Koronavirüsü ve Türkiye’nin geleceği

Bölgedeki büyük meselelerimizin yanına bir de koronavirüsü eklendi. Bütün dünya ile birlikte Türkiye de zor bir dönemi yaşıyor. Gelecek de büyük zorluklara gebe. Tedbirler vakit geçirilmeden alınmalıdır.


Paylaşın:

Coronavirüs ve Türkiye'nin geleceği

Dünya büyük bir kaosun içine yuvarlandı… Çin’de ortaya çıkan virüs büyük bir hızla bütün ülkelere yayıldı. Nüfusun yarısına yakın insanın etkilenebileceğine dair açıklamalar görülüyor. 2-2,5 Milyar insanın etkileneceğini düşünecek olursak ve Dünya Sağlık Örgütünün %3’lük ölüm oranı tahmini üzerinden bakarsak çok ürkütücü sonuçlar çıkıyor.

Türkiye, tehlikenin büyüklüğü karşısında geniş bir yelpazede ve radikal kararlar aldı. İlk ve orta dereceli okullarda tatil öne çekildi. Tatil sonra da eğitim, televizyon ve internet üzerinden devam edecek. Üniversitelerde üç hafta eğitime ara verildi. Kamu görevlilerinin yurt dışına çıkışları izne bağlandı. Gelişen şartlara göre kararlar tekrar gözden geçirilerek sürecin yönetileceği görülüyor.

Bütün belediyeler tedbirlerini açıklıyorlar. Toplu taşıma araçlarında temizlik ve dezenfeksiyon çalışmalarını büyük bir ciddiyetle yapmaktalar.

Türk Milletine de çok önemli bir görev düşüyor. Paniğe kapılmadan ve soğukkanlılıkla tavsiye edilen önlemlere uyarak hareket etmek.

Kıtlıkta paylaşılan lokmanın hükmü büyük olur

Millet; kültür, tarih, soy, dil, ülkü birliği olan insanların meydana getirdiği topluluktur. Bu ortak özelliklerin yanına kaderde, neşede, tasada ve kıvançta birlik de eklenir. Yani duygu birliği de öne çıkmaktadır. Savaşta, hastalıklarda, kıtlıkta ya da doğal afetlerde veya millete yönelik tehditlerde bu duygu birliği açığa çıkar. Bu özellik en üst düzeyde, 1999’da, 17 Ağustos Marmara ve 12 Kasım Düzce depremlerinde ortaya çıktı. Türk Milleti kardeşlerine yardım edebilmek, yarasını sarmak, zor zamanında yanında olmak için bölgeye akmıştı. Biliyordu ki acılar paylaşılınca azalacaktı. Öyle de oldu.

Türk Milletinin irfanı çok yüksektir. Yılların imbiğinden geçen bu yüksek irfan çok önemli sözler ortaya çıkarmıştır. Mesela, “Düğününe gidip oynamak, ölüsüne gidip ağlamak” böyle bir deyimdir. Paylaşmayı ve duygudaşlığı mükemmel bir şekilde ifade eder.

Ama böyle zamanlar aynı zamanda tehlikeyi de içinde barındırır. Yönetirken yapılacak bir hatanın kelebek etkisi yapma potansiyeli vardır. ’99 depremindeki “7,4 yetmedi mi?” pankartı hâlâ etkisini çok kaybetmemiştir. Hoş, daha sonra gelenler de bu etkiyi kaybettirmek için değil arttırmak için gayret sarf etmişlerdir ya, ama yazı konumuz bu değildir.

23 Ekim ve 9 Kasım’da 2011’de yaşanan Van depreminde de, sosyal medyada, benzer yaklaşımlarla karşılaşılmıştır.

Hâsılı, kıtlıkta paylaşılan lokmanın hükmü büyük olur. Böyle günler yardımlaşma günüdür, birlik ve beraberliği pekiştirme günüdür.

Yüz yıl öncesinden, Malta’dan, bugüne…

Bu olağanüstü hâli kendi ideolojik hedeflerini gerçekleştirmek için bir fırsat olarak görmek ve bu fırsatı değerlendirmeye çalışmak da büyük bir yanlış olacaktır. Zaten Suriye, Sığınmacılar, Irak, Doğu Akdeniz, Ege Adaları, Kıbrıs meseleleri… Rusya, ABD, AB, Müslüman ülkeler ile ilişkiler… gibi devasa sorunlarla uğraşırken,  Allah korusun, dağılma ve toplumsal bozgun çok daha büyük sonuçlara yol açabilir.

Ziya Gökalp yüz yıl önce esir olarak götürüldüğü Malta’dan bugüne sesleniyor. (Limni ve Malta Mektupları, Fevziye Abdullah Tansel, TTK Yayınları)

“Öyle vakı’alar cereyan ediyor ki, en duygusuz ruhlara bile mefkûre verebilir… Millî felaketlerin uyandırdığı ruhları, en iyi terbiyeciler uyandıramaz. Sh 169

Ferdin ve ailenin bahtiyarlığı, milletin bahtiyar olmasıyla kâimdir. Sh 147

Milletini sevenlerin mukadderâtı milletin mukadderâtıyle beraberdir. Sh 153

İnsanların hâlledemeyeceği meseleleri zaman hâlleder. Bu gün kuvvetli olanları, zaman za’fa uğratır. Bu gün mağlûp olanları zaman galip yapar. Zamanın mucizeleridir ki felâketi saadete, saadeti felâkete kalbeder. Sh 382

Zulüm bir ateştir ki, mazlumdan ziyâde zâlimi yakar. Tarihin tekâmülü de gösterir ki gittikçe hürriyet istibdada, adalet zulme hak kuvvete galebe çalmaktadır. Demek ki içtimâ’î tekâmülün hedefi hak, hürriyet ve adalettir. Sh 354”

Ya gelecek?

Hastalığın, Çin’den başlamak üzere, üretimi ve ticarî faaliyetleri çok olumsuz etkilediği görülmektedir. ABD, 30 günlüğüne, Avrupa’dan girişlere sınırlarını kapattığını açıkladı. Almanya da benzer kararı açıklamak üzere. Sınırların kapatılması ya da çok sıkı kontrol altına alınması, yakın gelecekte ekonomi, tarım ve uluslararası ticarette de kaosun etkilerinin olacağı anlamına gelir.

Bu etkiler önümüzdeki yıllarda kendisini daha fazla gösterecektir. Dolayısıyla hiç vakit kaybetmeden tedbirlerin alınması gerekir. Özellikle tarımda kısa vadede sonuç alacak değişiklerin yapılması, halkın beslenmesinde yaşanacak sıkıntıları önlemek açısından çok önemlidir.

Dünya ekonomisinde yaşanacak daralma açısından, kıt kaynaklarımızın çok daha akılcı kullanılması gerekir. Devlet harcamalarında büyük bir kısıtlamaya gitmelidir. Dolayısıyla üzerinde fırtınalar kopan, çok büyük finansal maliyeti olan İstanbul Kanalı, köprü ya da yol yatırımları -en azından- ertelenmelidir. Üzerinde tartışılması dahi çok elzem olan millî birliğe zarar verebilecek boyuttadır. Kamuda büyük bir tasarrufa gidilmeli, Sığınmacılara verilen destekler gözden geçirilmelidir.

En önemlisi de bugünkü hükümet sisteminde, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, sorumsuzluk hâkimdir. Bir anayasa değişikliği ile TBMM’ye yani Türk Milletine karşı sorumluluk sağlanmalıdır. Bu değişiklik, aynı zamanda, önümüzdeki birkaç yılda yaşanacak olan zorluklar aşılırken, görevlilerin işlerini daha rahat yapmasını sağlayacak bir zırh olacaktır.

Yazar

Hakan Paksoy

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar