Yükleniyor...
Bazı türküler vardır; duyduğunuzda, türküyü yakanın yüreğindeki ateşi bağrınızda hissettiğiniz. Öyle içtendir, öyle sıcaktır ki iç sesimiz gibidir. Başka bir zamanda, başka bir mekânda sanki sizin dudaklarınızdan dökülmüş gibi…
Çoğunun sahibi bilinmez. O zaman zaten bizimdirler. Anonim deriz, dilden dile bambaşka şekilleriyle söyler dururuz. Veysel’in türküleri ise bambaşkadır. Anonim türküler kadar yaygın ama hepsinden daha derinliklidir. Sadeliğinde güçlü bir felsefe barındırır. İnsandan, bu güne dek kazandığı, kaybettiği ne varsa çıkarıp aldığınızda geriye kalandır anlattığı: İnsandır aslında. O yüzden olacak ki söyleyende de dinleyende de başı hafif önde bir tevazu ve dinginlik görülür. Veysel’in türküleri bir noktada buluşturur zengini, fakiri, farklı düşünceleri; fakat bir tek kibirliler oturamaz kurduğu muhabbet sofrasında. Otursalar da doyuramazlar gönüllerini…
Veysel Şatıroğlu Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan Köyü’nde dünyaya gelir. İki ablasını hayattan çalan çiçek hastalığı onun yakasını da bırakmaz. Yedi yaşında iken iki gözünü çiçek hastalığı yüzünden kaybeder. Dokuz yaşında babasının aldığı bağlamayla tanış olur. O gün belki de kendine ölümüne kadar eşlik edecek sadık bir dost edinmiştir. Hatta sazına bir de vasiyeti vardır: “Ben gidersem sazım sen kal dünyada, gizli sırlarımı aşikâr etme…” Zamanla kendini bu alanda geliştiren Veysel’in o dönemki Sivas Maarif Müdürü Ahmet Kutsi Tecer ile tanışması hayatının dönüm noktalarından biridir.
İki gözünü çiçeğe teslim etmiştir etmesine de kâinatı görmek, okumak için illa göz mü gerekir? Bakıp da görmeyenlerin arasında bakmadan gören; görüp de anlamayanların arasında görmeden sezen; sezdiklerini gönül süzgecinden geçirip tellere döken Âşık Veysel, gönül gözüyle görenlerdendir. Katıldığı bir programda sunucunun sorularına verdiği samimi cevaplar, yukarıdaki sözlerimizi doğrular niteliktedir. Program sunucusu ile aralarında şu konuşma geçiyor:
-Acaba sizi karanlığa sürükleyen bu rahatsızlığınız olmasaydı yine Âşık olur muydunuz?
-Olmazdım.
-Gözlerinizi tedavi ettirmek istemediniz mi?
-İstemedim.
-Neden?
-53 yılında Afyon Eskişehir otelinde birkaç gazeteci ve bir tane doktor vardı, gözlerini açalım dediler. İstemem dedim. Sebebine gelince gözlerim açık olsa idi ben bir köyde Veysel olarak kalırdım. Toprağın da ne olduğunu bilemezdim. Toprağın kıymetini de anlayamazdım. Çünkü benim kafamda bir yuva var ki sizin dünyanıza benzemiyor. Kafamdaki dünya bana her şeyi gösteriyor. Oradan ilham alıyorum. Gözlerim açılırsa bu yuvayı dağıtırım, yeni bir yuva kurmama imkân yok.
Bu konuşmadan anladığımıza göre sunucunun sorusundaki gibi bir karanlığa sürükleniş yok ortada. Aksine birçoklarının dillerine pelesenk ettiği ama çok da yaşayamadığı bir “aydınlanma” var. Madden ışıktan ve renkten mahrum olduğu düşünülse de, manen bir aydınlığın içinde olduğu anlaşılıyor.
Bu olayın ardından “Küçük Dünyam” adlı şiiri yazdığını anlatıyor:
Bir küçük dünyam var içimde benim,
Mihnetim, ziynetim bana kâfidir.
Görenler dar görür, geniştir bana
Sohbetim, ülfetim bana kâfidir.
Yine aynı programda sunucu, türkü anonsunu yapmadan önce Âşık Veysel’in Ahmet Kutsi Tecer’le olan anısını hatırlatıyor. Hikâyedeki nüktedanlığa bakınız: Söylediğine göre yeme içmeli bir toplantıda, Veysel’in sıkıldığını fark eden Ahmet Kutsi Tecer, yanına gidip hâlini sorar. Âşık âşıklığına yaraşır şekilde cevap verir:”Biz yedik içtik ama saz acından ölüyor.”
Her türküsü ayrı değerdedir benim için fakat: “Benim sadık yârim kara topraktır” burnumun direğini başka sızlatır. Hayatın anlamı hakkında tonlarca laf etsek, kitaplar dolusu yazsak, topraktan gelip yine bir avuç toprak olacağımızı hatta daha fazlasını onun kadar içten ve anlamlı şekilde anlatamayız. O yüzden nefesimizi tüketmeyelim, türkümüz anlatsın bize:
Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yârim kara topraktır.
Beyhude dolandım ey yâr boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır
Nice güzellere ey yâr bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim ey yâr topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır.
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile dövmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
Âdem’den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır
Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülinen
Benim sadık yârim kara topraktır
İşkence yaptıkça ey yâr bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sadık yârim kara topraktır
Havaya bakarsam ey yar hava alırım
Toprağa bakarsam duâ alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yârim kara topraktır
Dileğin var ise iste Allah’tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hâkk’tan
Benim sadık yârim kara topraktır
Hakîkat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın kul da Allah’a
Hâkk’ın hazinesi gizli toprakta
Benim sadık yârim kara topraktır
Bütün kusurumu ey yâr toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yârim kara topraktır
Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i ey yâr bağrına basar
Benim sadık yârim kara topraktır.
Bugün bizleri etkileyen felsefesinin yanında, karakteri de önemli bir örnektir Veysel’in. Mesela, kendisini terk edeceğini sezdiği eşinin çorabına, kaçtığı yerde sefil olmasın diye para koyacak kadar yüce gönüllü ve temiz kalplidir. Paranın yanına bir de not bırakır Veysel: “Al, bu para ananın ak sütü gibi helal olsun. Gittiğin yerde kendini ezdirme. Bir de güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa…” Kaynak
Olayın ardından altı aylık kızı ile baş başa kalan Veysel aldığı darbenin acısını da yine şiirine döker:
Bir vefasız zalim yâre bağlandım,
Tarih üç yüz otuz beşte evlendim.
Sekiz sene bir arada eğlendim,
Zalim kâfir yetim koydu kuzumu.
Biz Türkler ne kadar popüler kültüre teslim olmuş görünsek de, türküler vazgeçilmez bir parçamızdır. Dünya dolsa şarkı ile Türk’üz türkü çığırırız. Müzikle hiç ilgisi olmayan birinin bile bildiği; neşeli ya da üzgün, ruh hâline göre mırıldandığı birkaç türkü muhakkak vardır. Düğünlerimizde, tarlalarımızda, yolculuklarımızda her yerde türkü dinleyip, türkü söyleyebiliriz. Âşık Veysel de bu özelliğimizi ve türkülerimizin hayatımızdaki yerini şu şiiri ile ifade eder:
…
Toplantıda yığınlarda
Bayramlarda düğünlerde
Sıkılınca dar günlerde
Türk’üz türkü çığırırız
Odalarda otağlarda
Yaylalarda yataklarda
Koyun gibi koytaklarda
Türk’üz türkü çığırırız
Su başında sulaklarda
Türk’ün sesi kulaklarda
Beşiklerde beleklerde
Türk’üz türkü çığırırız
…
Âşık Veysel bize çok değerli bir miras bıraktı. Şükür ki sesinin kayıt altına alınabileceği teknoloji çağına erişti; biz de kendi sesinden kendisini, fikirlerini ve de türkülerini dinleyebildik. Veysel’i bugün bile kendi sesinden dinlemeyi seviyorsak, türkülerini birçok sanatçı çok farklı türde severek söylüyorsa “Benim sadık yârim kara topraktır” şiirinin son kıtasında söylediği gibi “sırra mazhar olmuş” ve ölmez eserler bırakmış demektir. Ruhu şâd, mekanı cennet olsun.