Yükleniyor...
Prof. Dr. Ahmet Buran’ın “Kurşunlanan Türkoloji” kitabı; hangi coğrafyada olursa olsun Türk insanı, Türk dili veya Türk kültürü, baskı ve zulme maruz kaldığında dünyanın üç maymunu oynayarak görmezden gelişini gözler önüne seren bir eser olarak karşımıza çıkıyor.
Genel olarak Türk dili, edebiyatı ve tarihi ile ilgili konuları ele alan bilim dalına Türkoloji denir. Bu kitap; Türklük biliminin siyasal ve sosyal tarihini açıklarken hangi ideoloji, yönetim ve toplumların hangi dilden, dinden ve soydan insanların bu bilim alanına nasıl yaklaştıklarını da ortaya koymaktadır. Oryantalist, emperyalist, ideolojik ve siyasal yaklaşımlarla bilim odağındaki yaklaşımlar arasındaki farklılıkları gösterip, olayları daha doğru anlamamıza kılavuzluk etmektedir. Batıda Türkiye’den yaklaşık 80-90 yıl kadar önce başlayan Türkoloji çalışmalarına cumhuriyetin ilanından sonra bizde de önem verilmiştir. Türkologlarımız kısa sürede büyük mesafe katetmiştir. Yine de Türkoloji alanındaki çalışmalarımız bugün bile istenilen seviyede değildir.
“Türkoloji terimiyle ilgili çeşitli tartışmalar vardır. Fuat Köprülü 1924 yılında kurulan enstitüye Türkiyat Enstitüsü adını vermiştir. Cemil Meriç’e göre Türkoloji ‘yanlış, uydurma, ucube’ bir adlandırmadır. Meriç, Muharrem Ergin’in ‘Türkoloji, Türk filolojisi demektir.’ şeklindeki açıklamasına da şiddetle karşı çıkar ve eleştirir. Kimi araştırmacılara göre Türkiye dışındaki Türklük bilimi çalışmalarına Türkoloji demek doğru olabilir ancak Türkiye’de Türk dili ve edebiyatı üzerine yapılan çalışmalara, Türkoloji adının verilmesi uygun değildir. Ziya Gökalp, Avrupa’da Türklük ile ilgili çalışmaları iki bölüme ayırmaktadır: Lamartine, Auguste Comte, Pierre Lafayette, Mismer, Pierre Loti, C. Farrere gibi Türk dostu kişilerin yazdıklarına ‘turquerie, Türkperestlik ve Türk severlik’; Rusya, Almanya, Macaristan, Danimarka, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde birçok bilim adamının Türkler hakkında yaptıkları bilimsel çalışmalara da ‘Türkiyat ve Türkoloji’ adını vermektedir. Türkoloji terimi üzerinden tartışmaya girmeden, adı ne olursa olsun, genel anlamda Türkoloji/Türklük bilimi biçiminde adlandırılan çalışma alanıdır. Bu tartışmalar eşliğinde hızla gelişmiştir.” (Buran,2011: 279)
Türkoloji, Batıda ve Rusya’da ise uzun yıllar dil, kültür, tarih ve sosyal bilimci meslek gruplarının özel ilgisini çekerek tüm dünyada dar anlamda filoloji, geniş anlamda Türklerle ilgili bütünü kapsayan bir bilim dalı olarak hâlâ yoğun ilgi görüyor. Türkoloji biliminin tarifini yapan Prof. Dr. Ahmet Buran; aktif olarak Türkoloji bilimi için çalışmakta, sıkıntılarına alanda birebir şahit olmakta, bu alanda sayısız öğrenci yetiştirmekte ve eserler vermeye devam etmektedir. Uğruna ömrünü adadığı Türkoloji biliminin, tarihine ve zorluklarına akademisyen olarak tanık olmaktadır.
Yazar, bu esere çarpıcı bir isim koymuş; “Kurşunlanan Türkoloji”. Böylece okuruna “Bir bilim dalı, fizikî olarak kurşunlanır mı?” sorusunu istem dışı sorduruyor. Ne yazık ki bu sorunun cevabının evet olduğunu, 560 sayfa sonunda tüyleriniz diken diken olarak kabul ediyorsunuz. Türkoloji bilimi; çalışanlarının, büyük çoğunluğu Türk kökenli olsa da diğer halklardan olanların da ayırım yapılmadan, bir dönem fizikî olarak kurşuna dizildiği bir bilim dalıdıdır. Bu kitabın yazımındaki amaç; Türkoloji alanında yaşanan zorlukları ortaya koymaktır. Bu kitap, sadece Türk kültürüne hizmet ettiği için baskıya uğrayan, sürgün edilen ve hatta kurşuna dizilen sayısız bilim adamı, sanatçı ve aydına adanmıştır.
Yazar kitabı yazma amacını, uzun bir giriş yazısında kaynak eser ve kişi adları vererek şöyle anlatır: “Her kitap gibi bu kitabın yazımına karar verilmesinin bir öyküsü var: 16-21 Ağustos 2004 Uluslararası Şarkiyatçılar Kongresi’nde bir bildiri sunmak için Moskova’ya gitmiştim. (…) Rusya Bilimler Akademisi, Doğu Bilimleri Enstitüsü yayını olan ve F.D. Aşnin, V.M. Alpatov ve D.M. Nasilov tarafından hazırlanan eser “Repressirovannaya Türkologiya” (Moskova 2002) adını taşımakta idi. Sovyet Birliği döneminde baskı ve zulüm görmüş, sürgüne yollanmış, hapis ve ölüm cezalarına çarptırılmış Türkologların hayat hikâyelerini belgeleri ile anlatmaktaydı. Türkologların kimi Rus, kimi Ukrayn, kimi ise çeşitli topluluklara mensuptu. Bütün bu insanların ortak noktası; Türk dili, edebiyatı, tarihi, folkloru ile ilgilenmeleri, “Sovyet Vatandaşı” kimliğini benimsemeyip yerel ya da ulusal kimliklerini korumak istemeleri ve Türkiye Türkleri ile ilişkilerinin olmasıydı. Bu eseri görünce bizde bu alanda hiç eser olmayışını üzüntü ile karşıladım ve bu kitabı yazmaya karar verdim.(…) Bu eserle biz; dünyada hiçbir bilim kolu mensubunun yaşamadığı, dramatik ve trajik olayları yaşayan ve canları pahasına Türkoloji’ye hizmet eden insanlara karşı vicdani görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye çalıştık.” (Buran, 2011: 13-16)
Ele alınan konular; sistemli, birbirinden kopuk olmayan, tarih biliminin metodolojisinden sıkça faydalanılan, geçmişten günümüze bir kronoloji silsilesi içinde, tarihi antlaşma, belge ve arşivlerden faydalanılarak anlatılmıştır. Eser, temel kaynak düzeyinde bir çalışmadır. Dili oldukça akıcı, üslûbu sadedir. Hedef okuyucu kitlesi olarak, Türkoloji ile yakından ilgili ya da belli bir bilgi birikimi olan insanlar seçilmiş gibi gözükse de bunun böyle olmadığını, bir önyargı olduğunu eseri okuyunca anlıyorsunuz. Kurşunlanan Türkoloji, yazarın kendi ifadesiyle iki bölümden oluşmaktadır: İlk bölüm “Korku Tüneli” , ikinci bölüm ise “Türkoloji- Dilimizin ve Bilimimizin Soykırımı” şeklindedir.
Bölüm; Türklerin özellikle 1850 ve 1950 arasında uğradığı sürgün, baskı ve soykırımların genel ve kısa tarihçesi ile başlıyor. Sırasıyla Balkanlarda yaşanan savaş, göç ve mübadeleye dair antlaşma metinleri ve istatistiki veriler detaylıca var. Birçok kaynak kitap ve ismin alıntılanması, okura geniş bir arşiv edinme imkânı sunuyor. Adalar konusunu anlatırken Kıbrıs ve Girit’in Türk tarihindeki yerini ve Türkiye için önemini ele aldığı kısımlar, sorunlarımızın bugün bile sürüyor olduğunu da göz önünde bulundurunca, yazarın konuyu ne kadar titiz ve gerçekçi bir yaklaşım içerisinde ele aldığını okura hissettiriyor. Sovyetler Birliği’nde görülen insanlık tarihinin en vahşi ve trajik olaylarını bir sistem çerçevesinde detaya boğmadan, konunun özünü ideolojik saplantılara çekmeden, tarihi gerçekliğinde ele alması ve vicdan süzgecinden geçirmesi; okurunu millî bilincini geliştirmesi ve sağlamlaştırması yönünde olumlu etkiliyor.
Kırım, İdil, Ural, Kafkaslar, Batı ve Doğu Türkistan, Irak başta olmak üzere; buralarda yaşayan Türk topluluklarının sorunlarının, sıkıntılarının sona erdiği şeklindeki yanlış algımızın ne kadar temelsiz olduğunu ortaya koyuyor. Son yüz yıllık olaylar silsilesi ele alınırken birçok Türk toplumunun sorunlarının, Stalin sonrası sona erdiği gibi, toplumdaki var olan yanlış algının neye hizmet ettiğini okura sorgulatıyor. Bir okur olarak “Hayır tüm bu acılar bazen tarihteki şekliyle bugün dahi tekerrür ediyor. Bazen şekil değiştirerek hâlâ yaşanıyor.” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Türkiye’de çoğunlukla -sanırım coğrafi nedenlerden- Kıbrıs, Kırım ve Kafkasya’daki Türklerin acıları, sorunları bilinir. Birçok okur, Kırgızistan ve Çon Taş katliamlarından bu kitap ile haberdar olmuştur. Türklere yapılan baskı ve zulümlerden Türkiye’deki önemli isimler de nasiplerini almıştır. Hüseyin Nihal Atsız, Zeki Velidî Togan, Orhan Şaik Gökyay gibi isimlerin; Kafkaslarda ve Karadeniz’de sürgünlerin yoğun olarak yaşandığı dönemde Türkçülük-Turancılık Davası’yla yargılanmaları ve cezalandırılmaları elbette tesadüfi değildir. Korku Tüneli adlı bölüm; 1850’den itibaren Dünyanın her köşesindeki Türk tarihinden okurunun, az ama öz şekilde, haberdar olacağı kadar ele alınmıştır.
Bu bölümde Türkoloji’nin doğuşu, gelişimi, oryantalizm ve Türkoloji hakkında bilgi verilmesi, Türkoloji’yi bilmeyen okurun bile anlayacağı sadelik ve üslûpta ele alınması okur açısından son derece olumlu. Türkoloji biliminin gücünün farkına varan “güçler”, 1926 Bakü Türkoloji Kongresi’nden oldukça tedirgin olmuşlardır. Bu Kongrenin etkileri ve sonuçları, Rusya’nın çeşitli politikalarını şekillendirmiştir. Yazar: 30 Temmuz 1937 tarihli Repressiya hareketini başlatan SSCB’nin; sistemli ve programlı bir şekilde baskı, şiddet ve katliam programını ele almasını belgelerle ortaya koyarak Türkiye’de pek bilinmeyen bir vakayı Türk toplumuna da tanıtır. Bir katliam hareketi başlatan Lenin’in, yüzbinlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan politikalarından biri olan “Milliyetler Politikası” ve bu politikaların Türkler üzerindeki etkilerine örnekleriyle yer verir. (Buran, 2011: 325- 330) Ruslar; Türk birliğinin en önemli aracının Türk dili olduğunu bildikleri için, birliği bozmanın yolunun dili bozmak olduğunu düşünmüşlerdir. Önceki yüzyıllarda sadece konuşma dili olan Türk lehçelerini “seçilme, standartlaşma, yaygınlaşma ve kabul” gibi yazı dili olmanın doğal süreçlerini yaşamadıkları hâlde, yazı dili hâline getirmeye başlarlar.
Tam bir dil ve toplum mühendisliği projesi olan bu gelişmeler karşısında Türkçeyi savunan, Türk dilinin gelişiminin bozulmasını istemeyen, ortak Türk dilinden bahseden aydınlar “gerici, Pantürkist, Panturanist” olarak suçlanmış, tutuklanmış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş, psikolojik ve sosyal işkencelere maruz kalmış, daha vahimi birçoğu öldürülmüştür. Gaspıralı İsmail Bey’in “Dilde, fikirde, işte birlik” söylevi; Rusların, dil yoluyla Türkleri tarihlerinden, kültürel kaynaklarından kopararak yeni dil ve kavramlarla istedikleri şekle dönüştürme çabalarını görmesinin bir sonucudur.
“Sovyet aydınlarının bir bölümü sistemi, devleti ve liderleri överek hayatta kalmayı başarmış; bir bölümü ise her türlü yakınlaşma çabasına rağmen sisteme ve yöneticilere yaranamamış, vahşice öldürülmüşlerdir. Bazı Sovyet vatandaşları, bir yolunu bulup yurt dışına kaçmışlardır. Bunlar arasında çok sayıda bilim adamı, sanatçı, sporcu, yazar ve şair vardır. Türkiye Türkoloji’sinin önemli isimlerinden Reşit Rahmeti Arat, Zeki Velidî Togan, Ahmet Caferoğlu, Abdulkadir İnan, Ayaz İshâkî, Sadri Maksudi (Arsal), Ahmet Temir bunlardan bazılarıdır.” (Buran, 2011: 340)
Kurşunlanan Türkoloji; tarih bilimin sıkça başvurduğu ama Türkoloji bilimine dair az görülen bir konu ve teknikle belgesel-kitap olarak yazılmıştır. İlgi alanı Türk olan bir bilim dalına uygulanan şiddet ve katliamın; fotoğraflar, istatistikler, arşivler, mektuplar ve gazete kupürleri gibi geniş kaynaklardan faydalanarak ele alması bu eseri diğer eserlerden farklı bir yerde konumlandırıyor.
Sadece Stalin döneminde 42.6 milyon insan katledilmiştir. Bu dönemde “troyka” denilen tiyatro mahkemelerde bilinçli olarak seçilen Gürcü ve Ermeni hâkimlerden oluşan üçlü mahkemeler, 10-15 dakika gibi kısa sürelerde bir insanın öldürülmesi kararını vermiştir. Sadece Dede Korkut ve Manas Destanı ile ilgilendiği için öldürülen, tutuklanan Türkologlar bugün bile ürpermemize yol açıyor. Masaldan destana, kitaptaki bir karakterden betimlemeye kadar Türk’ü çağrıştıran her detay, Türk Birliğine hizmet amacı güdüyor diye yargılanmıştır. Kitabın başından sonuna kadar Dünyanın neresinde Türk insanı, Türk kültürü ve dili baskıya ve işkenceye maruz kalmışsa dünyanın üç maymunu oynayarak görmezden geldiğine, çığlıkları duymadığına şahitlik ediyoruz. Ana dili Türkçe olan, Türkçe konuşan her bireyin; Bekir Sıdkı Çobanzade’den Törekul Aytmatov’a, İsa Yusuf Alptekin’den Orhan Şaik Gökyay’a kadar birçok ismin mücadelesine yer verilen bu kitabı mutlaka okuması gerekir. Ahmet Buran’ın şiarı olan fikrine göre “Bir kavrama, dile, keşfedilen ürüne adını koyan, dünyayı yönetir.” Türkçe, bizim sözde değil özde kimliğimizdir. Türkçe, bizim uğruna kurşunlara dizildiğimiz kimliğimizdir. Türkçe bizim sadece ses değil yaşam bayrağımızdır.