Yükleniyor...
Atatürk, Birinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye’yi paylaşmak isteyen barbar Avrupalı haçlı sürüsünü, aziz Türk vatanından kovmak üzere 94 yıl önce bugün, 27 Aralık 1919 Cumartesi günü öğleden sonra saat 15.10’da, Ankara’nın güney yönünde bulunan Dikmen tepesinin Keklik Pınarı mevkiine gelmişti. Düşmanı boğmak üzere yaktığı istiklâl ateşi, Türk Milleti’nin alevden soluklarıyla büyüyerek bir volkana dönüşmüştü
Vahşilerin kirli emellerini imhâ etmek üzere Samsun’dan başlayan kutlu yürüyüş, Amasya’da “Türkün istiklâlini yine Türkün azim ve kararı kurtaracaktır” ilânı ile bütün cihâna duyuruluyordu… Erzurum ve Sivas Kongreleri, istiklâl ateşini vatan sathına dalga dalga yayıyordu… Karar merkezinin yeri Ankara olarak belirlenmişti. Şehir umutlu bir bekleyiş içine girmiş, günler önce Sivas’tan yola çıkan Heyet’in Ankara’ya yaklaşmakta olduğu haber verilmişti. Ankara semaları bir gece önce, yıldızlardan yansıyan ışık desenleriyle bezenmişti… Türk Milletinin Ülker yıldızı gökyüzünde parıldamış, zulmet yarılarak, nura doğru bir beşâret/müjde velvelesi bütün muhiti sarmaya başlamıştı.
Ali Fuat Paşa komutasındaki 20. Kolordu önce şehre yerleşerek, gerekli hazırlıkları aylar öncesinden tamamlamıştı. Kolordu Komutanının Karargâh binası ve makam odası da, Romalılara ait hamamın harabelerinin karşısına düşen, Sultan Alaattin Keykûbat’ın Ankara Emîri, Selçukludevlet adamı, Bayındır boyundan Kızıl Beğ’in adıyla anılan yapının bulunduğu yere taşınmıştı. Ankara, bu kutlu gecenin sabahında bir vuslata otağ olmaya hazırlanıyordu…
Tarihte birçok keder ve kıvanca ev sahipliği yapmış olan güngörmüş bu Âhi şehri, ismini, Türklerin ulvî bir mefkûre uğrunda insiyakî olarak ayrıldıkları anavatanı Asya’da, BaykalGölünden doğarak kuzeye doğru akan Angaraırmağından alıyordu. Anadolu’yu ebedî vatan yapan atalarımız, Ulûğ Türkistan’da yaşadıkları yerlerin, ırmakların, oymak ve boylarının isimlerini, yeni vatanlarındaki çevreye de ad olarak vermişlerdi.
Şimdi bu bahtiyar şehrin minarelerinden, Namazgâh’tan, Dikmensırtlarından, çevre tepelerden, zirvelerden… Ezan ve salâ sesleri, dualarla birleşip arşa yükseliyordu… Ankara Kalesi’ne sancakçekilmiş, bayraklar, tuğlar göğe kaldırılmış, iman dolu sineler heyecan içinde aziz misafirlerini karşılamaya hazırlanıyordu… Keklik Pınarı’nda bülbüller ötüşmeye, keklikler şakımaya, kurnalardan akan sular ezgi dolu şakırtılarıyla billur renkli yalaklara dökülmeye başlamıştı… Aralık ayınınbu 27.günü; Kepekli Boğazı, Ahlatlıbel, DikmenTepeleri, Çankayayamaçları, AyrancıBağları… Seğmen Alayı’nın gümbürtüsüyle yankılanıyordu… Ankara galeyâna gelmiş, âdeta yeni bir Ergenekon’da toplanmaya ve günü gelince de çıkışa hazırlanıyordu!..
Türk Milletinin ve devletinin, en buhranlı dönemlerinde Liderinetrafında yer alan Âhiler, Türk Devlet geleneğini millî bünyelerinde hâlâ muhafâza ediyorlardı. Sirî Derya’nın kuzeydoğusundaki Cendşehrinde, Selçuklu Devleti’nin kuruluşunda Selçuk Beğ’in; Söğüt’te, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Osman Beğ’in yanında, onların lider, başbuğ seçilmelerinde yer alarak, ak keçe üstünde “Han Kaldırma” ve sadak’tan “Ok Çekme” törenlerini icra etmişlerdi. Asırlar önce Mete’nin, İlteriş Kutluk Kağan’ın ve Bilge Kağan’ın, devletin başına getirildikleri, kuruluş günündeki törenlerde olduğu gibi… Şimdi, tarihin bu dönüm noktasında, Ankaraufukları, Türk Töresi’nin mirâsını taşıyan ateş soluklu, keskin bakışlı, çatal yürekli koç yiğitlerin, Kızılcagün’de, gökyüzüne kaldırdıkları al ve yeşil sancakların deseniyle bezeniyordu…
Başta Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa olmak üzere, şehir âyân’ından Ankara Müftüsü ve Müdâfâ-i Hukuk Reisi Börekçizâde Mehmet Rıfat Efendi, Ankara halkının Hâkân olarak andıkları Vali Yardımcısı Defterdar Yahya Gâlip Beğ, Ankara Şehremini Kütükçüzâde Ali, Kınacızâde Şâkir, Âtıf Hoca, Hatıp Ahmet, Hanifzâde Mehmet, Âdemzâde Ahmet, Aktarzâde Râsim, Bulgurluzâde Tevfik, Toygarzâde Ahmet, Ulemâ ve eşraftan zevâtın da bulunduğu, üç bin atlı, yedi yüz yayadan oluşan Seğmen Alayı Müfrezeleri ve Halk Bölükleri; erkek, kadın; yaşlı, genç, aynı gayede birleşmişti. Aralarında omuzlarına çapraz fişeklik kuşanmış, eli mavzerli, atlı, Türk Amazon’u Karaşar Bacıları olduğu halde, Dikmen sırtlarını doldurmuştu…
Ufuklar, yer ile gök arasında gerilmiş bir yay gibi duruyordu!.. Yanık sineler, yürekler, çehreler ve nazarlar bu bekleyişin ince ve muştulu gerilimi içinde; uzaklara, derinlere yönelmişti… Son Türk Hâkânı’nı bekleyen gözler, sevinç çağlayanı halinde gürleyecek Keklik Pınarı’nın ardına bakıyordu… Birden, etrafta bir çalkalanma ve heyecan dalgası işitildi. Nihâyet, beklenen konuklar uzaktan görünmüştü. Kızıl Yokuş’un üstündeki düzlükte; şırıl şırıl akan Keklik Pınarı’nın bulunduğu mevkiden hareket eden öncü Âhi Bölüğüve atlı Seğmen Kıtası,Dikmen Tepe’de Emin SazakBeğ ile Ankaralı Nâşit Toygar Beğ’in de aralarına dâhil olduğu kutlu misafirleri alarak, karşılama heyetinin yanına doğru getiriyordu.
Ankara sâkini Kızıl Oğuzlar, rehberini seçeceği bu Kızılca Gün’de, evvelce Rumeli’nin fethi için Balkanlar’a yerleştirilen Kızıl Oğuzlar’ın bir kolu olan Kocacık Oymağı’na mensup, Evlâd-ı Fâtihan nesli liderine kavuşmuştu. Eski bir Türk Töresi gereği, kısa, fakat gönüller dolusu bir selâmlaşma ve tanışma töreninden sonra, Büyük Başbuğ’un önünde, O’nun Liderliğine,vatanın düşmandan temizlenmesine ve Türk Milleti’nin İstiklâli uğrunda seve seve canlarını feda edeceklerine and içtiler!
Üstte mavi gök, altta yağız yer sarsılıyordu âdeta! Bu saf ve temiz gönüllerin imân dolu nidâları arşa yükseliyordu… Atalarımızın ruhunu şâd eden bu soylu davranış, Türkün civanmertliğinin ve yüksek seciyesinin bir tezahürüydü. Allah’ın Türk Milletine ihsân ettiği bir nimetti bu… Oğuz Han’ın, Mete’nin, Bilge Kağan’ın, Alparslan’ın, Fâtih’in, Yavuz’un milletinden olmanın bahtiyarlığıydı yaşanan velvele! Seğmen Alayı haşmetli yürüyüşüyle hareket ederken, bu yiğit ve mert insanlar, aralarına aldıkları Ulu Önder’i bir sevgi kozası hâlinde sarmışlardı!
İstanbul’dan başlayarak; Samsun, Amasya, Erzurumve Sivasyoluyla devam eden zorlu ve kutsî yolculuk, şâhâne bir buluşmayla neticeleniyordu. Bir ferd-i mücâhit olarak, sîne-i Millet’e dönen Atatürk, kendisine yapılan bu karşılamanın huzurunu, Cezayir menekşesi maviliğindeki gözlerinin ışıltısına yansıtmıştı. Büyük Önder ve Temsil Heyeti, Seğmen Alayı‘nın refakâtinde, bu mübârek şehrin kalbine doğru akmaya başladı… Davul ve zurnaların eşliğinde, kılıç ve teke palaların ışık saçan şakırtıları; tüfeklerin, tabancaların patlayışlarıyla Seğmen Zeybeği’nin coşkulu ahengi içinde gürleyen sesler, Ankara vadisinde, yamaçlarda, gök gürültüsü gibi yankılanıyordu… Ankara’nın Misket Elma’sı, bu büyük günün coşkusuyla “Kızıl Elma” ya dönüşmüştü!
Göktürk Atalarımızın Ötükentarihinde yaşadığı gibi, şimdi de bu mübârek Âhi şehrinden başlamak üzere bütün bir vatan, Türklerin ikinci Ergenekon’u oluyordu! Kale surlarıyla çevrili şehir, tarihte varlığı bilinen, yaklaşık 50 yıl “Şehir Meclisi” tarafından yönetilen Ankara Âhi Cumhuriyeti Devleti’nin (1305 – 1355) mirasını hâlâ millî hafızasında saklıyordu. Türkler, tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren, güneş koç burcuna girince, her yıl 21 Mart gününü, Ergenekon’dan Çıkış Bayramıolarak kutluyordu… Şairler, ozanlar, tarih fışkıran duygularını gönül sedefinden çıkarıp, inci tanesi gibi mısralara diziyordu…
Adımız Türk verildi Ötüken durağında,
Bozkurt öncümüz oldu Ergenekon dağında!
Y.GENÇOSMANOĞLU, (Destanlar Burcu, S.237)
Türkler, bir sevk-i ilâhî olarak bu toprakları vatan yapmıştı… Peygamber Efendimizve O’na inananların, Mekke‘de birçok sıkıntı ve eziyet görmesi üzerine, Allah, Sevgili Peygamberimize, müminlerle birlikte Medîne‘ye hicret etmesine izin vermişti. Medine, Resülûllâh’ın yüksek fetânet, asâlet, adâlet ve şerefiyle donanıp, İslâm dini ve Müminler için bir sığınma/toparlanma yeri olmuştu. Medine, bu bahtiyar şehir, Müslümanların Ergenekon Yurdu hâline dönüşmüştü! İslâmiyet, bu melce/sığınma, güçlenme mahallinden, Peygamber Efendimiz ve sâdık arkadaşlarıyla yükseliş hamlesine geçerek, tutsak ve kederli gönülleri fethe yönelmişti…
Ankara, Türk Milleti’nin binlerce yıldır taşımakta olduğu, bu yüksek tarih ve devlet şuuruyla, kutlu günlerin şafağına ulaşmıştı! Bütün bir vatan sathında; Türkün üstün seciyesi, kahramanlığı, vatan sevgisi, fedakârlığı ve yaratıcı kabiliyeti, Atatürk’ün etrafında birleşerek, İslâm’ın son ordusunu meydana getirmişti. Yüce Peygamberimizin övdüğü bu şanlı ordu, 3 yıl, 3 ay, 25 gün süren şanlı bir vatan müdafaasının sonunda düşmanı yenerek, 9 Eylül 1922 tarihinde kaçan ve dağılan artıklarını da İzmir’de denize dökmek suretiyle Türk Milletini büyük bir utkuya kavuşturmuştur.
Yüce Allah, Atatürk’e, bütün Şehitlerimize, Gâzilerimize ve Türkiyemiz’i bize vatan yapan şanlı Ecdadımıza rahmet eylesin…
Ruhları şâd olsun!..