Yükleniyor...
Yazıma başlamadan önce sizlerden bir ricam var. Lütfen üstteki resme dikkatlice bakar mısınız? Ama öncesinde uyarayım: bu bir dikkat testi değildir. Gözlerinizi resmin ortasında dikip şaşı oluncaya kadar baksanız da resmin ortasında bir prenses ya da başka bir nesne resmi belirmeyecek. Sizi temin ederim, resme dikkatlice baktığınızda gerçeklerden başka hiçbir şey göremeyeceksiniz. Hangi gerçekler? Ne demek istiyorum? Anlatayım efendim:
Geçenlerde sosyal medyada gezinti halindeyken bir video düştü önüme. Kısacık bir video ama çok şey anlatıyor. Yer Ilısu Barajı. Kadrajda binlerce ölü balık. Öyle çoklar ki baktığınızda balık olduğunu anlamamız biraz zaman alıyor. Boylu boyunca asfalt bir yol gibi görünüyor uzaktan. Video Haber Programı Sunucusu Güven İslamoğlu tarafından paylaşıldı. İddiaya göre Ilısu Barajı devreye alındıktan sonra gölet susuz kaldı. Yağış da yetersiz olunca gölette bulunan yüz binlerce balık bu şekilde serildi toprağın üstüne. En son izlediğim videoda hâlâ can çekişen balıklar vardı. Birkaç haber sitesi dışında hiçbir yerde ciddi bir haber göremedim konu ile ilgili. Yetkililerden bir açıklama var mı diye bakıyorum günlerdir ama o da yok. Ne DSİ, ne Çevre ve Şehircilik, ne de Tarım ve Orman Bakanlığı konuyla ilgili bir açıklama yapmamış. Benim içim cız etti, ya sizin?
İlgili videoya buradan ulaşabilirsiniz.
Başka bir video da Karadeniz’den. Bu sefer balık ölümü değil, fakat yok olan ekosisteme ses olan bir vatandaşımız var. Ordu’ya bağlı Fındıklı ilçesinde bulunan bir hidroelektrik santralinde, vatandaşımız somon balığının yumurta bırakmak için izlediği yolculuğu canlandırıyor. Fakat o da ne? Somon balığının izleyeceği yolda su kalmamış ve geçeceği yol üzerinde beton bariyerler…
Karadeniz hırçın suları sebebiyle hidroelektrik santrali(HES) yapımı için gözde bir bölge. Teknik detayları geçiyorum. Amacım santrallerin çalışma prensipleri falan değil. Ben biraz daha fayda ve zarar kısmı ile ilgileniyorum.
Hidroelektrik santralleri suyun fizikî olarak akış gücünü kullanması, atık oluşturmaması bakımından temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları arasında gösterilebilir. Fakat yapımı aşamasında derenin her iki tarafına da beton yapılar inşa ediliyor ve derenin doğal yatağı değiştiriliyor. Hâl böyle olunca çalışma alanı içerisinde kalan “dere boyu kavaklar(!)” da kesilmek zorunda kalınıyor. Dere yatağının değiştirilmesi ise mevcut ekosistemi olumsuz etkiliyor.
Konuyu HES özelinden çıkarıp tüm çevre olayları bazında değerlendirirsek; mahvolan öz vatan toprağımızdır, kirlenen çeşmemizden akan suyumuzdur, soluduğumuz havamızdır, zehir dolan soframıza gelen balıktır, meyvedir, sebzedir… O yüzden çevre kirliliği söz konusu olduğunda siyasi görüşümüz ne olursa olsun çevreci bir bakış açısı geliştirmemiz şart. Üstte bahsettiğim iki örnekte videoların altındaki yorumlardan ve bizzat şahit olduklarımdan yola çıkarak söylüyorum bunu. Öyle yorumlar yapılıyor ki burada bile “senin partin”, “onun partisi”, “hain” vb. kısır tartışmalar yaşanıyor. Hâlbuki bu yaşam alanları hepimizin. Birimizin diğerinden daha fazla hakkı yok hiçbiri üzerinde. Topraklarımız, derelerimiz, göllerimiz… Bu zenginlik hepimizin ve bir avuç zenginin yüksek mevkilerde tanıdıkları var diye onların insafına terk edilemez. Karşı çıkmamız gereken şey bu. Yediden yetmişe, özel sektörden devlet kurumlarına kadar topyekûn sahip çıkmalı ve savunmalıyız doğamızı. Bizler her On Kasım’da Mustafa Kemal Atatürk’ün her zaman izinde olduğumuzu söylüyorsak, Yalova’daki yürüyen köşk örneğini asla unutmamalı ve gelecek nesillere aktarmalıyız. Ancak böyle yürüyebiliriz onun izinde.
Dipsiz Göl’ün tahribat öncesindeki hâli İlgili habere buradan ulaşabilirsiniz.
Yanlışı düzeltmek, telafi etmek elbette güzeldir. İnsanız hata yaparız telafisi bazen olur, bazen olmaz. Ama eğer devletsek bugünlük değilizdir. Devlette süreklilik esas olması gerektiğine göre, yüzlerce yıllık birikmiş tecrübemiz, uzman kişilerce donattığımız kurumlarımız olması gerekir. Yani hata yapma lüksümüz olmamalı. Tabi idealden bahsediyorum ama karıştırmayalım, ütopyadan değil. Olması gerekenden.
Son zamanlarda sıkça karşılaşıyoruz kurumlar nezdinde “hata oldu, telafi ediyoruz” durumlarıyla. Çok örnek sayılabilir fakat konu bütünlüğü açısından biz sadece Dipsiz Göl’den bahsedelim. Dipsiz Göl’ü belki de çoğumuz bu vahim olayla duyduk. Doğal hâlini göremeden tahribatına şahit olduk. On iki bin yıllık tarihi göl, yasal izinle(!), define aranması amacıyla(!), jandarmalar eşliğinde(!), iş makineleri vasıtasıyla(!) kazıldı. Hiçbir sonuç elde edilemeyince kazı sonlandırıldı. Neresinden tutsan elinde kalır cinsten bir haber bu. Olay ayyuka çıkınca, izni veren kurumdaki yetkililer hakkında soruşturma açıldı, görevlerinden uzaklaştırıldılar falan ama bir kere olan olmuştu. Buzul çağından kalma, nazar boncuğu misali bir doğa harikası, bir avuç aymazın elinde mahvoldu. Şimdi en iyi yaptığımız işi yapıyoruz. Hata yaptık telafi etmeye çabalıyoruz! Sonucu zaman gösterecek elbet ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak Dipsiz Göl’de.
Dipsiz Göl’ün telafi sonrası durumu İlgili habere buradan ulaşabilirsiniz.
Üç örnekten bahsettim sizlere. Çevrecilik anlayışımızın yansıması olan 3 örnek. Değiştirmemiz gereken zihniyetin manzarası bu. Sırf çınar ağacı kesilmesin diye köşkü yürüten Ata’mızdan, toprağa türkü yakan Veysel’den, , tabiatla dertleşen, tabiattan ders alan, toprağın çocukları atalarımızdan nasıl bir noktaya geldiğimizi biraz olsun göstermek istedim. Bir Türk deyimiyle sözlerimi noktalayayım: Su gibi aziz olunuz, sağlıcakla kalınız.