Libya ve Kaddafi Sonrası Dönem, Asıl İş Şimdi Başlıyor

Libya ve Kaddafi Sonrası Dönem, Asıl İş Şimdi Başlıyor Türkiye için tabiatıyla en önemli olay Türk Silahlı Kuvvetlerinin onlarca şehidimizin ardından başlatmış olduğu sınır içi ve ötesi harekattır. Bunun yanında, Dünya medyasında en çok yankı bulan haber hiç şüphesiz Libya’da Kaddafi ve oğullarının ele geçirilmesi ve Kaddafi’nin ölümüdür. Bu Arap Baharı’nda ve özellikle Libya’da yeni […]


Paylaşın:
Libya ve Kaddafi Sonrası Dönem, Asıl İş Şimdi Başlıyor
Türkiye için tabiatıyla en önemli olay Türk Silahlı Kuvvetlerinin onlarca şehidimizin ardından başlatmış olduğu sınır içi ve ötesi harekattır. Bunun yanında, Dünya medyasında en çok yankı bulan haber hiç şüphesiz Libya’da Kaddafi ve oğullarının ele geçirilmesi ve Kaddafi’nin ölümüdür. Bu Arap Baharı’nda ve özellikle Libya’da yeni bir dönemin başlangıç sürecinin habercisi olarak görülmektedir.
Bilindiği gibi Libya’da ABD ve NATO’nun özellikle hava kuvveti desteği ile Kaddafi muhaliflerinin Şubat ayındaki ayaklanmalardan sonra yaklaşık 9 ay sonra 20 Ekim 2011 tarihinde Kaddafi’nin yakalanarak, öldürülmesiyle sonuçlanan Libya ayaklanması otokratik rejimlerin tam anlamıyla son bulduğunu noktalayan bir simge görünümündedir. Bunun arkasından muhtemelen sıra Suriye’de Beşer Esed’e gelecektir.
Kaddafi Bugünleri Görmüş
2008 Mart ayında Suriye’nin Başşehri Halep’te yapılan Arap Birliği toplantısında Muammer Kaddafi yapmış olduğu uzun ve katılanların gülümsemesine sebep olan konuşmasında bu günleri gördüğünü belirten vurgularıyla dikkatleri çekmiştir. Kaddafi; Irak’ta Saddam Hüseyin’in akıbetini gözler önüne sererek, “yabancı güçler Arap ülkesini işgal ederek, liderini yakalıyor ve idam ediyor, biz öyle durup bakıyor ve hadiseye gülüyoruz. Kısa bir süre sonra sıra size de gelecek” şeklinde uyarıda bulunmuştur. Salonda gülüşmeler ve hatta ev sahibi Beşer Esed başını sallarken “Hatta siz ABD’nin dostları, Hayır, biz ABD’nin dostları, ABD bir gün bizim asılmamızı da onaylayacaktır” demesi üzerine gülüşmeler artmıştır.
Bu gün bu liderlerin hiç birinin gülmeye halinin kalmadığını söylemek mümkündür. Tunus’la başlayan ve Mısır’la devam eden kadife devrimlerin, Libya’da ki ayaklanmalara karşısında Kaddafi ve oğullarının silahlı güç ile müdahale ederek, ülkeyi bir iç savaşa sürüklemesi ve neticede Kaddafi’nin sonunun Saddam’dan kötü bir örnek teşkil etmesiyle yeni bir kimlik kazanmıştır.
Libya Geçici Hükümeti’nin Kaddafi’nin öldüğünü resmen açıklaması üzerine AB’de NATO harekâtına katkıda bulunan üyeler “despotizm devrinin sonu olduğunu” açıklamışlardır. ABD Başkanı Barack Obama ise, “Libya halkı için uzun ve acılı bir dönemin kapandığını” ifade etmiştir. Kaddafi’nin yakalanarak, doğum yeri olan Sirte’nin de ele geçirilmesiyle birlikte devrimci muhalif güçlerin kesin zaferi sağlanmış olmaktadır.
Kaddafi’nin başlangıçta iktidarı ele geçirmesiyle birlikte ortaya koymuş olduğu politikaya baktığımızda, Libya halkının refahı için çaba harcadığını görmekteyiz. Libya petrolleri üzerinde büyük payı bulunan yabancı şirketleri zorlayarak, hisselerin büyük kısmını devralmış ve petrolü millileştirerek, gelirin büyük kısmının Libya’ya kalmasını sağlamıştır. Kaddafi diğer Arap ülkelerine de örnek olmuş ve bu ülkelerde yabancı firmalardan taviz vermelerini talep etmişlerdir. Bu liderlerden birisi de Irak sabık lideri Saddam Hüseyin’dir. Saddam 1970’lerin başında petrol fiyatları artarken, Irak petrollerini yabancı firmalardan onların arzuları hilafına devralmış ve millileştirmiş, bu suretle elde edilen gelirle kırsal alanda imar faaliyetlerine girişmiştir. Irak, zirai üretimin makinalaştırılması ve çiftçilere toprak dağıtımı gibi girişimlerle Irak Arap Dünyası’nın en zengin ülkesi konumuna gelmiştir. Bu arada son derece de baskıcı bir tavır almıştır.
Kaddafi’de aynı şekilde elde ettiği petrol gelirleriyle okullar, evler, hastaneler ve otoyollar inşa etmiştir. Ücretsiz elektrik kullanımı, eğitim, sağlık hizmeti kampanyalarını yürütmüş ve yeni modern bir endüstri kurma çabası içine girmiştir. Ayaklanmalardan önce orada büyük imar işleri alan Türk firmaları bu konuda en güzel örnektir.
Evlenen her çifte 50 bin dolar, doğan her çocuğa 5 bin dolar yardım fonu kurmuş, daha birçok Batı’da hayal bile edilemeyecek katkı ile halka yardımda bulunmaya çalışmıştır.
1992 yılında 45 Afrika ülkesi RASCOM’ (Bölgesel Afrika Uydu Haberleşme Örgütü-Regional African Satellite Communication Organization) kurmuşlardır. Daha evvel Afrika’dan dışarı veya içeri yapılan telefon haberleşmeleri Avrupa’dan kiralanan sisteme her yıl 500 milyon dolar ödenerek gerçekleştirilmekte ve Dünya’nın en maliyetli sistemine sahipti. Afrikalıların böyle bir sistem kurmak için mali gücü mevcut değildi ve hiçbir Batı bankası kredi vermemekteydi. RASCOM’un kurulmasıyla birlikte, Kaddafi 3000 milyon dolar katkıda bulunarak, uydu sisteminin bir defaya mahsus 400 milyon dolar maliyetle kurulmasını sağlamıştır. İlk Afrika uydusu 26 Aralık 2007’de yörüngesine oturtulmuştur. Bu suretle her yıl Batıya aktarılan 500 milyon dolarlık bir kaynak kesilmiştir. Buna paralel olarak Libya’nın dış Dünya’ya borcu olmadığı gibi, Batı bankalarında Kaddafi tarafından kontrol edilen 150 milyar dolar kadar para ile Libya Merkez Bankası’nda 144 Ton altın stoku mevcuttu. Bu Libya’nın ne kadar refah içinde olduğunu göstermesi açısından son derece önemli bir gösterge olarak durmaktadır. Kaddafi’nin Libya’sında BM istatistiklerine göre okuma yazma oranı % 86’dır. Mısır’da halkın % 40’ı günde 2.50 ABD doları ve daha az para ile yaşarken, Libya Fert Başına Milli Gelirde 2010 yılında 14 bin ABD doları ile petrol üreten ülkeler arasında en düşüğü olmasına rağmen, Cezayir, Mısır ve Tunus’tan yüksek durumdaydı. Diğer bir değişle Libya fakir değildir. 1969 yılında Libya’da yaşam süresi 51 iken bu gün 77’e yükselmiştir.
Ancak, Kaddafi bu başarılarına rağmen, belirli bir süre sonra Irak’ta olduğu gibi, petrol gelirlerinin bütün kontrolünü kendisi ve yakın çevresi üzerine alarak baskıcı, despotik bir rejim uygulamaya başlamıştır. Her türlü muhalefeti baskı, işkence ve muhtelif şekilde tasfiye ederek yok etme politikası izlemiştir. Ajanları Avrupa ülkelerinde muhaliflere suikastlar düzenlemiş, Güney Komşusu Chad’da kargaşa yaratmaya çalışmıştır. 1970 ve 1980’lerde İrlanda Cumhuriyeti Ordusu, Alman Kızıl Ordu, Ebu Nidal ve Çakal Karlos gibi terörist grup ve şahısları destekleyerek Batı’nın düşmanlığını kazanmıştır. Lockerbie hadisesi ise bunun tuzu biberi olmuştur.
Kaddafi başlangıçta ülkesinin refahı için çalışan bir lider iken, gittikçe megaloman, despotik bir yönetici durumuna dönüşmesi onu bu günkü sona doğru adım, adım yaklaştırmıştır. Muhtemelen 2008 Mart ayında yaptığı konuşma sırasında kendi despotik tavrının farkında değildi.
Bu kadar zenginliğe rağmen refahın halka yansıtılamaması sorunun temelinde yatan ana neden olarak görülmektedir. Ancak, Batı’nın müdahalesinde esas nedenler insan haklarının Kaddafi ve yakınları tarafından çiğnenmesi gibi görünen nedenlerin dışında esas olarak tamamen ekonomik ve kontrol kabul etmemesi veya Batının kontrol edemediği bir güç haline gelme kaygısından kaynaklanmakta olduğu belirtilebilir.
Öncelikle Libya’da rezervleri bulunan, uzay gemilerinde ve uçaklarda kullanılan yüksek nitelikli tatlı petrolün ABD ve Batı kontrolü dışında millileştirilmesi Batının Kaddafi’nin ipini çekmek için fırsat kollamasına en önemli etken olmuştur. Bunun dışında, inisiyatif kullanarak, Batı’nın üye olarak dâhil edilmediği Afrika Para Fonu gibi örgütlerin kurulması ve Kaddafi’nin Libya adına inisiyatif alması, RASCOM ile Batı’ya ciddi gelir kayıplarına yol açan girişimlere öncülük etmesi Batı da Kaddafi karşıtlığını arttırmıştır. Fransa ve İtalya’yı ziyareti sırasında Kaddafi’nin kurduğu görkemli çadırda dostluk mesajları veren Batılı liderler ilk fırsatta bunun hırsını almak için zaman ve mekân kolladıkları bu gün daha iyi anlaşılmaktadır. Sonuçta istedikleri ortamı sağlamış görülmektedirler.
Kaddafi Sonrası Dönem
Batı bundan sonra bu niyetini gerçekleştirmek için, doğal olarak belirli bir formasyon içinde yaklaşımda bulunacaktır. NATO Libya ile ilgili harekâta 31 Ekim 2011 itibarıyla son vereceğini açıklamıştır. Artık, Kaddafi dönemi kesin bir şekilde son bulmuştur. Bundan sonra ülkenin Batı normlarına göre yapılanmasını sağlayacak demokratik bir rejimin tesisi ve oturtulması aşamasına gelmiştir. Bir taraftan Batının kontrolü elinde tutacağı adına demokrasi ve insan haklarına saygılı denilen bir rejimin ve yönetimin oluşturulması için Libya’ya ABD ve diğer Avrupa ülkeleri tarafından müdahale edilirken ülkenin ilk defa karşılaşacağı kurumların tesisi gerçekleştirilecektir. Diğer taraftan petrol üretiminin ABD ve diğer Avrupa ülkeleri kontrolünde başlaması gerekmektedir. Buna ilave olarak, ülkede yıkılan bütün altyapı ve binaların imarı ve yeniden yapılanma faaliyetleri için Batı firmaları yarış içine girecektir.
Uydu telefonu ile yapmış olduğu son konuşmanın ardından yakalanarak 20 Ekim 2011 tarihinde, Kaddafi’nin son direniş noktası olan, doğum yeri Sirte’de yakalanarak, hunharca öldürülmesi ile Libya’da ki 41 yıllık otoriter rejimin sonu perçinlenmiştir. Muhtemelen yaptığı konuşma ABD veya NATO’nun Echelon Haberleşme İstihbarat Sistemi tarafından tespit edilmiştir. Geçici Başbakan Abdül Celil tarafından 23 Ekim 2011 Pazar günü Libya’nın Özgürlük Bayramı olarak ilan edilmiş ve 8 ay içinde seçimlere gidileceği açıklanmıştır.
Artık Libya için, yeni, uzun ve en meşakkatli bir dönem başlamıştır. Halen geçici yönetimin başında bulunanları çok ciddi iç ve dış sorunlar beklemektedir. Belli ki bu sorunların bir kısmı halledebileceklerinin çok, çok üstünde bir sıkıntı kaynağı olacaktır.
En başta kazanılan başarılar ne kadar büyük olursa olsun öncelikli hedef ülkede iç güvenliğin sağlanmasıdır. Bu bakımdan ayaklanmalara katılan bütün unsurların silahlarını bırakarak, görevi kurulacak iç güvenlik unsurlarına devretmesi elzemdir. Halen, karmaşık durumda olan silahlı yapılanmada özellikle aşiretlerin silah bırakmalarının yumuşak bir şekilde sağlanması, kurulacak yönetimde parsa kapma kaygısıyla aşiretlerin birbirleriyle çatışmasında önleyici rol oynayacaktır.
Milli Geçiş Komitesi ile Askeri Komite ve üst rütbeli komutanlar arasında anlaşmazlıklar olduğu kadar, bölgeler ve aşiretler arasında olan anlaşmazlıklar her an bir çatışmaya dönüşme eğilimi içindedir. Bölgesel olarak, yalnız Batı ile Doğu arasında sorunlar olmasının dışında Batı’da ki aşiretler arasında da sorunların olduğu ifade edilmektedir. Eylül ayı içinde Al- Zintan’da ki isyancılar ile Al-Rayyaniya halkı arasında silahlı bir çatışma ortaya çıkmıştır. Eğer muhtelif husumetlerden dolayı komşu vilayetler arasında bu şekilde çatışmalar başlarsa, kan davasına dönüşen bu gelişmenin son derece tehlikeli bir hal alacağı değerlendirilebilir. Bu nedenle, öncelikle ayaklanma dönemi bittiği ilan edilerek, aşiretlerin kendi bölgelerine silah bırakarak dönmeleri sağlanmak zorundadır.
Silahlı kuvvetlerin ve iç güvenlik güçlerinin yapılandırılması konusuna gelince; öncelikle muhtelif aşiretlere mensup isyancıların silah bırakması sağlandıktan sonra gerçekleşebilecektir. Bu konuda isyan sırasında başı çeken ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin askeri danışmanlarının bir uyum içinde danışmanlık yapma çabası içinde olabileceği düşünülebilir. Bununla beraber örgütlenmede ihtiyaç duyulan silah ve mühimmatın satılmasında bu ülkelerin kendi aralarında ve ilave olarak, Rusya ve Çin ile ciddi bir rekabet içinde olacakları belirtilebilir. Silah satışında ön alan ülkenin yeni yönetim üzerinde önemli bir koz sahibi olacağı gözlerden kaçmamalıdır. Bunun dışında silahlı kuvvetlerin yönetimi ele geçirmesini önleyici tedbirlerin alınması, 42 yıl önceki tecrübenin tekrar yaşanmasını engelleyecek anlamına gelebilecektir.
Yukarıda bahsedilen hususların yumuşak bir şekilde başarılması toprak bütünlüğü sağlanmış, birleşik bir Libya için de hayati önemi haizdir. Aksi takdirde Doğu ve Batı arasında ortaya çıkan iç savaş ülkenin bölünme nedeni olabilir.
Bu önemli iç sorunlardan başka, yabancıların müdahil olmasına gerek duyulan bir dizi yapılanma gerekmektedir.
Batı ülkelerinde örneği bulunan demokratik, çok partili sisteme geçilebilmesi için gerekli kurumların tesisi ve işlerlik kazandırılması yeni dönemin en önemli atılımı olacaktır. Bu her şeyden önce ayaklanmaların nihai hedefi ve olmaz ise olmazı olarak durmaktadır. Libya’nın bu konuda kurumsal olarak altyapısı olmadığı gibi, Batı eğitimi alan yetişkinler dışında tecrübeli devlet adamları da mevcut değildir. Bu bakımdan Tunus ve Mısır’dan oldukça zayıf durumdadır. Öncelikle Anayasa ve anayasal kurumların tesis ve idamesinde yabancı ülkelerin desteğine ihtiyaç duyulacağı bir gerçektir. Müteakiben partiler kanunu, seçim yasası, Bakanlıkların kurumsal olarak yapılandırılması, yasama, yürütme ve yargı erklerinin oluşturulması ve işler hale getirilmesi ciddi tecrübe birikimi gerektirmektedir. Libya’nın İslam baskısı altında olmadan bu kurumları yapılandırarak, demokratik bir yönetim şeklini yaratabilmesi için dış güçlerin danışmanlık ve yardımına ihtiyacı olacaktır.
Bu bakımdan Libyalıların ABD desteğini istediği açık bir şekilde ifade edilmektedir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ABD’nin Libya’nın ekonomik yaralarının sarılmasında ve güvenliğinin tesisinde her türlü yardımı yapacağını ifade etmiştir. Bunun yanı sıra Fransa’da parsadan pay kapmak için kimseyi dikkate almadan 3 Nisan 2011 tarihli mektupla Libya petrolünün % 35’ine sahip olma dayatmasını ileri sürmesi kamuoyunda şaşkınlık yaratmıştır. Buna paralel olarak Sarkozy bütün gücüyle Libya’da birinci aktör olmak için çaba sarf etmektedir.
BM’ni koruma yükümlülüğü kapsamı içinde bir ileri safha olan, insan haklarına saygılı demokratik bir rejimin kurulmasına yardım konusu bu dönemde gündeme gelecektir. Gerçekte de, Libya’ya müdahale eden gerek, NATO üyesi ve gerekse, diğer ülkelerin yeni yönetim üzerinde etkili olarak, ekonomik avantaj sağlamak için bu fırsatı heyecanla bekledikleri söylenebilir. Ancak, özellikle Rusya ve Çin’in meydanı boş bırakmamak için bu tür bir danışmanlık ve yardımın BM kontrolünde oluşturulacak bir komisyon vasıtasıyla yürütülmesi için girişimde bulunacağını düşünmek doğru bir yaklaşım olabilir. Aksi takdir de, Fransa’nın yaptığı gibi fütursuzca bütün kontrolü kendisi almak için yaptığı girişimlerin önüne geçilemeyeceği ve ülkeler arası gerginliklere yol açacağı ve en önemlisi Libya’nın yapılanma sürecini engelleyeceği görülebilir. Siyasi yapılanmada etken olan ülkenin oluşturduğu yumuşak güçle ekonomik yapılanmada da aslan payını alacağı aşikârdır.
Bir diğer unsur ise, petrol üretiminin yeniden başlatılmasıdır. Kesintiye uğramış olan petrol üretiminin bir an evvel başlatılması gerekmektedir. Bu suretle ülkenin ihtiyacı olan finansman sağlanabilsin ve yapılanma ile imar faaliyetlerine girişilebilsin. Varil başı yaklaşık 84 dolar ve günlük 12,6 milyon dolarlık gelir sağlayan petrol rezervlerin kontrolünü hangi firmanın ele geçireceği merak konusudur. İtalya’nın ENI, Fransa’nın Total, İngiltere’nin BP ve ABD şirketleri ile Rus, Çin ve Brezilya şirketleri bu konuda aktif rol almak için rekabet içindedirler. Nitekim Fransa’nın Libya petrollerini işletme hakkının % 35’ini almak için taahhüt aldığı basına yansıyan haberler arasındadır. Bingazi merkezli, Libya muhalifler petrol şirketi Arabian Gulf Oil Co. (AGOCO) konuşmacısı Abdel Celil Mayouf, bizim İtalya, Fransa ve İngiltere gibi Batı şirketleriyle bir problemimiz yok. Ancak, Rusya, Çin ve Brezilya ile siyasi ilişki içinde olmalıyız demiştir.
Batı bu suretle Kaddafi’nin millileştirerek, Batı şirketlerinin arzuları hilafına verdikleri tavizlerden kazandığı avantajları tersine çevirerek, kontrolü eline geçirme fırsatını yakalamış olacaktır. Bu suretle Irak’ta olduğu gibi, Libya’nın üretimden belirli bir pay alması karşılığında üretimin tamamen kendi ellerinde bulunması sağlanacaktır. Bu durumda Libya’nın bu pazarlıktan kesin bir şekilde zararlı çıkacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Bu arada Kaddafi’ye ait olduğu söylenen ancak, aslında Libya Merkez Bankasının malı molan 150 milyar dolarlık Batı bankalarındaki birikimin çözülerek Libya’ya aktarılması konusu oldukça mühimdir. Ayaklanma sırasında dondurulan bu para bir tarafta dururken, isyancılara yardım, Türkiye ve diğer bir kısım ülke tarafından yapılmıştır. Bu gün ABD’nin Libya’ya müdahalesinde yaklaşık bir milyar dolar harcanacağı değerlendirilmektedir. Bu kadar harcama ABD kamuoyunda fırtınalar yaratırken, ciddi mali kriz içinde bulunan Batı ekonomileri için Kaddafi’nin bankada bulunan parası son derece iştah kabartıcı bir pasta olarak durmaktadır. Sadece ABD’de Libya Merkez Bankası’na ait 30 milyar dolar Başkan Obama tarafından dondurulmuştur. NATO operasyonunun başlamasının ardından İngiliz bankalarında bulunan Libya’ya ait 20 milyar doları donduran ve bu sayede Libya pazarında ek bir yaptırım gücüne kavuşan İngiltere’nin, önümüzdeki dönemde Libya’da işbaşına gelen yeni yönetimle ilişkilerini arttırması ve özellikle petrol ve silah sektörlerinde daha fazla pay kapmak için yoğun bir lobi faaliyeti içine girmesi son derece normal bir yaklaşımdır.
ABD ve İngiltere gibi ülkelerde dondurulan bu paraların geri dönüşünün çok kısa bir sürede gerçekleşmesinin mümkün olamayacağı söylenebilir. Yoğun ekonomik kriz yaşayan bu ülkeler mevcut parayı muhtemelen kendi ekonomilerinin düzeltilmesi için kullanacaklar ve Libya’ya dönüşünü uzun vadeye yayacaklardır. Gerekçesi ise, siyasi ve ekonomik yapılanmanın ağır bir süreç içinde gerçekleşmesi olacaktır. Diğer taraftan, ülkenin imarı için verilen krediler ve silah satışlarına mahsup edilerek eritilmeye çalışılacaktır.
Bütün bu çabalardan sonra Libya bağımsız, demokratik, çok partili, insan haklarına saygılı bir hükümet sahibi olabilecektir. Bütün bu değişimle beraber her şeyiyle tamamen Batı’ya bağlı ve onun kontrolü altında olan bir ülke konumuna getirilecektir. Umarız bütün bunlardan sonra Libya halkı mesut ve Bahtiyar olur.

http://www.turksam.org/tr/a2509.html

Yazar

Milli Düşünce Merkezi

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar