Yükleniyor...
Yönetim süreci, insanların tek başlarına ulaşma imkânı olmayan amaçlarını, başka insanların bedensel, zihinsel ve duygusal emekleri aracılığıyla gerçekleştirme etkinlikleridir.
Yönetim etkinliklerinin yürütülmekte olduğu örgütsel yapının, hiyerarşik ya da demokratik bir yönetim tarzından hangisine göre belirleneceği, işkolu özelliklerine ve çalışacak iş görenlerin vasıf düzeylerine bakılarak kararlaştırılır. Teoride ve uygulamada, katma değeri düşük ve basit iş bölümünün olduğu, nispeten vasıf düzeyi düşük kişilerin çalışacağı örgütlerde hiyerarşik yönetim tarzı; katma değeri yüksek olup nitelikli insan kaynağının çalışması gereken iş ortamlarında ise demokratik yönetim tarzı daha uygun görülmektedir. Bu bağlamda, vasıf düzeyi düşük kişilerin, mevcut algı düzeyleri ve yönetsel alışkanlıkları gereği, hiyerarşik ve katı bir yönetim uygulamasından rahatsız olmadıkları gibi, sorumluluk yüklenmekten kaçınma imkânı verdiği için bundan hoşlandıkları da gözlenmiştir. Oysa, vasıf düzeyi yüksek, rasyonel düşünce ve şahsiyet sahibi olan nitelikli insanlar, hiyerarşik ve otoriter yönetimden hoşlanmazlar. Çünkü, iyi yetişmiş ve nitelikli kişiler, uzmanı oldukları alanda görev yaparken, “emir almak yerine, eşit şartlarda “danışmayı” ve “katılmayı” daha çok önemserler.
Bilgi temelli üretim süreçlerinin ve teknolojilerin giderek önemi artmaktadır. Bu ilerlemelere ve gelişmelere bağlı olarak örgütlerde çalışan insan kaynağının vasıf düzeyinin de giderek yükselmesi, günümüzdeki yönetim etkinliklerine katılanların bilek güçlerinin yerine, zihinsel ve duygusal emeklerini daha işlevsel hale getirmiştir. Günümüzde, toplumların zihinsel ve duygusal yetenekleri yüksek olan nitelikli insan kaynağı, küresel ve milletler arası rekabetin en stratejik değeri sayılmaktadır. Ülkelerdeki siyasetçi sayısının çokluğu, ekonomik ve sosyal kaynakların paylaşım mücadelesini şiddetlendirirken; nitelikli insan kaynağı ülkenin üretim gücünü artırmaya, sorunların çözüm kapasitesini yükseltmeye ve toplumsal gelişmeyi sürdürmeye odaklanmaktadır.
Stratejik yönetim bakış açısıyla, bulundukları mevki ve makamlar itibarıyla üst düzey yöneticilerinin temel görevi, toplumun gündelik sorunlarıyla veya alt kademelerde çözümlenmesi gereken basit ve dar kapsamlı sorunlarla uğraşmaktan çok, doğrudan toplumun bütünü ve çevre sistemleriyle ilgili sorunların çözümüne odaklanmalarıdır. Bu durum, hiç kuşkusuz stratejik mevki ve makamlarda bulunan yöneticilerin, son derece iyi yetişmiş, bilgili, yüksek kültürlü ve duygusal zekâsı en azından vasatın üstünde olan kişiler olmasını gerektirmektedir. Doğu toplumlarında, kamu görevleri çoğunlukla bir “ganimet” gibi görülür. Lüks ve gösterişe dayalı devlet imkanlarının bolluğu, kendisine yasa dışı talimatlar verilse bile bunları yapmaya hazır kişiler için son derece çekici gelir. Üstelik, bu “zayıf” kişilikli kişilerin devletin gücüne sığınmak suretiyle “güçlü görünme” ihtiyaçları da oldukça yüksek olmaktadır.
Yöneticiler, yönetmek durumunda oldukları insanlardan nitelik olarak nispeten yetersiz olduklarında, diğer sıradan çalışanlardan alışkın oldukları “biat” ve “itaati”, mesleğinin uzmanı olan vasıflı insanlardan da aynı ayarda beklemektedir. Oysa, nitelikli ve uzman insanlar, sıradan çalışanlara göre, uzmanlıklarının ve görevlerinin gerektirdiğinin dışındaki kural ve prensiplere uymayı, kendi bireysel inisiyatif ve yaratıcılıklarının sınırlandırılması olarak görürler. Ayrıca, nitelikli insanlar, yöneticilerinden ve toplumdan hak ettikleri takdiri görmedikleri zaman, büyük bir içsel huzursuzluk duyar ve psikolojik olarak daha kırılgan olurlar. Nitelikli bireyler, vasatın altındaki yöneticilerin, bulundukları mevki ve makamın verdiği otoriteye dayanarak uzmanların görev yapma biçimini sınırlandırma etkilerini bertaraf etmek maksadıyla uzmanlıklarının verdiği güçle kendilerine özgü eleştirel bir dil geliştirirler. Tepe yöneticiler ise bu durumda olan vasıflı çalışan ve uzmanlar üzerinde, onların kendilerine karşı daha itaatkâr ve disiplinli olmalarını sağlamak amacıyla yeni baskıcı yöntemlere başvurur ve aşağılayıcı bir dil kullanırlar. Vasat özellikteki yöneticiler ile vasıflı yönetilen insan kaynağı arasındaki bu gerilim, çalışma barışını ve hizmet kalitesini de etkileyerek yönetim sisteminin işleyişi üzerinde ciddi sorunlara ve krizlere neden olabilir. Vasıf düzeyi düşük yöneticiler ile vasıf düzeyi yüksek yönetilenler arasında çıkacak olan gerilimler, bir yandan yönetim sisteminin hizmet kalitesinin ve sorun çözme kapasitesinin düşmesine neden olurken; öte yandan da yöneticinin dilinde ve davranışlarında şiddetli bir katılaşmaya yol açar.
Tepe yönetiminde yer alan kişi veya kişilerin zihinsel yetenek ve duygusal zekâları bulundukları yönetim konumunun gerektirdiği zekâ düzeyine nispeten daha vasat veya düşük ise bu yöneticilerin, büyük bir ihtimalle, yönetim konumlarının gerektirdiği sorun çözme kapasiteleri de düşük olacaktır. Bu durumda, yönetim paradoksu ortaya çıkar ve yönetim krizi kaçınılmazdır. Yönetim krizi başarıyla yönetilemediğinden, yönetici kendi varlığını ve otoritesini kabul ettirmek maksadıyla her yönetim düzleminde katılaşır. Bu anlamda, yöneticilerin, yerli-yersiz incitici bir dil kullanımı ve yönetim paydaşlarını paylamaları bir yönetim yetersizliği göstergesidir. Yönetim sisteminin var oluş nedeni sorun çözme başarısını göstermek iken; yetersiz yöneticilerin öncelikleri, çoğunlukla olur olmaz her fırsatta kendi otoritelerini hatırlatma çabaları olur. Buna karşılık, yöneticilerin kendi otoritelerini dayatmak maksadıyla yanaşık düzene sokmak istedikleri nitelikli insan kaynağı önceden tahmin edilemeyen birtakım tepkilere başvurabilir. Söz gelimi, alternatif bir çalışma alanı bulurlarsa oraya yönelirler; kısa vadede böyle bir imkân yoksa hızlı bir biçimde etkinlik ve verimliliklerini düşürmek suretiyle örtülü bir direnç geliştirirler. Yeni dünya düzeninde baş gösteren ülkeler arası nüfus hareketlerine bakıldığı zaman, kendi ülkelerindeki yöneticilerin incittiği ve itibarsızlaştırdığı zihinsel ve duygusal zekâsı yüksek olan meslek erbabının, nitelikli insanların değerlerinin takdir edildiği ülkelere doğru göç ettikleri görülür.
Yönetici davranışlarının katılaşmasına karşı alınabilecek en köklü çare, çözülemeyen sorunların esas yükünü taşıyan ve bedel ödeyen toplumun, yaşadıkları hayatın ancak kendi toplumsal bilinç ve tercihleriyle düzelebileceği konusunda ikna edilmesidir. Tepeden inmeci totaliter rejimler bile geniş halk kesimlerine rağmen uygulamalarına ısrar edemezken; seçilmiş otoriter ve antidemokratik yönetimler kendilerini halkın nabzını tutmak zorunda hissedeceklerdir. Bu sorunun nihai çözümü, toplumun büyük bir kısmının sesli bir biçimde nitelikli insan kaynağını, hakkaniyet ve toplumsal vicdan adına sahiplenmesidir.