Yükleniyor...
Türk tarihi, medeniyetlerin beşiği Anadolu’dan, Altay Dağları’nın sarp yamaçlarına kadar geniş bir coğrafyada binlerce yılın izlerini taşır. Göktürklerden, Selçuklulara, Osmanlılardan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bu tarih, onurlu zaferlerle, zorlu dönemlerle ve en önemlisi büyük bir dirençle şekillenmiştir.
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti olarak adlandırdığımız 17. Türk devleti, kuruluşunun 100. yılını geride bırakmanın gururuyla, yeni bir yüzyıla adım atmaya hazırlanıyor. Ancak bu adımı atarken, muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmamız için nereye yönelmemiz gerektiğini sorgulamamız kaçınılmazdır.
Kimi zaman Araplaşma, kimi zaman Batılaşma, kimi zaman da Doğululaşma olarak tanımlanan farklı yönler, aslında Türk milletinin hangi yolda ilerlemesi gerektiği konusundaki derin bir kararsızlığın göstergesidir. Ancak asıl mesele, bu yollardan hangisini seçeceğimiz değil, bu yolların bizi Türk kimliğiyle nasıl birleştireceğidir.
Orhun Abideleri’nde yazılı olan “Türk, töresini koruyarak yaşa!” ifadesi, Türk kimliğinin özüne dair en belirgin mesajlarından biridir. Tarihte, Türkler kendi törelerine, geleneklerine ve değerlerine sıkı sıkıya bağlı kaldıkça, zorluklarla baş edebilmiş ve tarihe damgasını vurmuştur. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluşundan, Malazgirt Meydan Muharebesi’ne kadar olan süreçte, Türklerin töresine olan bağlılığı, karşılaştıkları tüm engelleri aşmalarına olanak tanımıştır.
Yine Osmanlı İmparatorluğu döneminde, İstanbul’un fethi gibi tarihe altın harflerle yazılan zaferlerin arkasında, Türk milletinin kendi kimliğine olan inancı yatmaktadır. Osmanlı, döneminin en güçlü medeniyetlerinden biri haline gelirken, Türk’ün gelenekleriyle, töresiyle, kültürüyle şekillenen bir yönetim anlayışına sahip olmuştur.
Şimdi ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni bir yüzyıla adım atarken, tarihsel mirasına sahip çıkması, Türk kimliğine yeniden sıkı sıkıya sarılması gerekmektedir. Bu, Araplaşmak, Batılaşmak ya da Doğululaşmak anlamına gelmez. Tam aksine, tarihin derinliklerinden gelen bu ses, Türk olmanın, Türk gibi düşünmenin, Türk gibi hareket etmenin çağrısıdır.
Sonuç olarak, yeni bir yüzyıla adım atarken, tarihsel mirasımızın bize sunduğu bu değerli dersleri unutmamalı, Türk milletinin özüne dönerek, muasır medeniyetler seviyesinin çok daha üstüne çıkabileceğimizi hatırlamalıyız. Çünkü damarlarımızda akan asil kan, bizi sadece büyük bir Türk ülkesine değil, aynı zamanda büyük ve güçlü bir Türk devletine de götürecektir.
Türk tarihinin sayfalarında, zorlukların üstesinden gelme, dayanışma ve millet olma bilincinin öyküleriyle karşılaşırız. Bu tarihi, tek bir milletin ya da topluluğun değil, Türklerin; bu topraklarda yaşayan her bireyin ortak tarihidir. Her döneminde farklı zaferler, direnişler ve başlangıçlarla şekillenen bu tarih, millet olma bilincinin nasıl oluşturulduğunu, değerlerin nasıl korunduğunu ve geleceğe nasıl yön verildiğini gösterir.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Türk tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu devlet, İslam dünyasında ilk kez Türklerin kurduğu bağımsız bir imparatorluktur. Sultan Alparslan’ın 1071 yılında Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes’i mağlup ederek Anadolu kapılarını Türklere açması, Türk tarihinin dönüm noktalarından biridir. Bu zafer, Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerine olanak tanıyan bir kırılma anıdır.
Ancak bu sadece bir zafer değil, aynı zamanda millet olma bilincinin ne anlama geldiğinin de bir göstergesidir. Anadolu’nun fethedilmesi, yalnızca toprak kazanımı olarak değil, aynı zamanda bir medeniyetin, kültürün ve değerlerin bu topraklara taşınması olarak da görülmelidir. Selçuklular, Anadolu’ya sadece fiziksel olarak değil, aynı zamanda kültürel, sosyal ve ekonomik olarak da yerleştiler. Medreseler, hanlar, hamamlar ve kervansaraylar inşa ederek, bu topraklarda bir uygarlık oluşturdular.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise, Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u fethederek, Bizans İmparatorluğu’na son vermesi, tarih sahnesinde yeni bir başlangıcın habercisidir. Bu fetih, sadece bir şehrin alınması değil, aynı zamanda iki kıtanın birleştiği bir noktada, Türklerin ve zaferi olarak kaydedilmiştir. Bu zaferle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu, dünya tarihinde önemli bir güç haline gelmiştir. Yenilikçi ve reformist politikalarla, Osmanlı, hem kendi topraklarında hem de dışında etkili olmuştur.
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında, geçmişteki bu büyük zaferleri, direnişleri ve başlangıçları hatırlamak, geleceğe yön vermemiz için bize ilham kaynağı olmalıdır. Tarihin bize öğrettiği en önemli ders, birlik ve beraberlik içinde hareket ettiğimizde, zorlukların üstesinden gelebileceğimiz ve büyük başarılara imza atabileceğimizdir.
Muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak için, tarihimizden aldığımız derslerle, birlikte hareket etmeli, değerlerimize sıkı sıkıya bağlanmalıyız. Damarlarımızda akan asil kan, bizi sadece geçmişe değil, aynı zamanda aydınlık bir geleceğe de taşıyacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş ayarlarına dönerek, büyük Türk milletinin değerlerine sahip çıkmalıdır.
Geleceğe dair umutlarımızı yitirmeden, tarihimizin bize sunduğu derslerle, muasır medeniyetler seviyesinin çok daha üstüne çıkacağımıza inanmalıyız. Türk milleti olarak, birlik ve beraberlik içinde, geleceğe emin adımlarla ilerlemeliyiz. Yeni yüzyılın bize getireceği fırsatları değerlendirmeli, Türkiye Cumhuriyeti’ni daha da yükseklere taşımalıyız. Tarihin derinliklerinden gelen bu ses, bizi sadece geçmişe değil, aynı zamanda parlak bir geleceğe de çağırıyor. Ve biz, bu çağrıya coşkuyla cevap veriyoruz!