Yükleniyor...
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’un Ümraniye ilçesinde gencecik bir polis memuru şehit edildi. Toplumda biraz vicdanı olan herkeste derin infiale sebep oldu. Kamuoyu bir yandan şehit Şeyda Yılmaz’a üzülürken öte yandan şüpheli Yunus Emre Geçti’ye karşı büyük öfke kustu.
Meslektaşları şehit edilen polis memurları, katil zanlısını emniyetten adliyeye çöp poşetiyle hayvan taşıma aracında götürdüler. Adliye koridorlarında şüphelinin karga tulumba gezdirilmesi milyonlarca kez izlendi. Toplumun büyük çoğunluğu bu elim olayın failine karşı polis memurlarının takındığı tavırdan memnun şekilde vicdanlarını rahatlattı.
Katil zanlısının adliyedeki hâline hiçbir hâkim ya da savcı da müdahale etmedi. Ve nihayetinde ne oldu baştan söyleyelim. Baştan beri hataların, ihmallerin, liyakatsizliklerin sebep olduğu bir olay neticesinde bir cinayet gerçekleşti ve katil zanlısına Avrupa İnsan Haklarına fotoğraflar ve videolarla ispatlanabilecek işkence iddiasıyla müracaat hakkı doğdu. Elimizdeki neticelerden bir tanesi ister kabul edin ister kabul etmeyin bu.
Peki, nasıl olması gerekirdi? Ne olsa bu cinayet hiç işlenmeyebilirdi? Nasıl hareket edilse kahredici olay gerçekleşse dahi bu olay başka türden menfi olaylara ve durumlara yol açmayabilirdi?
Disiplinler arası bakışla adım adım izah edelim.
Türkiye’de cezalar infaz edilmiyor, suçlular elini konulu sallayarak geziyor
AKP’nin sık sık değiştirdiği kanunlardan bir tanesi cezaların infazları hakkında. Türkiye’de adalet sistemi haddinden fazla yavaş işliyor. Cezalar adil de değil. Bunların hepsini bir kenara bıraksak dahi AKP iktidar olduğundan bu yana infaz mevzuatında mütemadiyen değişiklik yaptı. Muhtemel sebepleri arasında oy depolarının alt tabandan olmasından mütevellit bu tabandan beklenen oy karşılığında suça bulaşıklığını gidermek. Cezaların infaz edilmesi aşamasında da laçka bir yöntem var. Örneğin Covid-19 salgını esnasında ve sonrasında hastalığın yayılmasına mâni olmak için hapishaneleri boşalttılar. Cezaları kesinleşmiş kimseleri bazen bir gün bazen hiç hapse atmadan denetimli serbestliğe ayırdılar.
Bu uygulamalar ve mevzuat değişiklikleri uzun süredir devam ediyor. Neticesinde Türk halkı da bu duruma alıştı. Artık suç işlerse ceza yargılamasının çok uzun süreceğini, sonunda alacağı cezanın caydırıcı olmayacağını ve cezanın infazının olmayacağını, içeri girse bile infaz mevzuatında yapılan örtülü aflarla hemen dışarı çıkacağını biliyor. İşte bu sebeplerle suçlular halkın tabiriyle suç işlemede profesyonelleşip elini kolunu sallayarak gezebiliyor.
Cezanın amaçlarından bir tanesi de caydırıcılık. Eğer karşımdakine aşk edeceğim bir tokadın bedelini ödemeyeceğimi bilirsem tokat atmaktan çekinmem. Ancak bir tokat için hiç olmazsa bir günlük dahi içeri gerçekten girip hapis yatacağımı bilirsem o tokadı atmadan öne iki defa düşünürüm.
Bu yazının yazıldığı saatlerde kabarık suç dosyalarına rağmen dışarıda gezenlerin yakalandığı haberleri gündeme düşmeye başladı. Ama bu geçici. Onlar da kısa zamanda serbest kalacak. Çünkü mevzuat ve uygulama bakımından müzminleşmiş meselelerimiz var.
Polislerin eğitimleri yetersiz
Ben aynı zamanda uzun yıllardır yakın dövüş çalışan birisiyim. Bu alandaki bilgi ve tecrübeme dayanarak çok rahatlıkla söyleyebilirim ki polislerin eğitimleri ihtiyacı karşılayacak vasıfta değil.
Teorik olarak bir şüpheliyi zapt etmek ile pratik olarak sokakta zapt etmek birbirinden çok farklı.
Sokakta ortalama ağırlık ve boydaki bir kadının ortalama ağırlık ve boydaki bir erkeği tek başına zapt etmesi imkânsız. Bu orantısız durumu ancak silah türünden güç eşitleyicilerle, sayı üstünlüğüyle ya da mücadele sporları teknikleri ile kapatabilir.
Sokakta görev alan polislerin beden dili okuma, tartışmayı tırmandırmama, şüpheliyi kilitleme, bastırma, yere düşürme, bıçak ve tabanca alma teknikleri, durum farkındalığı gibi gayet karma eğitimleri uygulamalı olarak almaları lazım. Ayrıca polislerin hukuki bilgileri de çok zayıf en basit arama, durdurma işlemlerinin dahi hukuki alt yapısından ve hukuk çerçevesinde uygulamasından habersizler maalesef.
Polisler ölmesin diye polise vur emri vermek meseleleri tıpkı bu olaydaki gibi daha da kötü hâle getirir. Çünkü polis zaten gerektiğinde silah kullanabiliyor. Yalnız, mesele silah kullanması değil. Polisten, hâkimine bütün bir adli teşkilat yetersiz, tecrübesiz, isteksiz ve adalete olan güvenini kaybetmiş durumda. Polis silah kullanınca yaptığı hukuka uygun olsa dahi yargılamanın adil olmayacağını biliyor. Öte yandan polisin silah kullanma işlemlerinin de hukuki bilincinde dahi değil. Yani kendisi dahi bilmiyor. Doğrudan kendisi de ihlal ediyor. Sonrasında hakkı ihlâl edilen kimse hakkını yine mahkemelerde alamıyor.
Polis ceza veremez
Yukarıda kısaca izah ettiğimiz birçok unsur bir araya geldi ve hiç yaşanmaması gereken bir olay bütün Türkiye’den vicdan sahibi insanları günler ve gecelerdir rahatsız ediyor. Ancak bu olay ne ilkti ne de son olacak. Bunun haricinde olaydan hemen sonra şüpheliyi darp ederek yakalayan polisinden adliyeye çöp poşetlerine sarılı şekilde hayvan taşıma aracında sevk edenine, adliye koridorlarında karga tulumba ifadeye götürenine kadar bütün muamele tamamıyla hukuksuzdu. Tamamıyla mevcut kanunlarımıza ve Anayasa’ya aykırıydı. Tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere mesela bu arada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine tamamen aykırıydı. Bu muameleyi gören ifade alan hâkim ve savcıların buna seyirci kalması da aynı şekilde yerden göğe kadar maalesef haksız ve hukuksuz ve insanlık dışıydı.
Bu muamele ve buna göz yumulmasının iki büyük neticesi var. İlki kamuoyunun vicdanen rahatlatılması. İşlenen cinayet çok zedeleyici ve polis nasıl da intikam aldı, şeklinde vicdanların rahatlaması. Ama devlet intikam almaz. Yargılar ve ceza verir. Nihayetinde cezayı infaz eder. İnfaz öldürme değil, cezayı suçu kesinleşmiş kimseye uygular, hapse atar ve orada tutar. İkinci büyük neticesi polisinden savcısına ve olaya aynı derecede üzülen sade vatandaşın bu cani adama reva görülen olayı kabul etmesi neticesinde polis teşkilatı dahil elinde yetki bulunan memurun taşkınlıklarına yol açılır.
Polisin bu caniye yaptığı muamele vicdanları rahatlatıyor ama hukuken doğru değil. Bu şekilde sadece kaosa gidilir. Zaten çok kötü olan adalet sistemimiz hiç işlemez hâle gelir.
Peki, ideal olan nedir?
Yazının son bölümünde olayı baştan kurgulayıp bir ütopya hayal edelim. Bunun bir ütopya olacağı AKP iktidarı döneminde böyle bir şeyin gerçekleşmeyeceği 20 yıllık tecrübeyle sabit hâlde. Buradaki ütopya şartlarımız; düzgün işleyen hukuk sistemine sahip Türkiye, ihtiyaca göre hukuk ve teknik bilgi ile donatılmış polis memurlarının olduğu teşkilat.
Senaryo bir; Yunus Emre Geçti’nin 27 adet şuç kaydı asla olamayacaktı. Çünkü düzgün şekilde işleyen adalet sistemi ilk birkaç suçundan itibaren bu insanı sokağa salmayacaktı. Pişman olacağı şekilde cezalandıracaktı. Aynı zamanda diğer sosyal kurumları vasıtasıyla rehabilite edecekti. Topluma kazandıracaktı. Ve bu olay hiç yaşanmayacaktı. Biz de ne şehit olan polis memurunun adını ne de caninin adını hayatımız boyunca duymayacaktık.
Senaryo iki; 27 olmasa da belli bir miktar suç kaydıyla her nasılsa sokakta gezebilen şüpheliyi ensesinden tutup yere bastırmaya çalışırken silahını kaptıran polisler yerine şüpheliyle karşılaştığından aldığı özel eğitim (bu eğitimler içinde silah kaptırmama senaryoları dahi bulunur) ile şüpheliyi mümkün olan en sakin şekilde kelepçeleyip derdest edebilen memurlar. Daha sonra şüpheliyi mahkemeye sevk edeceklerdi ve yargı süreci adil biçimde işleyecekti. Bunun neticesinde biz yine ne şehit olan polis memurunun ne de katilin adını duyacaktık.
Senaryo üç; adil bir hukuk düzeni, ihtiyaca göre eğitilmiş polis memurlarının olduğu ülkelerde dahi bu türden dehşet verici olaylar maalesef yaşanabilir. Bu üçüncü senaryoda da ütopya Türkiye’deki şartlara rağmen bir şekilde sokakta yakalanan ve yine polislerle boğuşması neticesinde bir tanesinin silahını alan cani diğer polisi öldürecekti. Ancak büyük öfkeye rağmen adil bir hukuk sistemine olan güven sayesinde polislerin cinayete rağmen şüpheliyi çöp torbası ile gezdirmeyeceklerdi. İşi yargıya bırakıp öfkelerine hâkim olacaklardı. Bu senaryoda büyük bir yanlışı silelim derken polisin suçluyu cezalandırmasını onaylamamış ve hukuku ayaklar altına almamış olacaktık. Unutmayalım en kötü hukuk sistemi dahi hukukun hiç olmadığı bir yerden daha iyidir. Aksi hâlde bakkaldan ekmek dahi alamazsınız. Kaos böyle bir ortamdır.
Bu hayali senaryolarımızdan bir tanesinin gerçek olması halinde öyle ya da böyle bu neticelerin önüne geçmiş olacaktık. Ama böyle olmadı tabii. Çünkü başka hiçbir sorumlu olmamak üzere bütün AKP iktidarı sayesinde elimizde, sayfalarca suç kaydına rağmen sokakta gezebilen insanlar, yetersiz eğitimle olaylara müdahale ederken silahını kaptıran polisler, polisten kaptığı silahla gözünü dahi kırpmadan başka bir polisi öldüren muhtemelen psikopat suç makineleri, bundan oluşan öfkeyle caniyi yakalayan ve işkence eden başka memurlar, bunu görüp göz yuman hâkim ve savcılar ve sıra kendisine gelinceye kadar bunu gladyatör dövüşü gibi seyreden yığınlar var.