ATATÜRK’Ü YENİDEN ANLAMAK BİR ZARURETTİR

  Türk Milli tarihi çok önemli şahsiyetlerle doludur. Atatürk şüphesiz ki bunlar arasında ilk sırada olanlardandır. Atatürk; öncelikle, Türk Milletinin 900 yıl süren, Anadolu ve Avrupa hâkimiyeti neredeyse sonlanmak üzereyken ortaya çıkmış; elinde silahı, parası olmayan en önemlisi de özgüvenini  -neredeyse- kaybetmiş bir milleti, tekrar bir araya getirerek ayakta kalmasını sağlamayı başarmış bir Kahramandır. O […]


 

13232937_1039693496124067_4249607185215077538_n

Türk Milli tarihi çok önemli şahsiyetlerle doludur. Atatürk şüphesiz ki bunlar arasında ilk sırada olanlardandır.

Atatürk; öncelikle, Türk Milletinin 900 yıl süren, Anadolu ve Avrupa hâkimiyeti neredeyse sonlanmak üzereyken ortaya çıkmış; elinde silahı, parası olmayan en önemlisi de özgüvenini  -neredeyse- kaybetmiş bir milleti, tekrar bir araya getirerek ayakta kalmasını sağlamayı başarmış bir Kahramandır.

O günlerin Türkiye’sinde ulaşım, olmayan yollarda binbir zorluklarla sağlanmaya çalışılmakta, en kısa mesafeye bile birkaç günde gidilebilmekte, haberleşme sadece telgrafla yapılmaktadır.

İktisadi hayatın neredeyse durduğu, toprağın işlenemediği, ekmeğin olmadığı, en önemlisi de devletin otoritesini kaybettiği, can ve mal güvenliğinin ortadan kalktığı, ordunun terhis edildiği, silahların işgal kuvvetleri tarafından toplanıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Bütün bunların sonucu olarak, 1876-77’de Rus Harbi ile başlayan 1918’de Mondros Mütarekesi ile biten 42 yıl süren bir savaş sürecinden arta kalan, savaş artığı bir nüfus vardır.

Bu kadar zor şartlarda “Milletin istiklalini yine bu milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır” diyen bir kahramandır Atatürk ve aynı zamanda bu kadar zor şartları yaşayan aziz Türk Milletini kendisine inandırmıştır da. Tekalif-i Milliye Kanunu çıkartılarak her aileden “iki çift çorap ve iki takım iç çamaşırı” istenir. Anlaşılacağı üzere askerin ayağında çorap, arkasında çamaşırının olmadığı günlerdir.

Sonunda imkânsız başarılır, düşman arkasında yangınlar çıkararak kaçmaya başlamıştır. Nihayet Vatan düşman çizmesinden temizlenmiştir. İzmir’de, daha İngiliz gemileri körfezden çıkıyorken yeni hedef ortaya konulmuştur: “Hiçbir işimiz bitmemiştir, şimdi asıl düşmanla mücadele etmeye başlayacağız.”

Lozan’da, dünya milletlerine: “Mütecanis, yeknesak, hakkı müdafaası mutlak, serbest bir vatanı, Türkiye’yi” kabul ettirirler.

Eğitimli nüfusun büyük çoğunluğunu savaşlarda kaybeden, fabrikaları, şirketleri bulunmayan, bırakın bankasını Türk banka memuru bile olmayan, toprağı işleyecek gücü kalmamış bir millet; güvendiği, inandığı ve kendisinden olduğunu bildiği Kahramanının arkasına düşecektir.

En büyük mazhariyetim Türk olarak yaratılmaklığımdır” diyen o Kahraman da; her fırsatta, her şeyin milletine ait olduğunu söylemekten gurur duyar. “Türk Milletinin son senelerde gösterdiği harikaların, yaptığı siyasi ve içtimai inkılâpların hakiki sahibi kendisidir.” Diyecek ve hedefi “Biz medeni insan olmalıyız. Fikrimiz ve zihniyetimiz tepeden tırnağa değişmelidir. Bütün Türk ve İslam Alemine bakın. Fikirlerini, zihniyetlerini medeniyetin emrettiği değişikliğe ve yüksekliğe ulaştıramadıkları için ıstırap içindedirler. Artık duramayız. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yakar, mahveder.” şeklinde belirtecektir.

Artık, hem kendilerine hem de birbirlerine güveniyorlardı.

Paraları yoktu, hatta çok büyük borçları vardı, devraldıkları borçlar ancak 1954’de bitecekti. Çok büyük meseleleri vardı ama en önemlisi de insanların “kesin inançlılık”larıydı. Önce bunu aşmalıydılar… 

Eğitimle bunun yıkılabileceğini bilenler derhal bir seferberlik ilan etiler. Eğitimde birlik anlamına gelen “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile bu hedefe yürüdüler.

Bugünün en önemli illüzyon aracı olan “ileri demokrasi” ve “insan hakları” o günlerin gerçek hedefleri idi. Medeni dünya diye böbürlenenlerden önce, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi ile kadın, hayatın içinde olması gerektiği yere yerleştiriliyordu.

En ufak bir durumda “Din elden gidiyor” avazeleri ile halkı ayaklandıranlara rağmen, aklın öne çıkarıldığı, “Hiç akletmez misin?”, “Hiç düşünmez misin?” buyruklarına uyarak hareket ettiler. İster dünyevilik deyin, ister laiklik; din ve siyaseti birbirlerinin işlerine karışmayacak sistemi getirdiler.

Yapılanlara karşı çıkanlar birleştiler; ayaklarına basılan, menfaatlerine halel gelenler, işgal güçleri… Hâsılı Düvel-i Muazzama ve işbirlikçileri…

2. Mahmut döneminde verilmiş olan bir fetva çok dikkat çekicidir: “Başkasına zulüm ve zarar için verilen şeye rüşvet derler. Şeraitte yasak olan budur. Yoksa def-i mazarrat ve celb-i menfaat için verilen şeye rüşvet denmez.” Anlaşılacağı gibi, yıllardır yerleşmiş olan böyle bir zihniyetle mücadele ediliyordu.

Trahom, verem, sıtma gibi hastalıklar milleti kırıp geçiriyordu. Daha yakın zamanlara kadar bu hastalıklarla mücadele kurumları olan dispanserlerin varlıkları hafızalardadır.

O günlerde de Alevi Sünni tartışması oldukça fazla idi. Devlete ve Türk Milletine karşı olan ayrılıkçı-bölücü hareketler sert tedbirlerle bastırıldı.

Erkek doktor kadınları muayene edebilir mi edemez mi? Hususunda neredeyse kavga edilecek durumdaydı.

Ne kadar da 2014 Türkiye’sinde yaşadıklarımıza benziyor değil mi? Sanırsınız ki Cumhuriyet kurulalı 91 yıl geçmemiş, yaşanılmamış, sanki bir rüya görülmüş de uyanılmıştır.

Bugün; Türkiye’mizde; ulaşım, iletişim ve bankacılık alanlarında (her ne kadar çoğunluk yabancıların elinde olsa da) gelişmeler gerçekten gurur verici ancak Türk Milletinin karşı karşıya kaldığı inkıraz (batma/ dağılma) tehdidi bütün bu güzellikleri ikinci plana itmektedir.

Bugün de alevilik üzerine yoğun tartışmalar yapılmaktadır…

Bugün; yaşadığımız süreçte, Marksist-Leninist ve siyasal dinci unsurlar birleşerek, etnik ırkçılık ve bölücülük yapmaktadırlar.

Bugün; dünden farklı önemli bir husus vardır ki o da, yöneticiler tarafından ırkçı bölücü unsurlarla mücadele etmektense müzakere yapılması tercih edilmektedir.

Bugün; Milli Eğitim Bakanlığı, adını farklılaştırarak da olsa, Kürtçe ile eğitimi başlatmıştır. Türk Vatanında Türkçe, o okullarda yabancı dil olarak okutulmaktadır. Bir ve bütün olan Türk Milleti bölünmeyle karşı karşıyadır.

Bugün de rüşvet için yukarıdakinin hemen hemen aynısı olan fetva verilmektedir[i] Yolsuzluk iddiaları almış başını gitmiş, insanlar arasında birbirine güven kalmamıştır. Birlikte yaşamak için vazgeçilmez bir gereklilik olan toplumsal dayanışma en alt düzeye inmiştir.

Silahlı Kuvvetlerimiz, Polis Teşkilatımız ile yargıda yaşananlar toplumu çok derinden sarsmaktadır. Devletin manevi varlığı çok büyük sıkıntı yaşamaktadır.

Yeni Türkiye’de(!), ancak bir kısmını buraya alabildiğimiz, 20. Yüzyılın başındaki o karma karışık şartlar yaşanmaktadır. Fakat akıldan çıkarılmaması gereken küçük(!) bir ayrıntı vardır. O günlerde yaşananların sonunda koca bir Cihan Devleti dağılmıştır. Şurası bir gerçektir ki, bugün dağılırsak toparlanmak eskisi kadar kolay olmayacaktır.

Ölümünün 76. Yılında, 20. Yüzyılın Bilge Kağanı Atatürk’ün yolundan gitmek bir zarurettir.

 

Yazar

Hakan Paksoy

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar