Yükleniyor...
*Bu yazı, daha önce Manisa Hür Işık Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
**Yazıda kullanılan resim, ressam Ali Ozan Uğur’a aittir.
Türk Edebiyatı Tarihi üzerine konuşacak olursak, her yazarın kendi zihinsel süzgeçleri olmakla beraber kimi yoksulluğu, işşizliği, Anadolu insanının kendi iç çekişmelerini ele almış, kimi bireyin iç dünyasını ele alan psiko-sosyal temelli çalışmalar yapmış, kimileri ise tıpkı rahmetli Cengiz Dağcı özelinde olduğu gibi “esir Türk yurtları’’ üzerine kafa yormuş ve romanlar kaleme almıştır.
Esir Türk yurtları kavramının Türk dünyasının önündeki engel kavramlardan biri olduğunu unutmamak gerekir. Bunun için zamanın Türkçü entelijansiyası zihinsel bir altyapı oluşturmuş ve bunu sanat aracılığıyla çok daha geniş kitlelere yaymışlardır.
Eseri bu noktadan incelediğimizde, roman sanatının hassasiyetlerine fevkalade vâkıf olan Cengiz Hoca’nın âdeta bir tepsi önünde bize serdikleri Türklük, vatan kaygısı, hassasiyetler, Kırım, Sovyet mezalimi, hasret ve toprağa duyulan aşk şeklinde özetlenebilir.
Bu roman, bir devam romanı. “Onlar da İnsandı” romanı karakterlerinden Çilingir’in oğlu Selim, sürgün yaşar. Her iki roman da sürgün ve kolhozun yarattığı maddi ve manevi tahribatı okuyucunun zihnine nakşetmektedir.
Çukurca’da halk eski yaşayışına dönmesiyle beraber camiler dolar, pazarlarda bir hareketlilik başlar. Kısacası sosyal hayat da geri döner. Selim’in Türk olması ve Rus yönetimine komünistçe hizmet etmesi onun zihninde bir dikotomi yaratır. Roman bir vuslata sahiptir. Vuslat genelde bizim kültürümüzde sevgiliye ya da Tanrı’ya duyulan aşkla özdeşleştirilse bile, ‘’vatan vuslatı’’ Cengiz Dağcı’nın gerçek hayatından da izler taşıması bakımından apayrı çalışmalara konu olabilir.
Selim’in duygusal ve hassas karakteri onun zihin dünyasında depremler yaratır. Rus bir aşkı olur ve zaman içinde Rusya, Alman işgaline uğrar. Buna karşın Selim’in kafasındaki ikircikli kazan iyice kaynamaya başlar.
Okuyunca ve düşününce aslında çok güzel bir dizi olabileceğine kanaat getirdiğim “O Topraklar Bizimdi” adlı eser, bugün Türkiye Türklüğü’nün epeyce kafa yorması gereken bir ana eksende birden çok meseleye dokunuyor.
Romanda anlatılmak istenilen aslında, Kırım özelinde Türk dünyasında soydaşlarımızın yaşadıkları vatan hasretidir. Vatanda ikinci sınıf vatandaş olabilmenin yarattığı psikolojik bunalım hali kişilerin sağlıklı karar almasının önünde engel teşkil ettiği gibi, Komünist ideolojinin Türklüğe karşı hiçbir faydası olmadığı mesajı da alt metin okumalarında karşımıza çıkmaktadır.
Bugün sürgünle ana vatanlarından ayrılan Kırım Tatarlı adım adım öz yurtlarına dönse bile çatışmanın odağında olan Kırım, bugün de facto (tartışmalı) halini sürdürmeye devam ediyor.
Jeo-politik konumu, Rusya’nın Karadeniz üzerinde bir üssü olması, Türkiye için ise Karadeniz’den komşu olması, soydaşlarımızın bulunması gibi özellikleri ele aldığımızda Kırım’ın unutulmaması gerekmektedir. Umut ediyoruz ki, Kırım en kısa zamanda eski günlerde olduğu gibi “Türk Yönetimli Türk Kırım’’ olarak kalmaya devam eder.