelledi, ama Boğazlara Lozan’da da tatmin edici bir çözüm bulunamadı.
Kısaca özetlenen bu olaylar, dünyada değişen dengelerin egemenliğimiz, Osmanlı Türk Devleti, İstanbul, Patrikhane ve Boğazlar açısından ne ifade ettiğini açıkça göstermektedir.
Büyük Atatürk’ün üstün gayretleriyle 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Türk egemenliğine dayalı bir statü kazanan Boğazlar, günümüze kadar sorunsuz bir şekilde barış ve güvenliğe hizmet etmektedir.
ABD, 1947’de Truman Doktrini ve 1948’de Marshall Planıyla, Sovyetleri ve komünizmi kuşatmak için bazı ülkeler mali yardım iddiasıyla Milli Şef İnönü ve CHP ile yakın ilişki kurdu. Lozan’ı çiğneyerek ABD vatandaşı Athenagoras’u 1948’de Patrik yaptı, Fener Rum Patrikhanesinin önünü açtı. Bu ilişki 1950’de DP ile devam etti. Bu sayede ABD, içişlerimize ve kültür kodlarımıza yön verecek konuma geldi. Başbakan Menderes’in, Yunan Dışişleri Bakanı Averof’a söylediği, “Çoğumuz için Patrikhane Megali İdea’nin yaşayan bir simgesi gibiydi. Ancak bu şimdi tarih oldu. Bütün dünyaya göstermek istiyorum ki, bir büyük Müslüman ülke olan Türkiye ne ölçüde uygar ve hoşgörülüdür. Biz bu Hıristiyan dini liderin durumunu kolaylaştırmak istiyoruz. Sur içinde ya da dışında görkemli bir Bizans manastırı bulup, Patrikhane’yi Vatikan gibi imtiyazlarla oraya yerleştirelim. Fener’de kalsın ama Fener, Ortodoksluğun Vatikan’ı” olsun şeklindeki sözleri ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Bartholomeos’la görüşmesinde,“Patrikhanenin, Ortodoks Vatikan’ına dönüşüyor izleniminin yaratıldığı” mesajını verme gereği duyması dikkat çekiciydi.
Patrikhane, Özal’ın Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemin özlemle anan Bartholomeos, Özal “Yaşamış olsaydı, bu kadar erken ve bu kadar ani yaşamını yitirmemiş olsaydı okulumuzu açacaktı.” demiştir.
Amerikalı uzmanlarca hazırlanan ve ABD Başkanı Clinton tarafından dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in önüne konduğu söylenen “Üç İstanbul Planı”‘na göre;
1) İstanbul’un Anadolu yakası bütünüyle yerleşim alanı olacak ve kentin nüfus ağırlığı buraya kaydırılacak.
2) Haliç’in doğusunda kalan Pera (Beyoğlu) bölgesi finans, ticaret, sanayi ve yerleşime ayrılacak.
3) Haliç’in batısında surlar içinde kalan en eski kesim ABD; AB, Dünya Bankası, Dünya Kiliseler Birliği ve UNESCO’nun maddi ve siyasi desteğiyle “dünya kültür” kentine dönüştürülecek. Bunun için surların içi kademeli olarak tamamen boşaltılacak ve “Bizans özelliği” öne çıkarılan bir açık hava müzesi olacak.
Bunun üzerine harekete geçen MGK uzmanlardan rapor istemiştir. Hıristiyanlık tarihi uzmanı, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Çelik, Hıristiyan kaynaklara dayanarak hazırladığı 40 sayfalık raporda, Fener Rum Patrikhanesinin ABD’nin yeni dünya düzenine ilişkin stratejisindeki kilit rolü vurgulamıştır.
Patrikhanenin, Menderes ve Özallı yıllara benzer üçüncü atağı AKP hükümeti ile birlikte yaşandı. Hem de Başbakan Erdoğan’ın ağzından. “Üç İstanbul Projesi”, Erdoğan’a özgü bir proje olarak sunuldu. Halbuki bu proje de Çiller dönemindeki planın devamı ve olgunlaştırılmış halinden başka bir şey değildi. Medyada “Üç İstanbul Projesi” başlığı ile verilen haberlerde, dikkat çeken hususun “İstanbul’u, “uygarlık, kültür, sanat etkinlikleri merkezi, turistik ticaret merkezi, müzeleri, tarihi dokusu, kongre imkanları ile Boğaziçi ve inanç merkezi olma özelliklerinin” üzerinde durulmasıdır. Tarihi Yarımada, Suriçi, Beyoğlu-Galata Port ve Kilyos-Kumburgaz şeklinde planlanan projelerle, Kilyos ve Kumburgaz bir turizm cennetine dönüştürülecek; ilk safhada Ayasofya, Sultanahmet gibi çok değerli eserlerin bulunduğu tarihi yarımada ele alınarak; tarihe sahip çıkılacaktır.
Son söz: ABD Başkanı Bili Clinton 1999’da TBMM’de yaptığı tarihi konuşmada, özetle; 20 yüzyılda yarım kalan hesapların 21. yüzyılda tamamlanacağı mesajını vermesi, Türkiye ile ABD’nin birlikte NATO’yu 21. yüzyılın taleplerine adapte ettiğini söylemiştir. Clinton’un, “İslam dünyasının bir başı yok. Hıristiyanlığın Papalık gibi bir kuruluşu var. İslâm dininin gerçek bir lideri olsa, onu Beyaz Saray’a çağırır diyalog başlatırdık” demesi ilginç değil mi?
Not: Bu bilgiler 2004’de yayımlanan “Yeni Roma İmparatorluğu” kitabımızdan alınmıştır.