Yükleniyor...
Nisan ayı Türk Milleti’nin hissiyatında, millî iradesinin doğum günüdür. Bu irade, Anadolu’daki işgâli ortadan kaldırmış, hür ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Emperyalistler için Türk Milleti’nin gösterdiği bu irade, hâlâ kanayan bir yaradır. Emperyalizme rağmen böyle bir durumun olması, elbette ki cezasız bırakılamazdı(!) Bu nedenle; Türk milletinin iradesinin doğum gününü gölgede bırakacak bir yol tutuldu. Bu yol da soykırım iddialarını ortaya atıp, Demokles’in kılıcı gibi Türk devletinin tepesinde sallandırmaktan geçiyor.
Yüzyıllar boyunca beraber yaşadığımız bu insanlar, Türk milleti ile neden kavgaya tutuştular? Ermeniler kimdir, tarih sahnesine çıkışları ve tarihteki varlıkları nasıldı?
20. yüzyılın başında emperyalistler ile neden işbirliğinde bulundular ve bu işbirliğinin bedelini nasıl ödediler? Türk milletine nasıl bedel ödettiler?
Doktora derecesini de alan Emekli Kurmay Albay Ömer Lütfi Taşçıoğlu, 30 yıllık bir çalışma sonucu yayımladığı “Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarihî, Siyasi ve Hukuki Gerçekler” adlı kitapla, tüm bu soruları ve meseleyi geniş bir çerçeveden ele alarak tüm belgeleriyle cevaplandırmış.
Eser; yazarın kısa bir özgeçmişi, giriş yazısı, künye ile altı ana bölüm ve çok sayıda alt başlıktan oluşmakta. Yararlanılan kaynak ve arşivler, mahkeme tutanakları, antlaşma ve belgelerin kaynakça kısmında belirtilmesi okur açısından büyük bir kazanım. Yazarın dili sade, kolay anlaşılır ve akıcı bir üslûba sahip. Kronolojik sıralandırması, vaka örneklerinin birbiri ile uyumlu olup okuru bağlamdan kopartmaması ve güncel olaylar ile ilişkilendirmesi, yazım yetisi yönünden bir araştırma kitabı için oldukça başarılı. Emeni meselesini ilk kez duyan birine bile, olayları baştan sona, doğru terminoloji ve bilim çizgisinde tek başına anlatabilecek derecede detaylı bir çalışma.
Ermenilerin tarih sahnesine çıkışlarına dair birçok görüş var. Ermeni din adamı ve tarihçi Movses Horenatsi, MÖ 2350 yılındaki Nuh Tufan’ından sonra Nuh’un torununun torunu olan Hayk(Babacık) ile başlatır. Bazı Ermeni yazarlar ise, Ermenileri Trakya’dan Anadolu’ya getirmek suretiyle kök bulmaya çalışır. Herodot’a göre, batıdan gelen bu insanlar, Frikyalılarla birlikte bugünkü İran coğrafyasındaki hükümranlara karşı savaşmışlardır. Sandalcıyan’a göre ise tarihî bir değeri yoktur. Bazı tarihçiler Hititlere ve Hayklara dayandırsa da Ermenilerin kökenleri hakkında geçerli ve kesin bir bilgi yoktur.
Türk- Ermeni ilişkilerinin başlangıç noktası olarak Selçukluların Anadolu’ya gelişlerini alabiliriz. Malazgirt Zaferi öncesinde Anadolu’nun birçok yerinde Türk varlığı mevcuttu. Anadolu’ya yapılan Türk akınlarına karşı, Ermeniler güçleri yettiğince Türklere karşı durmuşlardır. Malazgirt Savaşı ile Türkler, Anadolu’da siyasî ve devlet olarak bir nüfuz oluşturmaya başlayınca, Ermenilerin de Türkler ile ilişki kurması kaçınılmaz olmuştur. Ermenilerin Bizanslılara duydukları tepkinin önemli bir diğer nedeni de, Bizans İmparatorlarının Ermenileri yaşadıkları topraklardan topluluklar hâlinde göç ettirmeleri ve onlara karşı Ortodokslaştırma politikaları uygulamaları olmuştur. Buna karşın, Selçukluların adalet anlayışı ile hareket etmesi de Ermeniler ile Türkleri yakınlaştırmıştır.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Ermeniler; küçük bir kısmı Çukurova Bölgesinde, Doğu Anadolu ve Kafkaslarda küçük prenslikler hâlinde, bir bölümü ise bugünkü İran toprakları, Bizans ve Selçuklulara tâbi azınlıklar olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Osman Bey Ermenileri Kütahya’ya, Orhan Bey ise Bursa’ya taşıyarak buraları onlar için önemli yerler hâline getirmişti.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, Bursa’daki Ruhanî önderleri Hovakim’i İstanbul’a getirterek, Rum Patrikliği yanında, bir de Ermeni Patrikliği kurmuştur. 1461’de de Bursa’daki Ermeni Papaz Hovakim’i Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tüm Ermenilerin dinî lideri olarak görevlendirerek kendisine Patrik unvanı vermiştir. 1479’da da Karaman Ermenilerini İstanbul’a getirterek Samatya taraflarında yerleştirip iskân etmiştir.
Bizans tarafından sürekli asimilasyona tâbi tutulan Ermeniler, Malazgirt Zaferi ile beraber başlayan süreçte, artık, huzur içerisinde, Türklerle beraber yaşamaya başlamıştır.
Selçuklular döneminden itibaren Türklerin güvenini kazanan Ermeniler; Osmanlı’da Kavm-i sadıka, sadıka-i tebaa gibi isimlendirmelere mazhar olmuş ve önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Fransız ihtilâli ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının güçlenmesi, Balkanlardaki farklı etnik gruplar arasında bağımsızlık fikirlerinin hızla yayıldığı dönemlerde, özellikle Rusların desteği ve etkisiyle, bağımsızlık hayâlleri kurmaya başlamıştır. 19. Yüzyıldan itibaren Rusya, Gayr-ı Müslim grupları desteklemiş ve Ermenileri Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında bir bariyer olarak kullanma politikası izlemiştir.
“28 Temmuz 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması’nı müteakip Rusya; İran’ın diğer bölgelerinden getirdiği 40.000 Ermeni’yi, yeni ele geçirdiği topraklara yerleştirmiş, benzer şekilde 14 Eylül 1829’da, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Edirne Antlaşması’ndan sonra Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’ndan getirdiği 90.000 Ermeni’yi, yeni ele geçirdiği Azerbaycan topraklarına yerleştirmiştir. Bu suretle Rusya, gerek İran’la gerekse Osmanlı Devleti ile arasında Ermenilerden oluşan birer tampon bölge kurmuştur.” Çarlık sonrası Rusya’da Stalin döneminde Türklere uygulanan kültür ve dil asimilasyonu politikaları, Ermenilere uygulanmamıştır. Türklerin birbiri ile bağını koparmak için her bir Türk halkının diline özgü, ayrı Kiril alfabesi uygulamasından Ermeniler ve Gürcüler muaf tutulmuştur
18. yüzyılda Osmanlının zayıflamaya başlamasına paralel olarak Fransa, özellikle Suriye toprakları üzerinden Doğu Akdeniz’i kontrol altında tutma hedefini gerçekleştirebilmek için Ermenileri kullanmaya başlamış ve bölgede yaşayan Ermenilere özerklik fikrini aşılamıştır. Fransa’nın Osmanlı Devleti’ndeki konsolosluklarının raporları incelendiğinde, bunların Ermenileri açıkça tahrik ve Osmanlıya karşı isyana teşvik ettikleri görülmektedir. Ermenileri kendi devletlerine karşı kışkırtan diğer ülkeler ise, İngiltere ve ABD’dir.
1804 yılından itibaren, İngiltere’nin kurduğu “British and Foreign Bible Society” adlı misyoner teşkilatının üyeleri Anadolu ve Ortadoğu’ya gelmeye başlamışlardır. Ermeniler arasında yoğunlaşan misyonerlik faaliyetleri sonucu, Osmanlı Devleti’nde yaşayan birçok Ermeni, Protestan mezhebine geçmiştir. Sonuç olarak İngiltere, Osmanlı Devleti üzerinde, koruma hakkı iddia edebileceği küçük bir Protestan topluluğuna sahip olmuş ve bunların haklarını bahane ederek Osmanlı Devleti’ne dayatmalarda bulunmaya başlamıştı.
Amerikan Yabancı Misyon Örgütü (ABCFM) ilk misyoner örgütü olarak 1810 yılında Boston’da kurulmuştur . Örgüt 1818 yılında Osmanlı Devleti’ni programına almış ve ilk misyonerlerini 1820’lerden itibaren Anadolu’ya göndermiştir. Bunun yanı sıra Amerikan Protestan Kilisesinin kendilerine hedef kitle olarak Osmanlı Ermenilerini seçerek faaliyet göstermesi, Osmanlı Devleti’nde ve ABD’de Ermeni siyasi hareketinin filizlenmesine sebep olmuştur. Bu kapsamda Türkiye’deki “ Ermeni Sorunu” temellerini, ABCFM adlı misyoner kuruluşu ile 1820’lerde ABD atmıştır.
1838’de imzalanan Balta Limanı Antlaşması ve 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilânı, Osmanlı İmparatorluğu’nun iç islerine İngiltere’nin ne kadar müdahil olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Daha önceki dönemlerden büyük imtiyazlara edinen İngiltere, Büyükelçisi Canning’in aracılığıyla Reşit Paşa’yı etki altına alarak devletin yönetiminde söz sahibi olmaya çalışmıştır. İngiliz mallarının kolayca Osmanlı topraklarına sokulup ticaretinin yapılması, devleti hem siyasi hem de ekonomik anlamda oldukça zayıflatmıştır. Bu zayıflama döneminin farkında olan İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun iç işlerine da fazla müdahalede bulunmaya başlaması, misyonerlik faaliyetleri ile şekillendirilen Osmanlı’da Ermeni sorununun ortaya çıkması için en uygun zemini oluşturmuştur.
Ermeniler, Rusya’nın teşvikiyle 1860’lı yıllardan itibaren Osmanlı Devleti’ne karşı isyan hazırlıkları içine girmiştir. Ermeni asıllı Amerikalı yazar Somakyan “Armenia and The Great Powers” adlı eserinde, Rusya’nın Ermenileri ve Kürtleri Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırttığını açıkça yazmıştır. “Aslında reform maskesiyle Osmanlı bünyesindeki Ermenilerin saadeti için çalışıyor görüntüsü veren Rus politikasının öncelikli amacı Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesindeki Ermenileri devamlı olarak katliam tehdidi altında tutmaktı. Zîra bu durum Rusya için hayati derecede önem taşıyan bu bölgeye müdahale bağlamında kullanabileceği elverişli bir diplomatik bahane idi. Ermeniler ve Kürtler arasındaki huzursuzluğun farkında olan Rusya, onların arasında bu durumu körüklemek yönünde önemli çabalar harcayarak Osmanlı Devleti’ne karşı güvensizlik ortamı yarattı. Öyle görünüyor ki, Rusya’nın bu çabaları Ermeni ve Kürtlerin hükûmete karşı düşmanlıklarını artırarak büyük bir başarı kaydetmişti.”
1878’de imzalanan Ayestefanos Antlaşması’na göre Batum, Kars, Ardahan, Oltu, Eleşkirt ve Beyazıt Rusya’ya verilmiş. Doğu’da da Ermenilerin meskûn olduğu bölgeler Rusya’nın himayesine bırakılmıştır. Rusya; “Osmanlı Devleti bu bölgelerde (Ermenilerin olduğu yerler) ıslahat yapmadıkça Rusya bu bölgeden çekilmeyecektir.” Maddesini ekleterek ileride bu bölgeleri ilhak etmenin de yolunu açmıştır.
1878 yılında imzalan Berlin Antlaşması’nda Ermeni ve Kürt nüfus arasındaki gerilime dikkat çekilmesi de önemlidir. Eserin ikinci bölümü, Ermeni meselesinin ortaya çıkışını ideolojik körlük yaşatmadan, âdeta bir ultrason cihazının kılcal damarları görüntülemesi gibi, tüm detaylarıyla ortaya koyuyor.
Üçüncü ve ana bölümde ise Ermeni isyancıların Anadolu’daki 28 isyanı, suikastler, katliamlar ve eylemlerine yer verilmiş. İsyanlar tek tek ve detaylıca incelenmiş. Mahkeme kayıtları, resmî tutanaklar, mağdur tanıklar ve ifadeleri tarafgirlikten uzak belge ve arşivlerle bilim ölçütünde bir değerlendirme olarak okura sunulmuş. Kronolojik sıralama, vakaların yer ve sonuçları, bir sonraki isyanlardaki etkileri ile olay konu örüntüsü son derece başarılı. Her bir vaka merak duygunuzu, empati yeteneğinizi ve muhakeme gücünüzü harekete geçiriyor. Ermeni isyanlarının onucunda, Türk halkına uygulanan katliamların vahametinin boyutuna duygularınızı katmadan tanıklık etmeniz imkânsız. Okurun duygusunun satırlara karıştığı yerde, yazarın, duygusunu katamadan tarih biliminin sistematiğine son derece sadık kalmış olması, bu eseri şahsî kitaplığınızda müstesna bir yere konumlandırıyor. Yazarın bu çabasının karşılığını okurda bulması için en etkili bölümünü, eserin okunmasını teşvik etmek ve merak duygusunu ortadan kaldırmamak adına kısa bir bilgi olarak söylemek kâfi.
Osmanlı Devleti; emperyalist devletlerin desteği ve işbirliği ile Anadolu’da sistemli bir katliama girişen Ermeni isyancılara karşı, diğer vatandaşlarını korumak adına, 24 Nisan 1915’te 14 il (Edirne, Erzurum, Adana, Ankara, Aydın, Bitlis, Halep, Bursa, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Konya, Elâzığ, Van) ve 10 mutasarrıflığa (Urfa, İzmit, Bolu, Canik(Kastamonu), Kayseri, Balıkesir, Niğde, ,Eskişehir, Afyon, Maraş) gönderdiği genelge ile göçün ilk işaretini vermiştir. Bu da bize isyan ve Türk halkına yönelik katliamların tüm Anadolu’ya yayıldığını göstermektedir. 27 Mayıs 1915’te de Sevk ve İskân kararı alınmıştır. Bu sürecin, demografik, sosyolojik, siyasî tüm sonuçları yine tüm belgeleri ile açıkça ortaya konmuş.
Dördüncü bölümde, dillere pelesenk olan soykırım ve katliam sözcüklerinin sözlük anlamı yanında, uluslararası ilişkiler ve hukuk açısından önemi de tüm yönleriyle ele alınmış. Ermenilerin zorunlu Sevk ve İskânının neden sistematik bir katliam ve soykırım olamayacağı hukukun tanımları içerisinde ortaya konmuş. Bu suçlamalara karşılık hamaset yerine tarihin gerçekliğine başvurarak arşiv ve belgelerle cevap verilmiş.
Tüm bu belgeler ışığında Birinci Dünya Savaşı yılları ve sonrasında Anadolu ve Kafkasya’da bir Ermeni soykırımı değil, ama bir Türk soykırımının yaşandığını görülmektedir. Suçluyu mazlum yerine koymakta oldukça mahir olan Ermeni ve lobileri sayesinde bugün yirmiden fazla ülke, ABD’nin 43 eyaleti, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Dünya Kiliseler Konseyi, gibi birçok kuruluş, Ermeni Soykırımı iddiasını taraflı ve yanlı olarak kabul etmiştir.
Son bölümde ise Ermenistan Türkiye ilişkileri ve Ermeni lobisinin Türkiye’deki işbirlikçileri okur hafızasını tazelemek adına yakın tarihimizden örnek ve isimlerle ortaya konmuş. Ermenistan’ın bağımsızlık süreci, Hocalı Katliamı ve Karabağ işgâli, Moskova Antlaşması’nın feshedilerek Türkiye Ermenistan sınırının tanınmaması gibi nedenlerle, Türkiye Ermenistan ile ilişkileri en alt kademeye indirmiştir.
Sevk ve İskân Kanunu’ndan 10 yıl önce II. Abdülhamit’e suikast girişimiyle başlayan, Türk devlet adamlarına yönelik katliam eylemleri, Talât Paşa, Sait Halim Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Azmi, Cemal ve Enver Paşa gibi isimlerin öldürülmelerine yol açmıştır. Atatürk’e yönelik suikast girişiminde de bulunan Ermeniler, 1973 yılından sonra yurtdışında görev yapan Türk diplomat ve görevlilerine yönelik 110 Terör saldırısı daha gerçekleştirmiştir.
21.04.2019 günü, Suriye’de PKK bünyesinde bir Ermeni taburu kurulması ve bunun fotoğraflarının tüm basın yayın organlarına servis edilmesi, kitabın Ermeni terör örgütleri kısmını okuduğum âna denk gelen acı bir tesadüf oldu.
Çokça tartışılan Anadolu Kültür Vakfı ve başkanı Osman Kavala, Açık Toplum Vakfı gibi, Ermeni Soykırımına destek olan, Kürt-Ermeni-Rum-Alevi-Süryani ayrımcılığını destekleyen Repair Future gibi kuruluşlarda yazan gazeteciler, organizasyon yapan kuruluşlar ve sahiplerinin büyük bir çoğunluğu Türk adı, soyadı ve kimliği taşıyan ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları.
Kitapta, Ermeni ve PKK işbirliğinin açık bir şekilde tanımlanması, belgelerinin ortaya konması, toplum hafızası için önemli bir uyarıcı. “Ermeni ASALA ile PKK 8 Nisan 1980’de Lübnan’ın Sidon kentinde ortak bir basın toplantısı düzenleyerek Türkiye’ye karşı ortak eylem kararını aldıklarını açıklamıştır. Buna göre ASALA terör olaylarından çekilecek; bu görevi PKK üstlenecekti. Yani Türk milleti ve devletine karşı terör olaylarını Türkiye’de ve yurt dışında ASALA yerine PKK düzenleyecekti. Bu kapsamda 21-28 Nisan 1980 tarihini, ‘Kızıl Hafta’ olarak ilan eden ve 24 Nisan Tarihini Ermenilerin katledilme günü olarak kâbul ettiğini açıklayan PKK, her yıl 24 Nisan’da anma toplantıları yapmaya başlamıştır.”
Ermenistan PKK ile işbirliğinin yanı sıra DTP(Demokratik Toplum Partisi), DBP( Demokratik Bölgeler Partisi) ile de yakın temaslarda bulunmakta ve özellikle Ermenistan’ın Taşnak Partisi ile DTP ve onun uzantısı durumunda olan HDP(Halkların Demokratik Partisi) yakın işbirliği içerisindedir. Hükûmetin; devletin güvenliğini tehlikeye atarak başlattığı “Açılım Süreci”nde de DTP-DBP-HDP harf kombinasyonu, sokak ve ilçe tabelalarına Kürtçenin yanında Ermenice levhalar da yazmaya başlamıştı. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğunluk kazanan Ermenicilik faaliyetlerine son dönemde Türkiye’ye turist kisvesiyle gelen Ermenilerin kışkırtıcı faaliyetleri de eklenmiştir. İnsan Hakları Derneği ve HDP’nin Ermeni Soykırımı iddialarını tanımaları da neden ve niçinleriyle ortadadır.
24 Nisan gelince hatırladığımız, tepki gösterdiğimiz soykırım iddiasını ne yazık ki hem toplum, hem devlet olarak büyük bir çoğunluğumuz 25 Nisan sabahı unutuyor. Titizlikle hazırlanmış bu kitap, Türk milletinin ferasetine sunulmuş. I. Dünya Harbi ve sonrasında, Ermeniler tarafından katledilen 1 milyon 189 bin 132 kişinin anısına, Ermeni ASALA terör örgütünce katledilen 42 diplomat ve vatandaşımızın yasına, Ermeni ASALA-PKK işbirliği ile katledilen 40 bin ve katledilmeye devam eden insanlarımızın acısına istinaden, okumayı bilen her Türk vatandaşının okuması gerektiğine inandığım kaynak kitaplardan biri oldu.
Ermenilerin iddialarını hukuki anlamda geçersiz kılan Malta Yargılamalarının kitapta kendine yeterince yer bulamaması gördüğüm bir eksiklik oldu.
Bilim değerlerine sadık kalarak Türk milletinin onurunu ve itibarını koruyan, Türklerin soykırıma maruz kaldığı hâlde soykırımla suçlanmasına razı gelmeyen vicdanının sesine kulak vererek çaba gösteren herkese teşekkürler.
Kaleminize, bilginize, emeğinize sağlık Ömer Lütfi Taşçıoğlu.
Nobel Yayınları
Basım Yılı: 2015
Sayfa:404