Yükleniyor...
Son’ların, son’uçların, son dakikaların ülkesiyiz. Başlangıçların, süreçlerin, ilk dakikaların hiç kıymeti harbiyesi bulunmaz bu topraklarda.
Mesela bir insan ölür, en son yaptıklarıyla hatırlanır. Haber bültenleri ‘son dakika’dan geçilmez. Muhabirler ‘son gelişmeleri’ aktarmadan duramaz.
Uğruna çaba sarf ettiğimiz bir şeyi başardığımızda tepkimiz hazırdır: Son’unda!
Dünyanın son’unu düşünürüz ama bugününe kulak asmayız.
Cümle kurarken bile söyleyeceğimiz şeyi en son’unda söyleriz. Yüklemimiz son’dadır. Bakınız, önceki cümlede de ‘sondadır’ yüklemdir yani yüklem sondadır.
Bahar aylarından hangisini daha çok seviyorsunuz diye anket yapılsın, iddia ediyorum çoğunluk son’bahar der.
Öğretmenimiz bir ödev verdiyse ilk sorumuz, “Son teslim tarihi ne zaman?”dır.
Otobüse son anda yetişiriz.
Pazarlıktaki favori cümlemizdir: En son kaça olur?
Hâkim son sözümüzü sorar.
Son kozumuzu oynarız.
Son nefesimizi verdikten sonra son yolculuğumuza çıkarız. Son’suzluğa uğurlarlar bizi.
Çıkmaz ayın son çarşambasının ajandamızda ayrı bir yeri vardır.
Son noktayı koyarız.
Işığı tünelin son’unda görürüz.
Son pişmanlık fayda etmez.
Son’a kalan dona kalır.
Son gülen iyi güler.
Son’unu düşünen kahraman olamaz.
Futbol millî takımımız son dakika golleri ile ünlüdür. Tesadüfe bakın, yazıyı kaleme aldığım sırada Letonya karşısında galibiyeti getiren gol geldi. Dakika, 90+5.
Maçı kazandığımıza ve tabelaya göre yorum yapmak geçer akçe olduğuna göre; olumsuz bir durum yok, rakibi sahadan sildik, teknik direktörümüz muhteşem bir taktisyen. Bekle bizi Avrupa Şampiyonası(!)
Nereye geleceğim?
Eğitim ile ilgili çıkan haberlerin çoğunun başlığı şöyledir:
Dikkat ederseniz hepsi ya neticeyle ya başlangıçla ya da nicelikle alakalı bir durumdur.
Kabul edelim, işin kolayı budur.
Niteliği ele alan, süreci derinlemesine inceleyen haberlere, yazılara rastlamak ise pek nadirdir.
Karne, bir bakıma emeklerin sonunda ortaya çıkan yemektir. Bir günde alınır fakat o güne ulaşmak için günlerce çaba verilir. Sadece yemeğin tadına bakarak yorum yapmak hoş değildir.
Sınav, bir günde verilir ancak eserin sahibi uykusuz geçirilen dünlerdir. Dolayısıyla süreçten bihaber olan ebeveynlerin, akrabaların ve de tanıdıkların sonuç günündeki soru, yorum ve eleştirileri hükümsüzdür. Biraz daha ileri gideyim, yolu beraber yürümeyenlerin yolun sonunda ortaya çıkmaları yüzsüzlüktür.
Her ne kadar eskisi kadar olmasa da şu iki mutluluğun hayatımızda önemli bir yeri vardır: Bayram sevinci ve karne sevinci.
Karne vaktinin öğrenciler için tatilin habercisi olduğunu düşünürsek onlar açısından çifte bayram tadında bir cuma gününü geride bıraktığımızı söyleyebiliriz.
Neredeyse herkesin elinde takdirnameler, teşekkürnameler mevcut. Notlar yüksek, keyifler tavan.
Fakat neticeye bakarak yorum yapma kolaycılığına teslim olmayalım.
Eğer öyle yaparsak çoğu öğrencinin elinde gördüğümüz belgeler, obezite hastalığına yakalanmış notlar bizleri sağlıksız bir noktaya sürükler.
Dağıtılan karneleri masumiyet kar(î)nesine çevirmekten vazgeçmeliyiz. Çünkü, “Masum değiliz hiçbirimiz!”
Neticeden kafayı kaldırıp biraz da Hatice’ye bakalım, derim.
Ne yazık ki öğrenciler için okul bir çekim alanı oluşturmuyor. Hâliyle bir Türkçe öğretmeni ‘çekim eklerini’ öğretmekte zorlanıyor.
Şu soruların yanıtı nedir sizce?:
Okuluyla aynı frekansta buluşamayan öğrenci müzik dersini sevebilir mi?
Okulla kimyası uyuşmayan çocuk, ‘Maddenin Hâlleri’ni, hatırını sorar mı?
Biyolojik ve fizyolojik olarak derse katılmaktan zevk almayan biri, ‘Kalıtım’ konusuna rağbet eder mi?
Bir elinde cımbız, bir elinde ayna ile dolaşan bireylerin, “Dünya’nın Şekli ve Hareketleri” umurunda olabilir mi?
Takdir edersiniz ki cevapları hayır bu suallerin. Fakat hâl, hay(ı)ra alamet değil.
Bir gözlemleyin lütfen: Çocuklar okula yürüyerek ulaşıyorlar. Bitiş zilinin çalmasıyla da alandan koşarak uzaklaşıyorlar. Son ders, 18.00’de diyelim. 18.02’de tabiri caizse bir ölüm sessizliği başlıyor. Manzara hiç ders işlenmemiş bir tatil gününü andırıyor.
Bu durumu tersine çevirmek tüm pedagogların aslî vazifesidir.
Demem o ki, sonumuzun iyi ve de hayatımızın bayram olması için konumuzun her daim eğitim olması icap ediyor. Okul sevgisini, temsil ettiği değerleri, bilginin peşinde koşmanın ve ona hükmetmenin önemini ne yapıp edip genç nesillere aşılamalıyız.
Bıkmadan tekrarlamak lazım: Her şeyin başı eğitim!