Yükleniyor...
Üsküdar’daki bir sahaftan aldığım “Eskici Baba” romanında, altı yaşındaki kız çocuğunun söylediği bu cümleyi okuduktan sonra hemen gözümün önüne Yeşilçam’ın en meşhur çocuk karakteri ‘’ Ayşecik’ gelmişti. O zamanların çocuk yıldızı, Zeynep Değirmencioğlu’nun canlandırdığı bu karakter de yaşından beklenmeyecek derecede merhametli, çalışkan, yardımsever, dirayetli idi. Tıpkı Kemalettin Tuğcu’nun “Eskici Baba” romanının çocuk kahramanı Nurten gibi. Ayşecik ile Nurten arasında gerçekten de çok sağlam bir bağ var. Şöyle ki ikisi de aynı yazarın kaleminden çıkmış iki karakter. Yani Kemalettin Tuğcu’nun iki karakteri bu kız çocukları.
Çocukluğumun sevgili yazarı Kemalettin Tuğcu’nun, üzerimde gerçekten de büyük emeği var. İşin aslına bakarsanız, hangimizde yok ki?
Memleketimizin kaç nesline okumayı sevdirdi kim bilir, Kemalettin Tuğcu? Yazdığı yüzlerce roman (bir görüşe göre 476 romanı bulunuyor) ve sayısız yazıyla o, Anadolu’nun en ücra köylerine, köşelerine kadar uzanmış bir yazar. Pek az kimseye nasip olan bu özelliği yüzünden ona ailemizin yazarı, romancısı da diyebiliriz bence.
Geçtiğimiz günlerde Kemalettin Tuğcu’nun vefat yıldönümüydü. Çocukluğumuzun bu merhametli yazarı, 18 Ekim 1996 senesinde bu dünyadan göçmüştü. Maalesef, bir, iki sosyal medya paylaşımı ile yazının haricinde, gündemimizde hiç yer bulamadı bu değerli yazarımız.
Kitaplarının biyografi kısmında, Kemalettin Tuğcu’nun hayatı anlatılırken şu cümlelere muhakkak yer verilmiş. “Hiçbir okula gitmedi ve özel olarak da ders almadı. Kendi kendisini yetiştirmiş ve tercümeler yapacak kadar da Fransızca öğrenmiştir. Bütün gençliğini Çengelköy’deki köşkte, toplumdan uzak olarak geçirmiş; bu arada roman, hikâye şiirler yazmış, küçük el sanatlarının hemen hepsini öğrenmiştir.”
Boğaziçi’nin sevimli köylerinden Çengelköy’ünde, saray kilercibaşılarından olan büyük dedesi Ömer Bey’e hediye edilen köşkte dünyaya gelen Tuğcu, bacaklarındaki rahatsızlık nedeniyle yıllarca yatalak olarak yaşamış. Günlerini, senelerini yattığı yerden hayaller kurarak geçirmiş. Hiç bilmediği, gitmediği ve gidemeyeceği yerlere hayallerinde uçup gidivermiş. Yürüyemediği, oynayamadığı bu yıllardaki acısını, hüznünü atması ve bir parça da olsa teselli bulabilmesi için annesi tarafından yazmaya yönlendirilmiş.
“Ben annemin iç acısıydım. Sakat doğduğum için gizli gizli ağlardı. Annem beni yanından hiç ayırmazdı.” diyerek anlattığı annesi Şaziment Hanım’la hep yakın olmuşlar. Babası Binbaşı Ali Galip Bey ile ilişkisi ise tıpkı romanlarında kahramanlarına yaşattığı gibiymiş. Yani mesafeli bir baba oğul ilişkisi yaşamışlar. Varlıklı bir aile olmalarına rağmen, yaşadıkları üç yangından sonra ellerinde bir şey kalmamış. Tıpkı romanlarında anlattığı gibi geçim sıkıntısı çeken bir aile olarak ayakta kalmaya çalışmışlar. Yirmili yaşlarında bir ayağından ameliyat olunca bastonla yürümeye başlamış Kemalettin Tuğcu. Bundan sonra da meslek hayatına adım atmış. Zaten evvelinde de kendi kendine öğrendiği mesleklerle ekmeğinin peşindeymiş. Mesela oturdukları köşkün bütün tamir işleri onun elinden geçermiş. Ayrıca marangozluk, duvarcılık, tesbihçilik, keman ve saz yapımı gibi pek çok farklı iş de elinden gelirmiş. Yani çocukluğumuzun sevgili yazarı, tıpkı romanlarının kahramanları gibi hep çalışkan, hep gayretli imiş. Tıpkı kahramanları gibi ömrü boyunca hep ekmek parası için, çoluğunun çocuğunun geçimi için yaşadığı sağlık sıkıntılarına rağmen çalışmış çabalamış. Neredeyse yapmadığı iş kalmamış.
27 Aralık 1902 de dünyaya gelen Kemalettin Tuğcu, memleketimizin önemli olaylarına da şahitlik etmiş. Üç padişah, on iki cumhurbaşkanı görmüş. Annesinin aldığı defterlerle durmadan dinlenmeden yazmış da yazmış. Yazıyla olan ilişkisini marazi bir tutku olarak isimlendiren çocukluğumuzun sevgili yazarı, o dönemleri şöyle anlatıyor:
“Benim kadar ağlayan genç pek azdır sanırım. Ağladığımı sezen annem, hemen bir defter aldırdı. Mütareke yıllarında başlayan bu yazı yazma hastalığı, beni melankolik bir insan yaptı. Bütün o hayatı çocukluğu ve gençliği yazarak yaşadım.” Yıllar sonra, kaleme aldığı yüzlerce romanı en çok okunan kitaplar arasına girdiği zamanlarda bile kendisini hiçbir zaman bırakmadığı o mütevazı haliyle şöyle tarif eder: “Ben edebiyatçı değilim, romancı değilim. Ben yazı yazma hastasıyım,”
“Ben evimden çıkıp 56 numaralı otobüse binmek için yürüyerek durağa kadar gidebiliyorum, çalışıyorum ve para kazanıyorum. Sakatlığım yaşamama, para kazanmama pürüz olmadığına göre…”
Nerdeyse yapmadığı iş kalmamış biridir Kemalettin Tuğcu. Hatta harf devrimi sırasında yaşadığı semt olan Çengelköy’de esnafa yeni alfabeyi öğretir. Kimya konulu bir ders kitabını yeni harflerle Türkçeye kazandırır. Fakat ne ilginçtir ki, ilkokul diploması olmadığı için de devlet dairesine girip de memur olamaz. Çakışma hayatının ilk dönemlerinde, pek çok zahmet ve sıkıntı çeker. Her gün o zamanın kısıtlı ulaşım araçlarıyla Çengelköy’den Bâb-ı Âli’ye geçer. Bacaklarındaki rahatsızlığa rağmen en ağır işler hep ona kalır. O günleri de şöyle dile getirir:
“Ağır işlerde beni kullanırlardı; kir pas içinde kalırdım yapıp bitirinceye kadar. Buna biraz da benim elimden iş gelmesi neden oluyordu. Geçim meşakkati içinde olduğumuzdan koskoca köşkün tamiriyle ben uğraşırdım. Duvarcılıktan lehim işlerine, elektrikçiliğe kadar ben yapardım.”
Türkiye Yayınevi, 1936 senesinde, çocuklara yönelik “Yavru Türk” dergisini çıkarmaya başlar. Derginin başında Rakım Çalapala vardır. Çocukluğumuzun sevgili yazarı Kemalettin Tuğcu’nun basın yayın dünyasına girişi, işte ilk bu çocuk dergisi ile olur. Bu dergide hikâyeler, şiirler, masallar yazar. Daha sonra yine aynı yayınevinden çıkan ‘Ev İş’ dergisini ise neredeyse tek başına çıkarır. Kadınların ilgisini çekebilecek her konuda yazılar yazar, okur mektuplarını tek başına cevaplar. Bu dönemdeki çalışmaları ilk kitabının tarzını da belirlemiş olur. Kemalettin Tuğcu 1937 yılında çıkan ilk kitabının adı “Kocanızı Nasıl Muhafaza Edersiniz?” dir. Bu kitap, okuyucular tarafından büyük bir ilgiyle karşılanır. 1943 senesinin Tuğcu’nun hayatında özel bir yeri vardır. Çocuk romanları ilk defa bu senede tefrika edilir. Türkiye Yayınevi’nden ayrıldığı 1954 senesine değin kitapları bu yayınevinden çıkar. Daha sonra ‘Doğan Kardeş’ ile Hayat Mecmuasında çalışmaya başlar. On üç yaşında, sokaklara düşmüş bir çocuğun mücadelesini anlattığı ‘Sokak Çocuğu’ 1955’de yayımlanır. Bu kitap, o kadar benimsenir ve sevilir ki defalarca yeniden basılır. Artık Kemalettin Tuğcu’nun yazarlık serüveni yeni bir yola girmiştir. Arka arkaya romanları basılmaya başlanır. Kitaplarından “Ayşecik” ise ayrı bir ilgiyle karşılanır. Sinemaya da uyarlanır. Daha sonra pek çok eseri önce sinemaya sonra da televizyona uyarlanacaktır.
Artık sadece çocuklar için yazan Tuğcu’nun kitapları Türk halkından öylesine bir büyük bir ilgi görür ki Anadolu’daki kitapçılar yayınevlerinden taleplerini sayıyla değil de çuval hesabıyla isterler. Gariplerin, kimsesizlerin, sokak çocuklarının, ayrı düşmüş ailelerin hikâyelerinin yanı sıra macera ve bilim kurgu tarzında da kitaplar kaleme almıştır Kemalettin Tuğcu.
Kaderin bir cilvesi, Kemalettin Tuğcu hayattayken edebiyat çevrelerinden hiç ilgi ve takdir görmemiş. Hatta tam tersine bazı çevreler ve eğitimciler tarafından istenmeyen yazar bile ilan edilmiş, çocuk kütüphanelerinden kitapları çıkarılmıştır.
Seveni kadar sevmeyeni de pek çok olan Kemalettin Tuğcu, 18 Ekim 1996 tarihinde bu dünyadan gerçek dünyaya geçti. Kitapları da hâlâ aramızda.
Çocukluğumuzun sevgili yazarına, Allah rahmet eyleye…