Yükleniyor...
Bütün Türkçülerin ve ülkücülerin başı sağ olsun!
O, bir dönemi temsil ediyordu; onunla birlikte bir devir göçtü. Yeni dönemin temeli hiç şüphesiz, Alparslan Türkeş ve onun Sadi Somuncuoğlu gibi ülkücülerle başlattığı dönem olacaktır. Zamanın ve olayların gerektirdiği yeni çözümlerle Türk milliyetçiliği yoluna devam edecektir.
Sadi Somuncuoğlu Türk Ocağı’ndan yetişti. 1960’ın hemen öncesindeki o bereketli dönemden. Onlar, Osman Turan’ın yönettiği Türk Ocağı’nın gençleriydiler. Sadi Somuncuoğlu, Halil Özyıldız, İbrahim Metin. Türk Cihan Hâkimiyeti mefkûresini henüz kitap hâline gelmeden Osman Turan Hocanın tarihî Türk Ocağı binasındaki sohbetlerinde öğreniyorlardı. Galip Erdem ağabeyleriydi. Nejdet Sançar gibi, Zeki Sofuoğlu gibi 1944 Türkçülerinin seminerlerini dinliyorlardı. Yine 1944 Türkçülerinden muvazzaf bir subayın, Alparslan Türkeş’in de konferansını Türk Ocağı’nda dinlemişlerdi.
Günü geldi, zamanı geldi; Türkeş siyasete girdi. Sadi Somuncuoğlu ve arkadaşları yeni hareketin içindeydiler. Sadi Bey partinin gençlik kolları başkanı oldu ve Ülkü Ocaklarını kurdu. Sadi Somuncuoğlu ülkücülerin sadece ağabeyi değil teşkilatın doğrudan kurucusudur.
Ülkü Ocakları çığ gibi büyüdü, bütün Anadolu’ya yayıldı. Eğitim ve haberleşme için artık Ankara’daki birkaç bina yeterli değildi. Haberleşmeyi ve eğitimi yayın organlarıyla ülke sathına yaymak gerekiyordu. KÜBİTEM kuruldu; Sadi Somuncuoğlu, İbrahim Metin, Halil Özyıldız, Emine Işınsu, İskender Öksüz ön ayak oldular; Töre-Devlet dönemi başladı.
Yukarıda, en başta Alparslan Türkeş vardı. Sonra onun en yakın ülküdaşları. Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ, Kâmil Turan, Rıfat Baykal, Oluş Arık. Genç akademisyenler de vardı: Reşat Genç, Kâzım Yaşar Kopraman, Ferhan Özmen. Dündar Taşer, KÜBİTEM’in aklı idi, erkenden uçmağa vardı. Galip Erdem bir başka akıldı, ölünceye dek akıl dağıtmaya devam etti.
Devlet gazetesi milliyetçi ülkücü haberleşmeyi sağlıyordu; ülkenin dört bir yanından katılan yazarlarla besleniyordu. Töre bir akademi idi; Orhan Türkdoğan, Mustafa Kafalı, Mehmet Eröz, Necmettin Hacıeminoğlu, Erol Güngör, İskender Öksüz akademi üyeleri idiler. Sadi Bey akademi yetmez; Töre Devlet’in yanına bir de gençlere hitap edecek dergi lazım, dedi; Bozkurt dergisini kurdu. 1970’lerin havası bu yayınlardadır.
Sadi Somuncuoğlu artık MHP Genel İdare Kurulunda idi. Parti hızla büyüyor, hızla gelişiyordu. Gün Sazak vardı, Cengiz Gökçek vardı, Agâh Oktay Güner vardı, Necati Gültekin vardı, Tahsin Ünal vardı, Mehmet Doğan vardı, Mehmet Irmak vardı, Namık Kemal Zeybek vardı, Nevzat Kösoğlu vardı, Yaşar Okuyan vardı; saymakla tükenesi değil, nice erler, nice yiğitler vardı.
O uğursuz 12 Eylül darbesi bütün bu yiğitleri ve daha nicelerini zindanlara attı, işkencelere uğrattı. Mamak’taki o vakur direnişi bugün gibi hatırlıyorum. Nasıl da dik duruyordu Sadi Bey, nasıl da kendinden emindi Nevzat Bey. Türkeş’in mahkeme salonuna girişi ve göğe fırlayacakmış gibi ayağa duran ülkü devlerinin arşa yükselen sesi. O gün söylenen İstiklal Marşı belki de Hamdullah Suphi’nin okuyuşundan sonraki en anlamlı İstiklal Marşı idi.
Sadi Bey sarsılmadı, durmadı, kaldığı yerden yoluna, ülküsüne devam etti. Türk milliyetçileri bir cumhurbaşkanı çıkaramaz mıydı? Böyle bir soruya bile gerek yoktu; milliyetçiler için, ülkücüler için böyle bir zül kaldırılamazdı; birilerinin tuhaf kararlarını dinlemedi ve o vakur duruşuyla “Ben adayım.” dedi.
Saçılıp savrulmalara aldırmadı; Türkçülük yolunda, ülkücülük yolunda boş durmak olmaz, dedi; Millî Düşünce Merkezi’ni kurdu. Tecrübelerini üst üste koydu; yıllarca çalıştı, didindi; Millî Düşünce Merkezi’nde yeni bir enerji yarattı.
Sadi Somuncuoğlu azim demektir; yılmamak, yorulmamak demektir; akıl demektir, tecrübe demektir; Sadi Somuncuoğlu ülkü demektir, ülkücülük demektir.