26.04.2025

Siz de mülkiyetsizleştirilenlerden misiniz?

Kasıtlı ve bilerek yaratılan yüksek enflasyona bağlı olarak ortaya çıkacak uzun vadeli sonuçlar, aslında böyle bir enflasyonun yaşanması sırasındaki sorunlara göre çok daha fazla dramatik yıkımlara yol açar. Tarihte, çok büyük ekonomik yıkımlar yaşanan ülkelerde -yüksek enflasyon bunlardan biridir- her şey olup bittikten sonra, meydana gelen yapısal değişimlerin başında mülkiyetin el değiştirmesi olayı gelmektedir.


Mülkiyet, Misalli Büyük Türkçe Sözlüğe göre, Arapça kökenli ‘mulk’ten gelmiş olup ‘mülk sahipliği ve ‘mülkiyet hakkı” anlamındadır. ‘Mülk’ kavramı, dar anlamda “dükkân, ev, arsa vb. taşınmaz mal’; geniş anlamda bir “devletin hüküm ve yönetimi altında bulunan toprakların tamamı ve ülke” anlamında kullanılmaktadır. Mülkiyet kavramı, insan zihninde kişilerin nesnel ve somut şeylere sahip olmalarından başlayarak, vatan ve devlet gibi soyut bir anlam dünyasına genişleyen bir çağrışım zenginliğine sahiptir.

Mülkiyet, hem ekonomik hem de sosyal olgu olarak gelir yaratan veya gelire çevrilebilir her varlığı kapsar. Bu anlamda, mülkiyet araçları; topraktır, binadır, otomobildir, nakit paradır, altındır, dövizdir, hisse senedidir, tahvildir, her türlü tarımsal ve endüstriyel varlıklardır, fabrikalardır, yollar ve köprülerdir, limanlardır, hava alanlarıdır, tersanelerdir, yani gelir getiren ve statü sağlayan her türlü ekonomik varlıklardır. Bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasında kişilerin mülkiyet araçları ne kadar etkili oluyorsa, özgür bir toplum ve bağımsız bir devlet olma bilincinde de mülkiyetin toplumsal tabana yayılma oranı o denli önemlidir.

Mülkiyet duygusunun kültürel boyutu

Batı toplumlarında kişiler, Rönesans, reformasyon, aydınlanma ve endüstrileşme süreciyle birlikte giderek yükselen “bireysellik” olgusu ile liberal kapitalist sistemin dayatması sonucunda, daha fazla “özel mülkiyete” sahip olmak konusunda şiddetli bir rekabete girişmişlerdir. Buna karşılık, Türklerin, tarihsel süreç içinde çoğunlukla kamusal mülkiyeti ön plana çıkaran kültür kodlarına sahip olmalarının, bireysel anlamda rekabet duygusunun sönük kalmasına ve maddi/somut varlıklara sahip olma konusunda oldukça kayıtsız kalmalarına yol açtığı düşünülebilir. Türklerin, tarihsel bir millÎ kültür kodu olarak vatanı “ana”, devleti “baba” gibi tasavvur etmeleri, zor zamanlarında “devlet babanın” kendilerine sosyal destek olacağına ilişkin algılarını ve beklentilerini oldukça güçlendirmiştir. Bu nedenle Türklerin, “özel mülk” edinme konusunda -belirli topluluklar dışında- fazla bir duyarlılığa ve isteğe ihtiyaç duymadıkları anlaşılmaktadır. Başka bir anlatımla, devlete karşı mesafeli olan bazı topluluklar, kendilerini çeşitli mülkiyet öğeleriyle zenginleştirme çabasına girişirken; devlete aşırı güvenen ve devleti “baba” bilen insanlar mülkiyet konusunda büyük ölçüde yoksul ve yoksun kalmışlardır.

Türk mülkiyet sistemi

Göktürk mülkiyet sistemi, toplumsal eşitliği sağlamak ve sınıfsız toplum yaratmak amacıyla kamu ve özel mülkiyet birlikteliğine dayandırılmıştır.  Toplumsal eşitliği bozmayacak ve başkasına muhtaç olmadan yaşamayı güvence altına alacak biçimde her ailenin belirli bir özel mülkiyet hakkı vardı. Buna karşılık, kimler sahiplense, onları toplumun çoğunluğuna göre, aşırı zengin yapacak olan mülkiyet araçları, sözgelimi büyük araziler, otlaklar ve hayvan sürüleri, kamuya yani topluma ait varlıklar olarak görülmüştür. Türkleri yönetme kutunu temsil eden Kağan, kağanlık süresi içinde bu malların en etkili ve verimli bir biçimde yönetilmesini sağlamak üzere, toplumsal yararlılıklarını ve üretim güçlerini kanıtlamış olan ailelere mülk kullanım hakkını geçici ve döngüsel olarak verirdi. Böylece, servet ve zenginliğin, kalıcı biçimde belirli bir sınıfın denetiminde olmasına ve toplumun aleyhine olacak biçimde kullanılmasına izin verilmezdi. İkta Sistemi denilen bu mülkiyet usulü, daha sonraki Selçuklu ve Osmanlı Türk Devletlerinde, yöneticilerde Türk Töresinin ve hâkimiyet bilincinin yüksek olduğu dönemlerde de başarılı bir tarzda kullanılmıştır.

Buna karşılık, “özel-kamu mülkiyeti dengesine” dayanan Türk Mülkiyet sistemi, Cumhuriyet öncesinin çoğu devşirme ve dönme olan yönetici kadroları tarafından, vakıf kurumlarının istismarı yoluyla yöneticilerin özel mülkiyetlerini genişletme lehine, ana ekseninden saptırılmıştır. Bu bağlamda, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on beş yılında uygulamaya çalıştığı ekonomik ve sosyal düzen, özel-kamu mülkiyet dengesini yeniden inşa etmek üzere karma ekonomi sistemi oluşturma çabalarıdır. Türk Milleti, bu kamucu mülkiyet anlayışı çerçevesinde devletine aşırı güvenmiş ve kamu mülkiyetindeki her varlıkta kendinin hakkının olduğu algısıyla olacak ki millî servet çatısı altında kendine ait özel mülkiyet edinme konusunda çok da istekli ve tutkulu davranmamıştır.

Atatürk sonrasında adım adım başlayan dönüştürme stratejisi kapsamında, özellikle 12 Eylül 1980 ekonomi politiği çerçevesinde, Türklerin saflığı üzerine yapılandırılmış siyasi popülizm sonucunda, özelleştirme adında kamu malları, önce “yerli ve millî” talancılara, sonradan da yabancılara yağmalatılmıştır. Liberal ve muhafazakâr kapitalist sistem sayesinde, kamu kaynaklarından yapılan yanlı gelir aktarımları sayesinde – dönüşümlü olarak- önceleri küçük bir seküler kesim; sonradan da Arap kültür kodlarına dayalı Müslümanlık anlayışını temsil eden muhafazakâr topluluklar, özel mülkiyet birikimlerini artırdılar. Türk mülkiyet sistemine aykırı olarak yapılan ideolojik ‘özelleştirme’ ve ‘yabancılaştırma’ programları sonucunda, toplumsal mülkiyette payı olan vatandaşların büyük bir kesimi, kamu mülklerindeki mülkiyet paylarından yoksun bırakılmış oldular.

Mülkiyetiniz kadar vatandaşsınızdır!

Mülkiyet, ekonomik ve mali bir güç sağlamanın yanında çok ciddi bir sosyal saygınlık ve psikolojik güç kaynağıdır. Ayrıca, mülkiyet, vatandaş ile vatan arasında en somut ve hukuki bağlantı sayılır.  Anayasal düzenlerde, herkesin eşit vatandaşlar oldukları belirtilse bile, fiilen vatandaşlığın eşitliği, büyük ölçüde mülkiyetin gücüyle orantılı olarak yaşanmaktadır. Mülkiyet ilişkileri (mülkiyet araçlarına kimlerin sahip olduğu) ile ülke vatandaşlığı arasındaki karşılıklı bağlantının en önemli kanıtı, herhangi bir ülke ile hiçbir bağı ve bağlantısı olmayan kişilerin, egemen yöneticilerin yönlendirmeleriyle o ülkeden belirli bir konut almalarıyla o ülkenin vatandaşı olmaları tarzındaki uygulamalardır.

Yüksek enflasyon ülkenin mülkiyet yapısını değiştirir

Mülkiyet ilişkilerinin mevcut yapısını öteki birçok etkenle birlikte- en fazla bozan ekonomik etkenin, ‘yüksek enflasyon’ olduğu tarihsel bir olgudur. Bu bağlamda, yüksek enflasyon, sadece basit bir ekonomi yönetimi beceriksizliği değil, aynı zamanda ülkede mülkiyetin el değiştirme operasyonu ile ilgili bir politika tercihidir. Ekonomik sistemi, uzun bir süre yüksek faizle işlemeye bağımlı hale getirip, sonradan politika faizini indirip yüksek enflasyonu tetiklemek, başlı başına bir ekonomi politikasıdır. Bir ekonomik mühendislik politikası olarak yüksek enflasyonda, özellikle sabit gelirliler ve orta sınıfı etkileyecek olan ve yasası olmayan fazladan vergi toplamayla birlikte mevcut mülkiyet de el değiştirir.  Böylece, toplumun en bilinçli ve dengeli kesimini oluşturan orta sınıf darmadağın edilir, insanlar ‘haysiyetli ve onurlu olmak ya da varlıklı ve refahlı olmak’ ikilemi ile karşı karşıya bırakılır. Ekonomide tetiklenen yüksek enflasyon sonucunda, toplumun çoğunluğu mülkiyet araçlarının önemli bir kısmını hayata yeniden tutunmak için hızla elden çıkarırken, ‘yerli ve yabancı’ mutlu bir azınlığın mülkiyetinde tanımsız artışlar meydana gelir.

Mülkiyeti kaybetmek vatanı kaybetmektir

Kasıtlı ve bilerek yaratılan yüksek enflasyona bağlı olarak ortaya çıkacak uzun vadeli sonuçlar, aslında böyle bir enflasyonun yaşanması sırasındaki sorunlara göre çok daha fazla dramatik yıkımlara yol açar. Tarihte, çok büyük ekonomik yıkımlar yaşanan ülkelerde -yüksek enflasyon bunlardan biridir- her şey olup bittikten sonra, meydana gelen yapısal değişimlerin başında mülkiyetin el değiştirmesi olayı gelmektedir. Ülkede mülkiyetin el değiştirmesi sürecinin en travmatik örneği ise Filistin’de yaşayan insanların, sonradan kendi vatanlarını kaybetmeleri olayıdır. Filistin örneğinde, devşirme yöneticilerin ve halkın, vatan topraklarının kolayca satışına göz yummalarında, Arap kültür kodunun soyut düşünceden uzak bir zihniyete sahip olmasının yanında, İngiliz-Yahudi medeniyetinin paraları karşısında, “yerli ve millî” paranın çok düşük bir değere sahip olmasının payı da olmuştur. Filistin yönetimi ve ahalisi, Arap kültüründeki ‘yapılan eylemlerin olası sonuçlarını pek düşünmeme’ biçimindeki alışkanlıkları nedeniyle kıymetli paralar karşılığında ülke topraklarının satışında bir sakınca görmemişlerdir.

Sınırlarımız ve mülkiyetimiz namustur

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyet’inde, her bireyin özel mülkiyet birikimine ek olarak, ülkenin kamu mülkiyetindeki ulusal payı ölçüsünde mal varlığının olduğu kabul edilirdi. Vergisini veren ve gerektiğinde can veren vatandaşlar, yağmacı bir anlayışla yapılan özelleştirmeler ve yabancılaştırmalar sonucunda, kamu mülkiyeti kapsamındaki ekonomik varlıklardan haksız ve yersiz bir biçimde yoksun kalmışlardır. Bu durum, aile ekonomisinde bıçkın evladın, ana-baba malını satıp kendi kişisel malı haline dönüştürme kurnazlığına benziyor. Ayrıca, ısrarla izlenen bu ekonomi politik, özellikle orta sınıf vatandaşların hayata tutunabilmeleri için taşınır ya da taşınmaz kendi mülkiyet araçlarını elden çıkarmak zorunda kalmaları ihtimalini de oldukça yükseltiyor.

Günümüzde, mülkiyet ilişkilerinde kamu mülkiyeti anlayışını önemseyen, önemli bir kısmı son derece düşük sosyal yardımlara alıştırılan ve sade bir yaşam sürmeye ikna edilmiş olan Türk Milleti, çoğunlukla mülkiyet ilişkileri bakımından çeşitli yoksunluklar içinde bulunmaktadır. Küresel güçler destekli kitlesel sığınmacılara karşı, sınır güvenliği kadar mülkiyet araçlarımızın sahiplenilmesi, etkili ve güçlü bir toplumsal varoluş için son derece stratejik bir konudur. Çünkü, ‘Mülk’ Vatandır!.. Vatan, satılamaz!…

Yazar

Feyzullah Eroğlu

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar