Yükleniyor...
İnsanlar her yeni yıla büyük umutlar ile girerler. Çünkü umut etmek insanı hayatta tutan, yaşamak için ona bir amaç veren can suyudur. Zaman zaman hayata yenilmiş, çaresizliği yaşamış ve artık tükenmiş olan insanlar tutunmak için hep bir umuda sarılmışlardır. Çünkü karanlığı aydınlatacak güneşe ihtiyacımız ne kadar çok ise, umuda olan ihtiyacımız daha fazladır. Umudun insanı hayatta tutan bu yönü, yeni başlangıçları hep önemli hâle getirmiştir. “Yılbaşı” işte bu yüzden yeni umutlar, yeni başlangıçlar anlamı taşımış, hayatın bir damarı olmuştur.
Umudun, insanların hayat damarlarından biri olduğunu söyledik. Peki, bu umudu besleyen şeyler neler? Arzulamak, hayatta kalma dürtüsü, sevgi ve hayâl gücü… Hayâl gücü bence diğerlerine nazaran bir adım daha öne çıkıyor. Çünkü insan önce hayâl eder sonra umut. Pekâlâ, madem hayâl bizim için bu kadar önemli, öyleyse bu hayalleri ne ile besleyeceğiz? Bu soruya verilebilecek birçok cevap var. Ancak benim cevabım çok net: Sanat.
Sanat, insanın hayâl âleminin yansıması veya doğanın hayâlde buluşmasıdır. O felsefi tartışmaya girip kapsamı genişletip konudan sapmadan şunu söyleyebilirim ki ikisi de birbirini besliyor. Böylece ortaya çıkan, bizi farklı diyarlara sürükleyen eserleri hayranlık ile izleyebiliyoruz. Mimarî eserler, heykeller, tablolar, müzik, kitap, şiir, folklor, tiyatro ve tabiî ki yazımızın esas konusu sinema…
Sinema, sanat dalları arasında ulaşılabilirliği ve hayâl dünyasını hem doğrudan hem de dolaylı yoldan etkileyerek insanı bilmediği âlemlerde gezdiren, yüzmediği sularda yüzdüren, yemediği yemekleri yediren, yapmadığı sohbetleri yaptıran onu bir yandan sosyalleştirirken bir yandan da hayata bağlayan ve çok geniş kitlelere ulaşabilen bir sanat dalıdır. Hayat ile bağının kopmaması için ona umut verir ve der ki “Hayat bir kutu çikolata gibidir. İçinde ne olduğunu bilemezsin.”(1) Bunu dedikten sonra ekler “koş Forrest koş!” Ve bu sayede yürümeye bile mecali olmayan ayaklar ile sana dünyayı gezdirir. O dünyayı yaşayan bir daha düşmez ve bilir ki düşse bile o protezleri atıp yeniden koşar…
Bir yandan sahnedeki duyguya ortak olurken bir yandan da bu duyguyu yanımızdaki arkadaşımız, eşimiz, dostumuz ile de paylaşırız; gözler aynı perdeye bakarken duygular dünyasında dolaşır, ortaklık bulmaya çalışır ve farklı görüşleri film sonrası birbirimize anlatırız. Yani sinemadan öğrendiklerimizle yaşar, öğrenir ve öğretiriz.
2020’nin sonlarına geliyoruz artık. Bu yılı, içinde sayısız acıları ile geride bırakmak üzereyiz. “Yılbaşı” gelirken hepimiz yeni umutlar beslemeye başladık. Hayâllerimiz canlandı, ruhumuzda bir ateş var. Yaşamak ve yaşatmak, anılarımızda sarsıntılar yaratan bu yılı geride bırakmak istiyoruz. Ancak… Çok şey öğrendik. Her ne kadar artık konuşmaktan ve duymaktan gına gelse de anlatacağız. Nasıl mı? Sanat ile sinema ile… Ve yine nasıl mı? Tarihe bakıp görerek.
Dünya türlü acılardan geçti. Savaştı, salgınlar gördü, kıtlık çekti, soykırım yaşadı, teröre kurban verdi, sevdi, âşık oldu, mutlu oldu, üzüldü, hayâl kırıklığı yaşadı ve yeniden hayâl etti… Biz ise bunların hepsini gözlerimiz ile gördük. Yine nasıl mı? Yine sanat sayesinde yine sinema sayesinde…
Bu konuların hepsini anlatan filmler çekildi, kitaplar, şiirler yazıldı sonra bunlar beğenilince görsel duygularımıza daha çok hitap etsin, bizi büyülesin diye beyazperdeye aktarıldı. Biz de izledik, izlettik ve yaşadık, böylece de öğrendik.
Bugün adını bile anmak istemediğimiz Korana virüsü ile ilgili de filmler çekeceğiz. Bu süreçte acı çekenlerin, yitip gidenlerin, ayakta kalanların, psikolojisi bozulanların hikâyelerini izleyeceğiz. Hiç tahmin etmediğimiz olaylar usta kalemlerin elinden, usta yönetmenlerin kadrajından beyaz perdeye gelecek. Bu karanlık günler bizi yine birbirimize bağlayacak yine yaşayacağız.
Onlarca yıldır bize bu duyguları anlatan sinemaya, peki, bugün biz gereken vefayı gösteriyor muyuz? Bu salgın yüzünden iflasın eşiğine gelen sinema sektörü ile ne kadar ilgileniyoruz? Hakkâri’de, Şırnak’ta, Kars’ta adını bile bilmediğimiz salon sahipleri yukarıda anlattıklarımı içselleştirmiş şekilde 5 ay boyunca mücadele etti. Bulunduğu mahallenin dışına çık(a)mayan insanlar ile bizi buluşturdu, sohbet ettirdi. Aynı duyguları yaşattı belki de… Ancak şimdi kapanma aşamasındalar. Çünkü sahipsiz kaldılar. Kültür Bakanlığı 15 milyon ₺ yardım kararı aldı nihayet de belki bir nebze can suyu olacak. Umarım yaşayacaklar, bizim hayat damarımızı en ücra köşelerimize kadar ulaştıracak ve oradan dünyayı hatta uzayı, galaksileri dolaştıracaklar.
Sinemanın mutfağını bilen insanlar bu yazdıklarımın bizim önümüze ne zor şartlar altında geldiğini çok iyi bilirler. Yükleri ağırdır ama hep mücadele ederler. Onların bu yükünü bilmemiz gerekmiyor belki ama saygı duymak lazım. O mutfağın tadını kaçırmamak lazım. Bugün sinema bitti diyenler, işte bunu yapmaktalar. Sinemanın aydınlanmaya verdiği katkıyı göz ardı edip her dönem onu bitirmek isteyenler bu vefalı dostun gövdesine darbe vurmaya çalışmaktalar.
Televizyon ilk çıktığında artık sinemaya gerek kalmadığı söylendi. Evimizde oturur izleriz dendi. Peşi sıra elde çekirdek açık hava sinemalarına akın akın koşuldu Yeşilçam ile mutlu olundu, ağlandı her çeşit duygu yaşandı… Sonra ev konsolları çıktı. CD ve DVD’ler hayatımıza girdi. Yine, evde izleriz artık sinema bitti dediler. Ancak yine yanıldılar yine sinema salonlarına koştular. Avatar’ı izlediler, bilinmedik bir boyuta ulaştılar. Çünkü sinema artık perdeden taşmaya başladı. Aradan yıllar geçti internet evlerde yaygınlaşınca bu sinemayı bitirici tayfa yine sahneye çıktı. Sinema onlar için yine tü kaka oldu yine bitmişti. Derken Netflix gibi platformlar ciddi yatırımlar ile “Seni yeneceğim İstanbul, sen mi büyüksün ben mi göreceğiz!” diye piyasaya çıkan hayalperestler gibi ortaya çıktı. Göreceksiniz bütün ihtirası ile bağıran o insanlar gibi boynu bükük sönüp gidecek, köşesine çekilecek. Çok mu iddialı konuştum? Nereden mi biliyorum? Gerçeklerden, sahadan ve duygulardan. Gelin bütün bu sinema bitiricilerin aksine sinemanın gerçeğine, son on yıldaki gelişimine ve izleyici sayısına beraber bakalım.
2010: 41 milyon seyirci
2011: 42 milyon seyirci
2012: 44 milyon seyirci
2013: 50 milyon seyirci
2014: 61 milyon seyirci
2015: 60 milyon seyirci
2016: 58 milyon (sürekli patlayan bombalar yüzünden)
2017: 71 milyon seyirci
2018: 70 milyon seyirci
2019: 59 milyon kişi(sektördeki tartışmalar yüzünden yapımcılar filmleri vizyondan çekti.)
Görüldüğü gibi sinema hayatın bir parçası. Eğer hayat varsa sinema da var. Yoksa yok. 2016 yılındaki seyirci sayısındaki ani düşüş, Ankara ve İstanbul’da peş peşe patlayan bombaların bir sonucu. Bu saldırılar o zaman nasıl hayatı durdurdu ise sinemayı da durdurdu. İnsanlar korkmaya başladı. Evlerinden çıkamadılar ve hayat ile birlikte sinema da aksadı
Ve 2020 yılında salgın yüzünden izleyici sayısı bir önceki yıla göre %95 azaldı. Korkunç bir rakam bu. Bu rakamın sebeplerinden birisi de sinema bitiricilerin, desteklediği platformlara âşık olması, sinemayı unutması. Ancak bu da geçecek. Hayat normale döndükçe sinema yine o devrimci ruhu ve bütün heybeti ile ortaya çıkacak.
O zamanlar, büyük bir devrim olarak gösterilip sinemanın sonu diye anlatılan o CD’ler ve DVD’ler nerede şimdi? Evinizin hangi köşesinde bir bakın bakalım bulabilecek misiniz? Koleksiyoncular ve konsol ile izlemekten zevk alanlar haricinde belki çoğumuz onların yok olduğunun bile farkında değil. Ancak sinema ve sinema severler hâlâ burada duruyor. Büyüyor ve büyümeye devam edecek. Kendisini geliştirecek, dönüştürecek ancak asla yıkılmayacak. Nasıl ki ısmarlama filmleri tarihin çöplüğüne gönderdi isek sinemayı bitiricileri de aynı çöplüğe göndereceğiz. Bir dönem nasıl ki sinemayı bitireceği söylenen televizyonlar artık doğru düzgün izlenmiyorsa, CD ve DVD’lerin adı bile anılmıyorsa bugün sinemanın yerine geçmeye çalışan onu dışlayan platformlar da aynı kaderi paylaşacaklar. Eşyanın tabiatı bu. Bugün sinemanın yerine geçmeye çalışıp rol çalan Netflix, filmlerini bile sinema vizyon tarihi olan cuma günlerinde yayınlar olmuş. Salgın bitip de sinemalar tekrar açıldığında kırıntılar ile yetinecek. Bu arada Netflix ve benzer alanlarda vakit geçirenlerin tercihleri ile ilgili bir eleştiride kesinlikle bulunmuyorum. Onun da altını çizmek isterim.
Bu vesile ile sinemaya gönül vermiş, emek vermiş, mutfağında çalışmış, perdesini germiş, filmini çekmiş, filmini oynatmış, elektriğini yapmış, suyunu akıtmış, tavan aralarında gezmiş, programını düzenlemiş, temizliğini yapmış, mısırını patlatıp biletini satmış, yerini göstermiş ve bugün mağdur duruma düşmüş bütün sinema emekçilerini saygı ile selamlıyorum.
1) Forrest Gump filmine ait bir replik.