Yükleniyor...
Türkiye içte ve dışta devasa problemlerle boğuşuyor. Aslında artık hepimizi bunaltan bu cümle yerine mutluluk ve güzellikleri anlatan cümleleri o kadar çok özledik ki. Ama böyle cümleleri kurmaya, insanları ferahlatan ve en azından gülümseten yazıları yazmaya biraz daha zaman var.
Ülkemizin içinde bulunduğu dış meseleler malûm. Etrafımız ateş çemberi. Gerçi bu ateş(ler)e AKP iktidarı da çok odun attı. Bütün komşularımızla sıkıntı yaşıyoruz. İran, Irak, Suriye, Kıbrıs, Akdeniz… Libya ve Ege’deki adalarımıza bayrağını dikmesine itiraz edilmeyen Yunanistan… Gerçi itiraz edilmeyen denince akla Türk Milleti gelmemelidir. 2004 yılından beri fiilî bir hâlin yaşanmasına itiraz etmeyen AKP yönetimi kastedilmektedir. Mesela eski bir başbakan daha bakanken kendi adamıza turistik bir seyahat için pasaportla gitmiştir. Şimdiki bir bakanın turizm şirketi de kendi adalarımıza yapılacak seyahati “Yunan adaları” diyerek pazarlamaktadır.
Saydığımız devletler ve bölgeler sıcak gelişmeler yaşandığı için zikredilmiştir. Yoksa Mısır, İsrail, AB, Katar hariç Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri… Bölgede olan Rusya ve ABD… Hâsılı aramızın sorunsuz olduğu ülke yok gibidir.
Suriye’de sıcak çatışmalar yaşanmakta, Allah daha fazlasından korusun, şehit haberleri gelmektedir. 2015 yılında Rusya Suriye’ye geldikten sonra birkaç defa, ABD ile anlaşamayınca Rusya, Rusya ile anlaşamayınca ABD ile birlikte hareket eden değişken bir siyaset izlenmekte. Bu da bölgenin hararetini oldukça fazla yükseltiyor. Yükselen bu hararet de her açıdan ve daha çok bizi etkiliyor.
Kısaca söylemek gerekirse, 1921 yılının Eylül ayında Sakarya Irmağı kıyısında durdurulan Türk Milletinin geriye çekilişi yeniden başlamış durumda. 29 Ekim 1923’de hastalıktan kurtulmuş olan Türk Devletinin de hastalığı nüksetmiş bir hâlde. Eğer böyle olmasaydı Cumhurbaşkanı dâhil devletin en yetkili makamları ve parti başkanları, mütemadiyen ve çok vurgulu bir şekilde, beka meselemizin varlığından söz etmezlerdi.
AKP Genel Başkanının son grup toplantısındaki (19 Şubat 2020) konuşması da bu hususta toplumu düşünceye sevk etmiştir. Zaten toplantıdan hemen sonra da hukukçular sesini yükseltmiştir ancak toplumdaki karmaşa o kadar büyük ki derhal gündem değişivermekte.
Grup konuşmasında FETÖ hainliğinden bahsederken “Bu yapıyla en başından beri hem meşrebi hem itikadi sorunumuz vardı. Ama hükümetlerimiz döneminde ülkede bizim gibi düşünmeyen, hareket etmeyen herkes gibi bunlara da hukuk ve hakkaniyet sınırları içerisinde yaklaştık.” ifadeleri vardı. Devlet yönetiminde itikada dayalı bir farklılığın varlığından bahsedilmesi dahi çok dikkat çekici. Hele de daha başlardaki “Bu ülkede vesayet güçleri yıllarca FETÖ’ye en küçük bir şekilde dokunmamıştır. Tam tersine ‘Allah’ diyen ‘kitap’ diyen, namaz kılan, eşi başörtülü kim varsa onları tasfiye etmenin yollarını aramışlar… İrtica ile mücadele kisvesi altında din düşmanlığı yapılması” düşüncesiyle birleşince bu önem artmaktadır.
İtikadî sorun aynı dinin içinde yaşanır. Ama “CHP dâhil olmak üzere yıllarca irticayla mücadele bahanesiyle cadı avına çıkar gibi Müslüman avına çıkanların tek bir gün bile gerçek anlamda FETÖ’cüleri hedef aldıkları görülmemiştir.” cümlesiyle sorun bambaşka bir cephe kazanmaktadır. Bir kere bu ülkede yaşayanların neredeyse tamamına yakını Müslümandır ve böyle bir ava çıkıldığını söylemek, milletin arasında, ne zaman patlayacağı belli olmayacak bir bomba koymak gibidir.
Ayrıca FETÖ mensupları ile inanç bağlamında sadece itikadî sorun varsa onlar da Müslüman demektir. O zaman yukarıdaki FETÖ’ye dokunmayan vesayet güçleri tam tersine ‘Allah’ diyen ‘kitap’ diyen, namaz kılan, eşi başörtülü kim varsa onları tasfiye etmenin yollarını aramışlar şikâyeti çok ciddi tezada düşmektedir.
Bir milletin huzur içinde yaşaması için en önemli husus hukuk ve adalettir. Hukuku oluşturan yasaların ve yazılı olmayan örf gibi ahlak gibi kuralların uygulanması çok önemlidir. Adalet tam da burada gereklidir. Hiçbir kişi servetine, siyasî gücüne, rengine, mensup olduğu dinî veya fikrî gruba ya da herhangi bir farklılığa göre ayrıcalık ve üstünlük sahibi olamaz. Hukuk karşısında herkes eşittir. Adalet de hakkın sahibi bulunarak teslim edilmesidir. Uygulayıcısı olan hâkimin bağımsızlığı ile sağlanır. Ama son yıllarda yaşananlar yargının bağımsızlığı hakkında her geçen gün artan sıkıntıların varlığını işaret etmektedir.
Gezi Davasının mahkeme sonuçlarına baktığımızda da bunlar görülmektedir. Öncelikle sonuçlara gerçekten suçlu ya da suçsuz diye bakmadan görünenler rahatsızlık veriyor. Sistemde büyük sıkıntı olduğu ortaya çıkmakta. Davada beraat etmiş olan bir kişi daha tahliye edilmeden, başka bir dosyadan tekrar gözaltına alınıp tutuklandı. Hem de sanki talimatla yaptırılan bir tutuklamaymış gibi bir görüntü verilerek oldu.
Cumhurbaşkanı AKP grubunda Gezi Olaylarını isim de vererek dış güçlerin yaptığını vurgulu bir biçimde ifade etti. Soros türü bazı tipler diyerek, Türkiye ayağının hapiste olduğunu ve bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar, onlarla beraber başkaları da bu işin içerisinde dedi. Bu cümlelerle de mahkemelerimize dış güçlerin müdahalesinin olduğunu devletin en üst makamı söylemekte. Yedi yıl önce gerçekleşmiş olan dış güçlerin tezgâhını hâlâ bozamayan bir yönetim hâlen dış güçlerden şikâyet ediyor. Hem de bütün dünyanın gözü önünde ve TBMM’de…
Son iki yılda yaşanmış olan Rahip Brunson ve Türk asıllı Alman gazeteci (casusu!) Deniz Yücel’in vakasından sonra bu olay da hukuk tarihine geçecek.
Ama grup konuşmasının en üzücü ve en ironik cümleleri “Sevsinler senin aydınlık gençlerini. Bunlar, tamamıyla sayenizde aldatılmış gençler… Bizim aldatılmış gençlere ihtiyacımız yok.” idi.
O gençler -kimse- çıksa “Aldanmışız, Allah ve aziz Milletimiz bizi affetsin” dese mi ki? Affedilirler mi acaba, ne dersiniz?