Yükleniyor...
28 MART 2015
Hükümet ve HDP yetkilileri, 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de yaptıkları görüşmede İmralı’da bebek katilinin hazırladığı söylenen 10 madde üzerinde mutabık kalmışlardı.
Aslında, bu 10 maddenin “Uluslararası Kriz Grubu (IGC)” tarafından hazırlandığını düşünmek daha doğru olacaktır. Zira; emperyalist geleneğe ve dünyanın bir çok bölgesinde meydana gelen krizleri çözme adına ülkelerin nasıl bölüneceği konusunda “zengin bir deneyime” sahip olan IGC’nin Türkiye üzerinde çalıştığını biliyoruz.
Emperyalistlerin bu uzman grubu varken, bu ve benzeri bütün stratejik planları, kan dökmekten, insanları öldürmekten başka bir şey bilmeyen vahşi terör örgütünün başı mı hazırlayacaktır?
İkide bir, “İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi” gibi kuruluşlar, İmralı’yı boşuna mı yol ediyorlar?
Bakınız, “Uluslararası Kriz Grubu” Türkiye Direktörü Hugh Pope, Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e ne diyor?
Pope, yaz aylarında Ankara ve Kandil arasında mekik dokuyarak ‘Türkiye ve PKK; çözüm sürecini kurtarmak’ başlıklı bir rapor hazırladıklarını açıklıyor. Raporun sonunda da, bugün çok provokatif algılanma potansiyeli yüksek bir öneri olarak; ‘Türkler, süreç başarılı olursa, (PKK ile vatanı bölüşmekte SS) Cumhurbaşkanı Erdoğan ile PKK lideri Öcalan’ın uluslararası bir podyumda barış ödülünü kabul ederken yan yana durduğu olası bir senaryoyu tahayyül etmek durumunda… o gün geldiğinde Öcalan’ın durumu zaten çoktan normalleşmiş olacak” diye inciler saçıyor.
Bu hatırlatmadan sonra konuya devam edelim: teröristbaşı bir de; “Süreci İzleme ve Hakikatleri ortaya çıkarma Heyeti” kurulmasını şart koşmuştu. Basın haberlerine göre; bu talep uygun görülerek heyetin 16 kişiden oluşması konuşulmuş, hatta Erdoğan’ın hazırladığı 6 kişi teröristbaşı tarafından reddedilmiş. Daha sonra Cumhurbaşkanının “İzleme Heyetinden haberim yok” demesi üzerine Arınç; “Bu sözleri şahsen uygun bulmuyorum. Süreci başlatan ve bugüne getiren kişidir. Hükümet süreci başarılı bir sonuca ulaştırmak için gayret sarf ediyor. Bugün geldiğimiz noktadan ve yarın geleceğimiz noktadan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın habersiz sayılması mümkün değil ve her şeyi çok iyi bilmektedir” açıklamasını yapmıştır.
Bu örnek alıntılar, bölücü terör örgütü ile hükümet, hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında bir çelişkiyi ortaya çıkardı. Erdoğan ve Arınç’ın sözlerini başka türlü yorumlamak mümkün değil. Tamam da, gerçekten bir çelişki mi, yoksa başka bir şeyler mi var? Kafalar oldukça karışık görünüyor. Ne olduğunu anlamaya çalışalım.
Önce, bölücü terör örgütü ile paylaşılamayan şu “çözüm süreci” üzerinde biraz duralım. Söz sahibi siyasiler, “çözüm süreci”nden asla vazgeçmeyiz. Örgüt provokasyon yaparak süreci sabote etmek istiyor, ama biz yola devam edeceğiz, cinsinden açıklamalar yapıyor.
Tuhaftır, aynı iddiaları ve suçlamaları, bölücü terör örgütü de, iktidara karşı tekrarlayarak, tehdit ederek kullanıyor.
Bu “çözüm süreci” ne menem şey ki, 12 yıldır aynı yolun yolcusu olduğunu söyleyenler arasında bir türlü paylaşılamıyor.
İki taraf ta, Türk Milletinin adının anayasadan çıkarılıp milli-üniter devletin sonlandırılmasını, bölücü örgütün kendine ait özerk bölge kurmasını, ana dilde öğretim yapılmasını ve kimliğinin! tanınmasını, buna göre bir “Yeni Türkiye’”nin kurulmasını istiyor. 12 yıldır da, kah Türk Milletinden gizleyerek, kâh açığa vurarak; kâh yabancıların hakemliğine baş vurarak, kâh anayasa, kanun ve egemenliğimizi çiğneyerek, tek dilli ve tek milletli devleti iki dilli ve iki unsurlu hale getirecek adımları atarak, devletin güvenlik güçleri dâhil bütün unsurlarını görev yapamaz hale getirerek ülkemizi bugünlere getirdiler.
Türkiye tanınmaz hale getirildi; buna rağmen aralarında tartışma, atışma bir türlü bitmiyor. Hep çatışma, kavga ediyorlarmış gibi bir algıyı canlı tutmaya çalışıyorlar. Peki neden?
Bu tuhaf durumu, yaşananlara bakarak izah edelim.
Erdoğan’ın bu siyasetinde, Cumhurbaşkanı olduktan sonra bazı değişiklikler görülüyor. “İzleme Heyetinden haberim yok” veya “Dolmabahçe’deki 10 Şart sıkıntılı” gibi topu hükümete atıp, Türk Milleti nazarında kendini koruma altına almayı düşünüyor. Ayrıca, 2 ay sonra seçimler var; durum çok kritik. Eğer ortaya bir koalisyon çıkarsa, Erdoğan açısından “süreç” de, “hesaplar” da “suya düşebilecektir.”
Bu da, Türk Milleti için kurtuluş demektir.