Türkiye – İran İlişkileri Stratejik Ortaklıktan Çatışmaya: Füze Kalkanı’ndan PKK ve Karayılan Olayına

11 Ekim 201’de bir gazetecinin köşesinde, PKK terör örgütünün Kandil’deki elebaşısı Murat Karayılan’ın Ağustos 2011 ortalarında İran tarafından yakalandığı, hatta başlangıçta bu yakalama olayının bildirildiği, sonra yalanladığı, ama gerçek yakalandığının anlaşıldığını yazdı. Hatta Karayılan “pazarlık” sonucunda serbest bırakılmıştı.[1] Bu gelişme Türkiye’nin sadece terörle mücadelesi açısından değil, aynı zamanda “Dış Politikası” tarafından özel incelemeyi gerektirmektedir. Çünkü adı […]


Paylaşın:

11 Ekim 201’de bir gazetecinin köşesinde, PKK terör örgütünün Kandil’deki elebaşısı Murat Karayılan’ın Ağustos 2011 ortalarında İran tarafından yakalandığı, hatta başlangıçta bu yakalama olayının bildirildiği, sonra yalanladığı, ama gerçek yakalandığının anlaşıldığını yazdı. Hatta Karayılan “pazarlık” sonucunda serbest bırakılmıştı.[1]
 
Bu gelişme Türkiye’nin sadece terörle mücadelesi açısından değil, aynı zamanda “Dış Politikası” tarafından özel incelemeyi gerektirmektedir. Çünkü adı geçen olaydan yaklaşık bir yıl önce (Mayıs 2010) Türkiye, adeta tüm BM devletlerini karşısına alarak, İran’ın “uranyum zenginleştirme” programını savunmuştu. Gerçi “ağyarını mani, efradını cami” (iyi hazırlanmadan) yaptığı için başarılı olamadı ama İran için neleri göze aldığını da hem dünya, hem de Türk kamuoyu görmüştü. Peki ne oldu da aynı İran, kendisini İran için paralayan Türkiye’ye böylesine bir “İhanet!” içerisinde buldu?
 
“Stratejik Ortak” Düzeyindeki İran’ı Türkiye’den Uzaklaştıran Gelişmeler
 
1. NATO’nun Füze Kalkanı Projesine Türkiye’nin Girmesinin Yarattığı Büyük Rahatsızlık
 
ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin gibi BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi ile Almanya (P5+1)’nın, İran’a karşı yaptırım taslağında uzlaşmasına saatler kala 17 Mayıs 2010’da “Brezilya ve Türkiye, İran’la Takas Anlaşması”nın imzalandığına ilişkin, tüm dünyayı şaşırtan bir haber duyuldu. Brezilya ve Türkiye gibi BM Güvenlik Konseyi’nin iki geçici üyesinin bu hamlesi, bilhassa ABD olmak üzere, P5+1 ülkelerinin hiç hoşuna gitmedi. Nitekim aynı günün akşamı ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bu gelişmeye rağmen “P5+1 ülkelerinin İran’a yaptırım konusundaki taslak üzerinde uzlaştıklarını” bildirdi. Böylece “Türkiye-Brezilya-İran Uranyum Takas Anlaşması” kadük edilerek geçersiz sayıldı.
 
Daha sonra ABD ve AB ülkelerinin basınında bu “Takas Anlaşması” genelde eleştirel bir şekilde yorumlandı. Ya İran’ın Türkiye ve Brezilya’yı kandırdığı ve yeni bir İran oyalamacası olarak algılandı, ya da Türkiye ve Brezilya gibi aynı zamanda iki G-20 ülkesinin, “kabına sığamayan” bölgesel güçlerin, “Dünyaya çeki düzen vermede biz de varız!” şeklindeki çıkışları gibi kabullenildi. Ama Türkiye’nin acüllüğüne ve “İşbilir Dış Politika Anlayışına” rağmen, anılan anlaşma çöpe atıldı.[2]
 
19-20 Kasım 201 tarihlerinde gerçekleşen NATO Lizbon zirvesinin öncesi ve sırasında en tartışmalı konu “Füze kalkanı” projesiydi. Türkiye’nin içerisinde “İran” kelimesinin yer almasına muhalif olduğu anlaşma metni, kısmen Türkiye’yi tatmin edecek şekilde yazıldı. Ancak projenin ayrıntıları (komuta hususu, bilgi paylaşımından NATO ve Rusya dışındaki ülkelerin yararlanıp yararlanamayacağı, erken ihbar sistemlerinin ve füze rampalarının hangi ülkelere yerleştirileceği, balistik füzelere ilaveten Türkiye’nin ısrar ettiği “Orta Mesafe Füze Savar Sistemi”ni ihtiva edip etmediği gibi hususlar) henüz açıklık kazanamamıştı.[3]
 
Önemli olan metinde yazsa da, yazmasa da, “Füze Kalkanı” projesinin İran’ın balistik füzelerine karşı bir önlem maksadıyla kurulacak olmasıydı. Üstelik erken ihbar radarlarının önemli bir kısmı da Türkiye’de sisteme sokulacaktı. İran’ı Türkiye’den soğutan gelişmelerden en önemlisi buydu…
 
2. İran’a BM Güvenlik Konseyi Kararları Çerçevesinde Getirilen Yaptırımlara Türkiye’nin de katılmasının Getirdiği Rahatsızlıklar
 
Daha doğrusu BM Güvenlik Konseyi, 9 Haziran 2010’da, Türkiye ve Brezilya’nın olumsuz ve Lübnan’ın çekimser oyuna karşı 12 olumlu oyla İran’a yeni ve daha kapsamlı yaptırımların uygulanmasını öngören 1929 sayılı kararı kabul etti. Bu gelişmenin üzerinden, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu da geren, ABD’nin itiraz ettiği “Türkiye’nin İran’a benzin satışı” gündeme geldi. Her ne kadar Dışişleri Bakanı “Türkiye’nin artık her söylenene ‘Evet’ diyen, ‘Çantada Keklik’ bir devlet olmadığını” söylese de, gelişmeler ne yazık ki farklı şekillendi. Ekim 2010’un ilk günlerinde, İran’a benzin satışı yapan Türkiye’nin (TÜPRAŞ) bu satışı durdurduğu öğrenildi. Buna göre TÜPRAŞ, “ABD’nin İran’a yönelik tek taraflı yaptırımları uyarınca” İran’a benzin satışına ilişkin sözleşmeleri iptal etmişti. Oysa Temmuz 2010 ayında, İran’ın ihtiyaç duyduğu benzinin yaklaşık yarısının Türkiye’den, geri kalan kısmını ise Çin’den tedarik edileceği haberleri alınmıştı. Zira Shell, BP ve Total gibi birçok enerji şirketi İran’a işlenmiş petrol ve gaz ürünü satışına son vermişti. Bu sebeple de İran’a yaklaşık 18 aydır benzin satmayan TÜPRAŞ’ın Haziran 2010 ayından itibaren İran’a tekrar benzin satmaya başladığı belirtilmekteydi.
 
Çoğunluğu ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan olan bir uzmanlar heyeti Ağustos 2010 ayı içerisinde Ankara’da Dışişleri Bakanlığı, BDDK, Hazine, Merkez Bankası gibi devletin ilgili birimleri ve İstanbul’da da Türk özel sektörü ile görüşmeler yaptı. Toplantılarda ‘Ya ABD’den yana olacaksınız ya da İran’dan yana!” denildi. Hatta özellikle enerji alanında İran’la ticaretinin sürdürülmesi halinde, ABD ile ticari ilişkilerde “kara listeye girileceği” tehdidi savruldu. Bu durumdan Koç Holding’e bağlı TÜPRAŞ ile İran’da 1 milyar Euro’luk boru hattına imza atan Som Petrol’ün oldukça etkileneceği bildirildi. Sadece Rusya faktörü sebebiyle Türkiye’nin doğalgaza bağımlılığını azaltmak üzere İran’dan yılda 10 milyar metreküp doğalgaz alımı kabul edildi.[4]
 
ABD, İran’a karşı yaptırımlarda son derece titiz ve denetleyici rol üslendi. Bu maksatla Türkiye’ye gelen ABD Hazine Bakanlığı Terörizm ve Mali İstihbarat Müsteşarı David Cohen, hükümet ve İstanbul’da bankacılarla bir araya gelerek, “İran’la ticari ilişkilerinizi sınırlandırın, yoksa sonuçlarınıza katlanırsınız!” şeklindeki ifadeleriyle “aba altında sopa” gösterdi. Cohen, “ticari ilişkiler arttıkça, İran’ın bu ticari ilişkileri ve buradan doğan finansal bağlantıları suistimal etme riskinin de arttığını” ifadeyle, hem hükümete, hem de finans çevresine “çok dikkatli olunması gerektiği” uyarısında bulundu.[5]Bunun anlamı, Türkiye’nin İran’a karşı daha uzak durması demekti. Füze Kalkanı’ndan sonra İran-Türkiye arasına “Yaptırımlar” da girdi…
 
3. Suriye’deki Arap Baharı’nda Türkiye’nin Takındığı Esad Rejimi karşıtı Tutumun Yarattığı Rahatsızlık
 
Türkiye-İran ilişkilerini olumsuz etkileyen bir diğer gelişme de, Suriye’deki Ârap Baharı”nda, Türkiye’nin Temmuz 2011’den itibaren Suriye yönetimini suçlamaya başlamasıydı. Hele de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı 9 Ağustos 2011’de ziyaret edişi, bu ziyaretin sanki bir “Müstemleke valisi” görünümünde Türk basınında yansıtılması, ziyaret sonrası Suriye’de Baas rejiminin direnişçilere karşı harekâtı devam edince Davutoğlu’nun “Sözün bittiği yerdeyiz!”[6] şeklinde, bir Dışişleri Bakanı açısından “Talihsiz”, hatta “Acemi” ifade kullanılması, Suriye’nin neredeyse tek müttefiki İran’da da rahatsızlık yarattı. Çünkü Davutoğlu’nun sadece Türkiye’nin değil, ABD’nin de mesajını taşıdığı basında yer alınca[7], İran’ın ABD’ye olan hıncından Türkiye de nasibini aldı.
 
Davutoğlu, bir diğer “talihsiz” beyanatı da 6 Ekim 2011’de bir televizyon programında “…Bizim için bir güvenlik sorunu olduğunda Suriye ile gerektiği takdirde ‘savaş’ dâhil her türlü senaryoya hazırız!”[8]şeklindeydi. Tüm bakanlar ikili ilişkilerde “savaş” kelimesini telaffuz etse bile, belki de bunu hiç kullanmayacak bakan Dışişleri Bakanı’dır. Nedense bizim “Komşularla Sıfır Sorun!” diye yola çıkan bakanımız, bakanlık süresi uzayınca “Şahin” kesilip tüm komşularla sorunları içinden çıkılmaz hale getirmeye aşladı…
 
Başbakan Erdoğan da, 26 Eylül 2011’de New York’taki BM toplantısından döndükten sonra Suriye Devlet Başkanı Esad’ı doğrudan hedef alarak, “…Sürekli yalan söyledi. ‘Kaç siyasi tutuklu var’ diye sordum. ‘83 tane. İsterseniz isim listesini yollayayım’ dedi. Hâlbuki binlerce siyasi tutuklu olduğunu çeşitli kaynaklardan öğrendim…”[9] şeklinde ağır bir şekilde suçladı.
 
Erdoğan’ın bu ifadesinden bir gün sonra İran’ın dini lideri ve bir numaralı adamı Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı Orgeneral Yahya Rahim Safevi, “Türkiye’nin İsrail çıkışlarının siyasi bir gösteriden başka bir şey olmadığını” ve Türkiye’nin İsrail’e karşı çıkışının gösteriden ibaret olduğunu ileri sürerek, Türkiye-İsrail ilişkilerinin “perde arkasında” devam ettiğini söyleyerek, Türkiye’yi suçladı.[10]
 
Esad yönetimi gibi İran’ı rahatsız eden bir diğer gelişme, Türkiye7nin Suriyeli muhaliflere verdiği destekti. Suriyeli muhaliflerin İstanbul’da ofis açmaları için Türkiye’den 3 Ekim 2011’de gereken izin verildi. Suriye “Ulusal Konseyi” ya da “Milli Meclisi ile 190-230 arasında üyesi bulunduğu ileri sürülen “Kurucu Kongre” de Türkiye’de faaliyetlerine başladı.[11] Suriye’deki Esad rejimine yönelik Türkiye’nin karşı tutumu da Türkiye-İran ilişkilerini olumsuz etkiledi.
 
4. Türkiye’nin Arap Baharı Karşısında “Laiklik” Vurgusu Yapmasının İran’da Yarattığı Rahatsızlık
 
Başbakan Erdoğan, Eylül 2011’de ziyaret ettiği Mısır’daki konuşmasında “laiklik” konusuna ağırlık verdi. Bu çıkış Mısırlı Müslüman Kardeşlerden gecikmeksizin “iç işlerimize karışma” bağlamında tepki verildi.[12]
 
Ama Başbakan Erdoğan’a asıl cevap İran’dan, üstelik en üst düzeyden geldi. İran Dini Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamaney, 18 Eylül 2011’de Tahran’daki “Uluslararası İslami Uyanış Konferansı” sırasında “Katil Amerika, NATO, İngiltere, Fransa ve İtalya’ya asla güvenmeyin. Bunlar sizleri soymak için topraklarınızı uzun süre paylaştılar. Onlardan korkun ve gülümsemelerine kanmayın. Bu gülümsemelerin arkasında ihanet ve komplo yatıyor!” şeklinde konuştu. Böylelikle NATO üyesi olan Türkiye de konuşmadan nasibini almaktaydı. Mısır ve Tunus’taki sonucu, “bölgedeki Amerikan etkisine karşı bir isyan ve yeni bir İslami uyanış” olarak niteleyen Hamaney, “Geleceğinizin kurallarını sizin yerine düşmanlarınızın yazmasına izin vermeyin. İslami kuralları kısa vadeli çıkarlarınıza kurban etmeyin!” ve “Asıl işiniz kendi sisteminizi kurmak. Bu zor ve karışık bir iş. Ancak laik, Batılı, liberal ya da aşırı milliyetçi modellerin sizi etkilemesine izin vermeyin!” şeklindeki ifadeleriyle, Başbakan Erdoğan’ın “laiklik” vurgusuna sert bir cevap vermiş oldu.
 
İran’ın Türkiye Karşıtlığı Söylemleri
 
İran’ın Türkiye karşıtı tutumu aslında pek yakın zamana kadar anlaşılamadı. 10 Ekim 2011’de, Tahran Times gazetesi ile İran’ın Pres TV gibi basın kuruluşlarına göre, İran Genelkurmay 2. Başkanı Jazayeri, Türkiye’nin NATO’nun ortak savunma projesi “Füze Kalkanı”na girmesine tepki gösterdi. Jazayeri, “Türkiye’nin uzun dönemli stratejik çıkarlarını yeniden düşünmesi”ni istediği gibi, “diğer ülkelerin ‘acı tarihi deneyimlerinden’ ders alması gerektiğini” de öne sürdü. Jazayeri konuşmasında ayrıca, “Türkiye, topraklarında ABD destekli füze savunma üssü kurmasıyla Ankara anlaşmasını kabul etmesinin ardından İsrail rejimine tam destek vermenin hesabını vermeli” ifadelerini de kullandı.[13]
 
Jazayeri gibi aynı gün, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı Orgeneral Yahya Rahim Safevi’den de “Türkiye, NATO füze kalkanı, Suriye ve Arap dünyasında laikliği teşvik etme politikalarını radikal şekilde yeniden geçirmeli!” şeklinde tehdit gibi bir uyarı geldi. Safevi, İran’ın yarı resmi Mehr Haber Ajansına verdiği demeçte, “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Mısır ve Tunus’ta yaptığı konuşmalarla Arap ülkelerini Türk tarzı demokrasiye davet etmesini de ‘beklenmedik ve hayal bile edilemez’ olarak” tanımladı. Türkiye’nin İran ve Suriye’ye karşı tutumun yanlışlığına da vurgu yapan Safevi, “Türkiye, Amerika’ın çıkarlarına göre hareket ediyor. Ankara bu olağan dışı siyasi tavırlardan vazgeçmezse, hem Türkiye halkı iktidardan uzaklaşacak hem de Suriye, İran ve Irak gibi komşu ülkeler Türkiye ile siyasi bağlarını gözden geçirecek!” diyerek, Türkiye’ye uyarı mesajına devam etti.[14]
 
Semih İdiz’in ifadeleriyle “Türkiye bölgeye sivil veya dini diktatörlük değil, demokrasi, laiklik ve insan haklarına saygı telkin ederken”, tam terinse İran’daki molla rejimi “İslam devrimini yayma sevdasıyla bölgesel istikrarsızlığı artırmaktadır.”[15]
 
Murat Karayılan’ın İran tarafından Yakalanıp Yakalanmadığı Olayı
 
13 Ağustos 2011’de TRT’nin haberine göre PKK terör örgütünün Kandil’deki “Vekil Elebaşısı” İran kuvvetleri tarafından ele geçirilmişti. Bu son zamanlarda Türkiye’nin yapamadığı “PKK ile mücadele”de çok önemli bir gelişmeydi. Ancak, haberin doğruluğu TRT’de de kuşku ile karşılanmış ki, bir süre sonra haberin geri çekildiği öğrenildi.
 
Özellikle PKK’ya yakın çevreler bunu “uydurma” haber olarak açıkladılar. İşin ilginç yanı, “Terörle mücadeleden 1. Derecede sorumlu Bakan” olan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in bile, kendisine Van’da konuyla ilgili yöneltilen sorular karşısında “Bunu iddia sahiplerine ya da iddianın kaynağına sorabilirsiniz. Bizde henüz öyle bir şey yok!” şeklinde “evlere şenlik!” bir cevap verdiği öğrenildi. Bu arada Karayılan adının diğer bazı PKK’lı ya da PJAK’lı teröristlerin isimleriyle karışmış olabileceği de ileri sürüldü. Bunlardan biri de İran güvenlik güçleri tarafından daha önce ölü ele geçirilen “Cemil” kod adlı Murat Karasaç olduğu, Karayılan ile aynı isme sahip olması nedeniyle olayın karıştırılmış olabileceği değerlendirmeleri yapıldı.[16] 
 
Ancak 14 Ağustos 2011 günü öğle saatlerinde İran, PKK’nın “İki numarası” diye bilinen Murat Karayılan adlı teröristin yakalandığını net bir şekilde bildirdi. İran İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Bakanı Alaaddin Burucerdi’nin, Fars Haber Ajansına yaptığı açıklamada, İran Devrim Muhafızlarının 16 Temmuz 2011’den beri PJAK’a yönelik askeri harekâtı ile operasyonlarında örgüte darbe vurulduğunu ifadeyle,  “İran istihbarat birimleri PKK’nın iki numaralı ismini tutuklamıştır. İstihbarat güçlerimiz, Karayılan’ı yakalayarak önemli bir iş başarmışlardır. Bizim, Devrim Muhafızlarından da beklentimiz budur!” bilgileri alındı.[17]
 
Aynı gün bir diğer İran kökenli haber ajansı Mehrnews da haberi doğruladı. Ancak, aynı gün öğleden sonra Tahran Büyükelçisi Ümit Yardım’ın haberin kaynağı olduğu ileri sürülen Alaaddin Burucerdi ile görüştüğü ve anılan kişinin “Böyle bir açıklama yapmadım!” dediği öğrenildi. Keza Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi ile görüştüğünü, İranlı bakanın da “Karayılan’ın İran tarafından yakalandığına ilişkin ellerinde bir bilgi bulunmadığını söylediği” öğrenildi.[18]
 
Aslında bu gelişme kafalarda soru işaretleri bıraktı. Zira Karayılan o gün ve sonraki gün ileri sürülmesine rağmen, canlı yayına çıkarılamadı. Bu arada gelişmelerin tuhaflığı Başbakan yardımcısı Bülent Arınç tarafından da fark edildiği ve “Karayılan olayında bir takım gariplikler yaşandığına” işaret ettiği de ileri sürülmüştü. Ancak Arınç, 11 Ekim 2011’de bu ifadelerin kendisine ait olmadığını açıkladı. Aynı gün İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’den, “Murat Karayılan’ın İran tarafından yakalandıktan sonra serbest bırakıldığı iddiaları var. Bununla ilgili bir açıklamanız olacak mı?” şeklindeki soruya, “Vakti geldiğinde açıklarız!” şeklinde, gene belirsiz bir cevap verildi.[19]
 
Karayılan öyle anlaşılıyor ki İran tarafından yakalanmış ve PKK ile yapılan pazarlık sonucunda da serbest bırakılmış. Oysa yakalandığı günlerde (18 Ağustos 2011’de) Türkiye’nin Kandil’e kara yoğun bir hava harekâtı da başlamıştı. İran da 16 Temmuz 2011’den itibaren yoğun bir şekilde PJAK’a karşı harekât yapıyordu. Türkiye de 17 Ağustos 2011’de Kandil’e ve Zap vadisine hava harekâtı gerçekleştirmişti. Türkiye bu bölgeye intikalde İran hava sahasını da “izin” alarak kullanmıştı.[20] Burada akla “PKK’ya bu kadar destek vermeye meraklı İran, hiç “müttefiki”ne hava sahasını açar mı?” diye bir soru gelmektedir.
 
18 Ağustos 2011’de, İran yönetimince “İnkılâp karşıtı” gruplar içerisinde gösterilen PJAK’ın eylem dönemi yaşadığını ileri süren Stratejik Meseleler Uzmanı General Abolfazl Mescidi, Devrim Muhafızları’nın bu yaz mevsiminin sonuna kadar “PKK ve PJAK’ı bitirme ve tam bir sınır emniyeti tesis etme” kararı aldığını, “PKK’nın PJAK’ın anası olduğunu ve PKK’nın asıl eylemlerini Türkiye aleyhine gerçekleştirdiğini”, bu sebeple de “Türkiye’nin durumunun da İran’ın durumuna benzediğini” sözlerine eklemişti.[21]
 
Üstelik aynı günlerde İran’la istihbarat paylaşımı yapıldığı ileri sürülüyordu. Hatta bizzat Terörle Mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da bu istihbarat paylaşımını teyit etmiş, daha da ileri giderek “İran’ın ortak askeri hareket önerdiğini ama bizim istihbarat paylaşımını tercih ettiğimizi” ifade etmişti.[22] Önce İçişleri Bakanlığı, daha sonra da “terfi” ettirilerek Terörle Mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevine getirilen Atalay’ın İran tarafından nasıl kandırıldığı ortada iken, “Terörle mücadelede” nerede durduğunu anlayabilmek ve bu mücadelede neden başarılı olunamadığını görmek mümkündür…
 
Fars Haber Ajansı’nın Eylül 2011 sonlarına doğru verdiği habere göre, “İran Devrim Muhafızları komutanlarından General Abdullah Araki, Tahran’ın Irak sınırları içinde PJAK’a karşı gerçekleştirdiği saldırıların durdurulması için ortaya konulan bütün şartların örgüt tarafından kabul edildiğini” yazdı. Yani örgüt pes etmiş ve İran’ın şartlarını kabul etmişti.[23]Muhtemelen bu anlaşma içerisinde Karayılan’la ilgili hususlar da vardı. Artık PJAK’ın İran’a hamlesi en azından bir süreliğine kesilirken, PJAK ile PKK ortak cephe olarak Türkiye’ye dönebilirdi…
 
Bu olayın bizlere açıkladığı tek şey ise, ne yazık ki Türkiye’nin uluslararası ilişkiler ve terörle mücadeledeki politikalarının tek kelimeyle “iflas” özelliği taşıyor olmasıydı…
 
Sonuç
 
İran’la Türkiye arasındaki yol ayrımının “Füze Kalkanı” projesi ile derinleştiği, Ekim 2011’de İran’daki komutanların çıkışlarıyla daha iyi anlaşılabilmektedir. Bu yarayı daha da onulmaz hale getirenler ise iki ülkenin Arap Baharı karşısındaki farklı tutumlarıdır.
 
Türkiye, Orta Doğu’da “laik, demokratik” bir yapıyı savunurken, İran tersine “kapalı ve rejim ihracı heveslisi” bir tutum içerisindedir. Bu tutumu Mısır ve Tunus’ta halkların “Emperyalist Batı’ya karşı başarısı” gibi algılanırken, Suriye gibi bir diğer kapalı rejimde çifte standart uygulamaktadır.
 
İran, Türkiye için gelinen gün itibariyle en az Abdullah Öcalan kadar “değerli” terör elebaşısı Murat karayılan’ı yakalamasına rağmen Türkiye’ye teslim etmemekle, Türkiye’ye karşı ne kadar husumet dolu olduğunu ispatlamıştır. Burada sorulması gereken, Türkiye’nin Karayılan olayından sadece 12-13 ay önce neden bu İran için BM Güvenlik Konseyi’nin tüm ülkelerine karşısına aldığıdır. Türkiye neden İran için enerjisini, parasını, zamanını ve Dışişleri Bakanlığı’nın ağırlıklı mesaisini harcamıştır? İran-Türkiye ilişkilerinde yeniden 1990’lı yıllara dönülmüştür. Bu yanlışlığın hesabını Bakan Davutoğlu ve Başbakan Erdoğan millete nasıl verecektir?
 
İran yeniden PKK kartını oynayabilir mi? Bu sorunun cevabı sıkça tartışılacaktır. Oynaması için yeteri kadar sebep vardır. Ancak, bu desteğin daha sonra bumerang gibi dönüp dolaşıp “PJAK”a dönüşmesi de büyük bir ihtimaldir. Bu ise İran7ın iç istikrarını da önemli ölçüde zedeleyebilecek bir gelişme olur.
 
Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye-İran ilişkileri oldukça büyük hasarlar almıştır. Bu hasarın kısa vadede onarılması da pek mümkün değildir. Hele de Karayılan’ın bile bile ve “ihanet” derecesinde Türkiye’ye teslim edilmediği gerçek ise!
 
Öte yandan, Türkiye ve İran bölgede birbiri ile çatışarak değil, uzlaşarak ve güçlerini birleştirerek geleceklerini ve insanlarının refahını daha iyi sağlayabilirler. Görüldüğü kadarıyla Türkiye’de en azından mevcut Dışişleri bakanı ile Türkiye-İran ilişkilerinin yatışması mümkün değildir…

——————————————————————————–

[1] “İran Karayılan’ı yakalamış sonra bırakmış”, 11.10.2011, http://gundem.milliyet.com.tr/iran-karayilan-in-yakalamis-sonra-birakmis/gundem/gundemdetay/11.10.2011/1449361/default.htm
[2] O dönemdeki yaşananların ayrıntıları için bkz: Celalettin Yavuz, “Orta Doğu Güvenliğinde İran ve Nükleer Silahlanma Sorunu”, 9.06.2010, http://www.turksam.org/tr/a2070.html
[3] Celalettin Yavuz, “NATO Lizbon Zirvesi: Füze Kalkanından Afganistan’a Beklentiler ve Gerçekleşenler”, 21.11.2010, http://www.turksam.org/tr/a2251.html
[4] Celalettin Yavuz, “İran’da Tehlike Çanları – Rusya’dan S-300 Füzesi, Türkiye’den Benzin Satışı Durdu”, 4.10.2010.
[5] “Amerika Türkiye’yi İran İçin Tehdit Etti “, Yeniçağ, 28.04.2011.
[6] Mehmet Tezkan, “PKK’nın Arkasında Suriye Olmasın!”, Milliyet, 18.08.2011.
[7] Utku Çakırer, “Esad konuştu”, Cumhuriyet, 7.10.2011.
[8] “Suriye ile savaşa da hazırız”, Cumhuriyet, 7.10.2011.
[9] Erhan Başyurt, “Erdoğan beklenen adımı atacak”, 26.09.2011, http://www.bugun.com.tr/haber-detay/170293-erdogan-beklenen-adimi-atacak-haberi.aspx
[10] “Tahran’dan Ankara’ya İsrail çıkışı”, 27.09.2011, http://www.cnnturk.com/2011/dunya/09/27/tahrandan.ankaraya.israil.cikisi/630816.0/index.html
[11] Markus Bernath, “Oppositionsrat gegen Assad steht”, 3.10.2011.
[12] Semih İdiz, “Ortadoğu’da herkes Erdoğan’ı sevmiyor”, Milliyet, 24.09.2011.
[13] ‘Türkiye hesabını vermeli’, 10.10.2011, http://www.gazeteport.com.tr/haber/56880/turkiye_hesabini_vermeli
[14] “İran’dan Türkiye’ye füze kalkanı tehdidi”, 10.10.2011, http://dunya.milliyet.com.tr/iran-dan-turkiye-ye-fuze-kalkani-tehdidi/dunya/dunyadetay/10.10.2011/1448993/default.htm
[15] Semih İdiz, “İran Erdoğan’a ateş püskürüyor”, Milliyet, 11.10.2011.
[16] “Karayılan Yakalandı, PEJAK Parçalandı”, 14.08.2011, http://www.gazetecileronline.com/newsdetails/3124-/GazetecilerOnline/karayilan-yakalandi-pejak-parcalandi
[17] “İran: Karayılan Yakalandı…”, 14.08.2011, http://secim.bugun.com.tr/haber-detay/166093-karaylilan-la-ilgili-flas-aciklama-haberi.aspx. Arıca bkz: “PKK’nın İkinci Adamının Yakaladığı Haberi Doğrulandı”, 14.08.2011, http://www.mehrnews.com/tr/newsdetail.aspx?NewsID=1383135
[18] “Karayılan Haberi Yalanlandı”, 14.08.2011, http://www.haberevet.com/haber/20110814/366783/karayilan-haberi-yalanlandi.html
[19] “Arınç, “Karayılan açıklamasını yalanladı!”, 11.10.2011, http://www.haberkusagi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=50846:Arinc
[20] “Akıllı bombalar yerle bir etti”, 18.08.2011, http://www.takvim.com.tr/Guncel/2011/08/18/akilli-bombalar-yerle-bir-etti
[21] “PKK ve PJAK konusunda İran ve Türkiye’nin durumu benzerdir-2”, 19.08.2011, http://www.mehrnews.com/tr/newsdetail.aspx?NewsID=1387286
[22] “İran Karayılan’ı yakalamış sonra bırakmış”, agy.
[23] “İran PJAK’ı teslim aldı!”, 30.09.2011, http://dunya.milliyet.com.tr/iran-pjak-i-teslim-aldi-/dunya/dunyadetay/30.09.2011/1445010/default.htm

 

Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı
Terör Enstitüsü

http://www.turksam.org/tr/a2495.html

Yazar

Milli Düşünce Merkezi

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar