“KAN” ve “DİL”

“Bal” ve “Kan…” Bu iki heceyle özetlemişti “Balkan faciamızı” bir kıymetli hocamız Bir yüzü “bal”, diğer yüzü kan. Bu masum milletinin kısmetine “kan” tarafı düştü tabi. “Ballı” kısmı başkalarına kaldı her zamanki gibi. Belasız bırakılmıyor bu millet görüldüğü gibi. Biri bulunup tebelleş ettiriliyor illa. “Kandil” belası şimdi de, otuz yıldan bu yana. Onun da tertibinde […]


Paylaşın:

“Bal” ve “Kan…”

Bu iki heceyle özetlemişti “Balkan faciamızı” bir kıymetli hocamız

Bir yüzü “bal”, diğer yüzü kan.

Bu masum milletinin kısmetine “kan” tarafı düştü tabi.

“Ballı” kısmı başkalarına kaldı her zamanki gibi.

Belasız bırakılmıyor bu millet görüldüğü gibi.

Biri bulunup tebelleş ettiriliyor illa.

“Kandil” belası şimdi de, otuz yıldan bu yana.

Onun da tertibinde iki hece var.

“Kan” ve “dil”

O ikisiyle özetlemek mümkün onu da.

“Kan” kusulan “kin” kusulan bir yüksek tepe orası

Oradan vurulmaya çalışılmakta bu millet bu kez.

“Kan” duruyor “dil” giriyor devreye,

Dil ki, kurşundan beter.

Bu kadar uzamışını da yeni görüyor bu millet.

Bir sahibinin sesi ki sorma…

Zehir kusulmakta her açıldığında o ağız.

Tehdit, tahkir, efelik,  o biçim.

Yapılan ne buna mukabil?

Dil dökmek, nasihat etmek, anlamayacaklarını bile bile.

Masum, barışçı sebepleri de var bunun için

“Analar ağlamasın- evlatlar ölmesin- kan dökülmesin”.

Dil dökmek, barış istemek gerekli,  önemli elbette.

“Dil ile düğümlenen diş ile çözülmez” demiş atalar.

“Kanı kanla yıkamazlar, kanı suyla yıkarlar”

Ama hangi dil…?

O dili Arif Nihat ASYA dillendirmiş yıllar önce “Kıbrıs Rubaileri”nde.

Biz arifliğine güveniyoruz üstadın.

Niye desin bilmese?

Onunla noktalayalım iyisi mi?

Söz üstüne söz olmaz artık.

“Ârif olana bir bu yeter” diyerek.

***

Onlar, “lütfen”den anlamaz, “ulan”dan anlar.

Onlar, çiçekten anlamaz, dikenden anlar.

Güvercinden, kelebekten değil; doğandan, kartaldan anlar.

Onlar kanattan anlamaz, gagadan, pençeden anlar.

Onlar kitap mantığından değil, Afyon-Kocatepe, Dumlupınar mantığından anlar.

Onlar şarkıdan anlamaz. Türküden, ağıttan anlamaz, belki marştan anlar.

Onlar yaydan anlamaz, oktan anlar.

Aylarca dil döküp durduk.

Onlar, dilden anlamaz, elden anlar.

Anlaşmak için el uzattık.

Bunu el açmak sandılar.

Düşünmedik ki, tokatla yumrukla beslenmeye alışmış olanlar, el işaretinden değil;

Tokattan, yumruktan anlar.

Onlar soğukkanlılıktan anlamaz, öfkeden anlar,

Onlar aydınlıktan anlamaz, ateşten anlar.

Onlar ipekten, kâğıttan değil, demirden, çelikten, kurşundan anlar.

Onlar yazışmadan çizişmeden, buluşmadan, görüşmeden anlamaz.

Dövüşmeden anlar…!

Velhasıl…. onlar,

Ön sözden  anlamaz..,!

SON  SÖZDEN  ANLAR…!

Yazar

Osman Erenalp

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar