Mesele ‘Türk Sorunu’ Değil ‘Mülkiyet Sorunu’dur

Son zamanlarda kullanılan kavramlardan biri de bu: “Türk sorunu” . Kürtlerin hakları verilebilirmiş ama ortada bir de Türk sorunu varmış; Türklerin de razı edilmesi, ikna edilmesi gerekirmiş. Adları durmadan değişen süreçlerle PKK’nın istediği haklar veriliyor; yine tatmin olmuyorlar ama onlar bir şekilde tatmin edilebilirmiş; asıl mesele Türkleri ikna etmekte imiş.  Efendiler, ortada Türk sorunu filan […]


Paylaşın:

Son zamanlarda kullanılan kavramlardan biri de bu: “Türk sorunu” . Kürtlerin hakları verilebilirmiş ama ortada bir de Türk sorunu varmış; Türklerin de razı edilmesi, ikna edilmesi gerekirmiş. Adları durmadan değişen süreçlerle PKK’nın istediği haklar veriliyor; yine tatmin olmuyorlar ama onlar bir şekilde tatmin edilebilirmiş; asıl mesele Türkleri ikna etmekte imiş. 


Efendiler, ortada Türk sorunu filan yok; açıkça bir mülkiyet sorunu vardır. Tapusu Türklere ait bir mülkün, bir toprağın gasp edilmesi, gasp edilmek istenmesi vardır. 

Durumu net olarak anlatabilmek için öncelikle bir mütearifeyi, bir aksiyomu ispat etmeye çalışmam gerekiyor. Mütearife aslında  “kendiliğinden apaçık olan, dolayısıyla ispatına gerek bulunmayan bilgi”  demektir. Mesela  “Tüm, parçadan büyüktür”  bilgisi bir mütearifedir; ayrıca ispatına gerek yoktur. Ancak Türkiye’de en açık bilgileri de ispat etmek zorunda kalıyoruz. 

İspat etmek zorunda kaldığım mütearife şudur:  “Türkiye toprakları 900 (yazıyla dokuz yüz) yıldan beri Türklere ait olan topraklardır. Bu topraklara sahip olan milletin adı Türk’tür.” 

Türkiye topraklarına sahip olan milletin adının Türk olduğu, yüzlerce kitapta, binlerce belgede, on binlerce defa zikredilmiştir. Şimdi sadece birkaç kitaptan örnek vereceğim.

Jean Thèvenot, 17. yüzyılda yaşamış bir gezgindir. Türkiye’yi de içine alan gezi kitabı  “Voyages de M. De Thèvenot en Europe, Asie et Afrique” adını taşır; 1665-1684 yıllarında Paris’te basılmıştır. Nuran Yıldız tarafından çevrilen (Tercüman 1001 Temel Eser) Thèvenot’ya ait şu cümlelere bakınız:
“8 Eylül’de Malta’da bulunduğumda, her yıl aynı günde Türklerin kale önündeki kuşatmayı kaldırmaları hatırasına yapılan eğlence ve merasimi gördüm.”  (s. 43). Kimmiş Malta kalesini kuşatanlar? Bizim aydınımız Osmanlı deyip durur. Thèvenot ne diyor: Türkler.

Bir cümle daha:  “Sahilde (Gelibolu sahilleri) içinde yedi eski kadırga görülen bir tersane bulunuyordu. Türkler bunları Kıbrıs adasını fethettikleri zaman Venediklilerden aldıklarını söylüyorlar.”  (s. 51). Kim fethetmiş Kıbrıs’ı? Bizim aydınımız Osmanlı der. Thèvenot ne diyor: Türkler. Kitabın daha birçok yerinde hep Türkler, Türkler, Türkler…

Bir de Baron de Tott’a bakalım. Osmanlı Türklerinde topçuluğun gelişmesinde ve Mühendishâne’nin kuruluşunda katkıları bulunan meşhur Baron. O da bir kitap yazmış ve 1784’te Amsterdam’da bastırmış: Mèmoires sur les Turcs et les Tartares (Türkler ve Tatarlara Dair Hatıralar). Reşat Uzmen’in çevirisinden (Tercüman 1001 Temel Eser) bir cümle:

“Ben de onunla birlikte İstanbul’a gidecek, Türklerin geleneklerini, devlet şekillerini, inceleyecek, dillerini öğrenecektim.”  (s.13). Demek ki 1750’lerde İstanbul’da kimler yaşıyormuş? Bizim aydınımıza sorarsanız Osmanlılar. Baron de Tott ne diyor: Türkler.  Baron de Tott da yüzlerce defa Türkler, Türkler diyor. 

Bu örneklere bakıp sadece yabancıların bize Türk dediği sanılmasın. Bakın 15. yüzyılın ortalarında kitabını yazmış bulunan Oruç Bey Yeniçeriliğin kuruluşunu anlatırken ne diyor:  “Vardılar, oğlan devşirdiler. Getirip Anadolu’da Türk kavmına üleştirdiler.”  (Atsız, Oruç Beğ Tarihi, s. 42). Demek ki 14. asırda Anadolu’da kim yaşıyormuş: Türk kavmi.

Bursalı Ahmed bin Mahmud 1560’larda Selçuknâme adlı bir eser yazıyor. Bakalım orada ne deniyor: “Bu sebepten bütün Türkler bir yere gelip Tuğrul Beğin etrafında toplandılar.”  (Erdoğan Merçil, Selçuk-nâme, İstanbul 1977, s. 8). Bunlar da Selçuklu Türkleri. 

Selçuklu Türkleri 1071’de itibaren Anadolu’ya giriyor ve önce Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’da Saltuklu, Mengüçekli, Sökmenli, Artuklu, İnaloğulları beğlikleri kuruluyor. 15. yüzyılda bütün Doğu ve Güney-Doğu Anadolu önce Karakoyunlu, sonra Akkoyunlu Türk devletleri idaresindedir. 16. yüzyıl başlarından itibaren de Osmanlı Türklerine geçiyor. Lozan Anlaşması ile de bu toprakların Türklere ait olduğu bir kere daha tescil ediliyor.

O hâlde mesele  “Türk sorunu”  değil, Türklere ait mülkün paylaştırılması ve bölünmesi sorunudur. Yani Türk’ün mülkü gasp edilmek istenmektedir. Şimdi hiç kimse kalkıp da bize  “bölünme talebi yok”  filan demesin. Bugüne kadar bizim yazdığımız, sizin  “olmaz” dediğiniz her şey gerçek oldu. Türklerin aklıyla daha fazla alay etmeyin ve mülkümüze de sahip çıkmaya kalkmayın.

Yazar

Ahmet Bican Ercilasun

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar