Yükleniyor...
Sayın Hakan Paksoy’a bu güzel yazısı için teşekkür ederek, bu önemli başlık altında dikkatli bir şekilde ele alınan konular hakkında düşüncelerimi paylaşmak istedim.
***
Mevlana; “Ayağım pergelin ucunda sabit, diğeriyle dünyayı dolaşırım” diyor. Türk Milliyetçisinin bunun düstur edinmesinden tabii bir durum yok. Burada sabit nokta Türklüktür. Bunda Allahın rızasına aykırı bir durum yoktur. “Kişi kavmini sevmekle kınanamaz.”
Kuran da, Hz peygamber de, bu konuda ölçüyü koymuş cevaz verilmiştir buna.
Türk milliyetçilerinin vatana karşılıksız sevdaları o aşkı taşımayanların onu hor, hoyratça kullanmalarına neden olabilmektedir. Çünkü bilinmektedir ki “vatansa söz konusu olan, gerisi teferruattır” bu “deliler topluluğu” için. Böylesi bir durumda dönüp bakacakları adres de bellidir bu yüzden. Yine kolları sıvar, yine düzlüğe çıkarırlar ne de olsa. Sonra da geri dururlar her zaman yaptıkları gibi. Tekrar sahneye çıkarız rolümüzü oynarız. “Vatan, savaşta sizin barışta ikimizin”.
Türk milliyetçileri “vatan için ölmek” kadar onun için yaşamayı da bilmeli becermeliler. Savaş vakti gösterdikleri dirayeti, cesareti barış zamanı da göstermeliler. “Müslüman iki kere aldanmaz” buyuruyor Hz peygamber.
Örnek gerekse Atatürk önümüzde duruyor işte. Rehavete kapılsa, başarılarının üstüne yatsa ne olurduk acaba?
Türk Milleti gözlerini dünyaya yeni açmış bir bebek değil. Ona bu muameleyi reva gören Boğaç Han hikâyesindeki gibi kahramanlık bekliyorsa ad koymak için bir değil bin ad hak etmiş durumda bu millet. Dönüp tarihe baksın. Sorun kendilerini Dedem Korkut makamda tasavvur edenlerde. Onu görmek, ona göre tedbir almak gerek.
Futbolun diliyle konuşursak anlaşılır olması bakımından:
Oyunu kendi sahanda kabul eder, ona razı olursan kalende gol görürsün. Buna mahkûmsun. Doğru olanı, oyunu rakip sahaya yıkmak, savunmayı orada kurmaktır. Askerlikte de sporda da “En iyi savunma taarruzdur.” Bunu görmeli artık.
“Bazen ondan, bazen bundan. Hem ondan, hem bundan” olandan yol arkadaşı olmaz. Kendini kandırmak olur o. Âlemde ondan kolayı yok. Kendini kandırmaktan yani.
Nasıl ki:
“Yalanın en tehlikelisi içinde bir miktar doğrusu bulunansa”, “düşmanlığın en tehlikelisi de içinde bir miktar dostluk bulunandır.”
“Üç kişi yola çıksa birisi önder olur”. Yol arkadaşını da öne düşürdüğünü iyi doğru seçmek şart. O yüzden zararın neresinden dönülürse kâr.
Değerler üzerinden konuşmak güzelse de, değeri giydirmek, onu ortada çıplak bırakmamak gerekmekte. İçi doldurulmamış kavramın ağırlığı kalmamıştır. Hafif kalan da savrulmaya mahkûmdur.
“Ön teker nereden giderse, arka da onun ardından.”
“Nasıl söylediğin ne söylediğinin de önüne geçebilmektedir” yerine göre. Doğruyu, doğru zamanda, doğru kişiye söyletmek gerek.
Şair diyor ki:
“Adına denilince bir yerin Türk ülkesi
Gözüm al bayrak arar kulağım ezan sesi”
Batı da böyle biliyor bunu Doğu da.
“Türk eşittir Müslüman.”
Âlemin, Allahın bildiğini kuldan saklamaya gerek yok o halde. Yüzde yüze yakını aynı dine mensup bir başka millet de yok henüz. (İsrail oğulları istisna). Denemek için sorulsun bakalım. Türkün dini ne?
“İslam” cevabı alırsın dünyanın her yerinde.
Avrupalı “Türk oldu” diyor zaten Müslüman olana. Bosnalı “Türkün şartı” diye İslam’ın şartını sıralıyor hemen. O derecede özdeş Türk ve İslam. Dünya âlemin teslim ettiği bir hakkı teslim etmezsek günah işleriz.
İstismarın en kötüsü, en tehlikelisinin din olduğu tecrübeyle sabit. Hangi din olursa olsun fark etmez.
Karadenizli vatandaşın şu tespiti ibretliktir mesela bu hususta;
“Çalayıler, ama namazlarını da kılayiler…”
“Allah diyenden zarar gelmez”. Saf temiz yürekli Anadolu insanının inandığı budur. Kendi gibi görür herkesi de. Namazda görünsün yeter. Ne eder etsin. Bu çok vahim bir sonuçtur ama biri “dini” siyasetine alet ediyor, onu basamak olarak kullanıyor diye paniğe kapılmamak yanlışa düşmemek gerekiyor hemen.
Hangi toplumsal değer istismar ediliyorsa o kötüdür. “Çivi çiviyi söker”. Biri o iş için kendini yetiştirmişse sen de onun ipliğini pazara çıkartacak istismarını elinden alacak, böylece milleti bir tuzaktan kurtaracakları yetiştirip öyle karşısına dikeceksin. O yüzden diyoruz ki: Her alanda yetişmiş insana ihtiyaç var. Ama din alanında bilhassa. Çünkü o alanda açılan tahribatın derecesi diğerleriyle kıyas kabul götürecek gibi değil.
“Arap-İslam”, “Acem-İslam” denmediğe göre Türkün yanına her dem İslam eklemenin de gereği yok.
“Abdestinden şüphesi olmayanın namazından şüphesi olmaz”. Gâvur Müslüman biliyor diyor ki “Türk= Müslüman.” Bu da bir büyük bahtı Türk Milletinin milletler âlemi içinde. Bilemeyene de şunu anlat.
Çıkart Türk’ü insanlık tarihinden veya İslam tarihinden. Gör doğacak boşluğu. Türksüz yazılabiliyor muymuş insanlık tarihi?
Her millet cirmi kadar yer alır tarih içinde. Resim ortada. Minnet borçluyuz ataya ecdada böyle bir sicil böyle de güzel bir ülke bıraktıkları için bize.
Türk’ün Türklüğünü haykırırken Kuranın ölçüsünün bir milim dışına çıktığını da kimse söyleyemez bize.
“Önce Müslüman mısın, önce Türk müsün”? diyenin başka bir emeli var belli ki. Biliyoruz ki böyle soru olmaz. Fitneyi mesnet edinmişlerin sorusu bu. İtibar etmemek lazım bu yüzden. Varsın desin.
“Din” öteki dünya için olduğu kadar, bu dünya için de sonsuz imkânlar sağlamakta bize. Hele de istismar edene. İstismarını din alanına kıydıran siyasinin konmak istediği servet de o. Din adına siyaset yaptığını söyleyenin yalanı da, haramı da Allah rızası için yaptığına inandırması da mümkün. Ülkede buna uygun zemin var ne yazık ki.
Ziya Gökalp:
“Millet geçici süre için aldatılabilir. Ama uzun zaman içinde kamu vicdanı aldatılamaz…” diyor.
Millet rol ile gerçeği ayırt edebilecek ariflikte. Millete hizmet iddiasındakilerin de onu ayırt edebilmesi lazım.
Her düşüncenin, her mesleğin üçlü tasnifi yapılabilir.
Sözgelimi:
“Müslüman, Müslüman geçinen, Müslümanlıktan geçinen…
Veya
“Ülkücü, Ülkücü geçinen,
Ülkücülükten geçinen” v.b.”
Liste uzatılabilir.
Bunu neden dedik şimdi?
“PKK ile anayasa yapmak” panelinde Ümit Prof. ÖZDAĞ’a soruldu:
“Ülke geçen yüzyılın başından daha mı kötü durumda?”
Hoca da cevap verdi:
“Ülke değil de, Türk milliyetçileri daha kötü durumda.” Tüm mesele orada.
Hz Peygamber buyurdu;
“Tembel tembel oturup da Allah’tan yardım beklemeyin. Bilirsiniz ki gökten ne altın yağar ne de gümüş”
Fatih, fetih sonrası Konstantinapolisi teslim almaya giderken etrafındakiler ona:
“Padişahım dualarınızın himmetiyle feth-i mübin müyesser oldu” dediler. Peygamberin övgüsüne mazhar olmuş o yüce insan kılıcını havaya kaldırdı şu cevabı verdi;
“Eyvallah ağalar!.. Ancak şu kılıcın hakkını da unutmayalım”
Vesile olmadan yaprak bile kımıldamaz. Gayret göstermeden hiç olmaz.
Olmadığı da görüldü işte. Gelinen noktada hangimizin günahı yok?
Düşman güçlü olsa da güçlü olmalı, zayıf olsa da güçlü olmalıyız.” Düşmanın zayıflamasını bekleyemeyiz güçlü alabilmek için.
Bilge Kağan’dan Atatürk’e görülüyor ki Türklüğün, Türk devletinin bekasında, varlık yokluk mücadelesinde Türk milliyetçileri, milliyetçiliği hep var. “Kul sıkışmadan Hızır yetişmez” Bugün de “Alavere dalavere milliyetçiler göreve”
Karşılıksız sevmenin karşılığı da bu.
Bundan da şikâyete hakkı yok o sevdaya düşenin. Aşk söyletir dert ağlatır.
Derman derdin içinde.
Son sözü Veysel’e bırakalım.
Öyle ki söz olmasın söz üstüne.
Anlatamam derdimi dertsiz insana
Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz