Çevrimiçi Yalnızlık

“Yazmak bir çeşit sessiz konuşmadır. Aslında yazarken o kadar kalabalıksınız ki sizi dinleyenlerin sayesinde yeni yazılar yazmak istiyorsunuz.”


Paylaşın:

“Yazmak bir çeşit sessiz konuşmadır. Aslında yazarken o kadar kalabalıksınız ki sizi dinleyenlerin sayesinde yeni yazılar yazmak istiyorsunuz.” Üzerine uzun uzun düşündüğüm bir cümle, yazarken kalabalık bir dinleyen kitlesi ile karşı karşıya olmak.

Hepimizin elindeki akıllı telefonların vazgeçilmez uygulaması oldu artık WhatsApp. Onunla birlikte hayatıma giren yeni bir kavram var, adına çevrimiçi yalnızlık dediğim. Telefonumuzdaki gruplar ve kayıtlı kişilerin çokluğu kadar büyük, çevrimiçi yalnızlığımız. Yalnızlık ve kalabalık… Üzerine herkesin sonsuz cümleler kurabildiği iki sözcük ve ikisini de harmanlayan çevrimiçi yalnızlık.

Hangimiz yaşamıyor ki bu kalabalık yalnızlığı? Hangimiz kurtulmak istemiyor ki bu yalnızlığın kalabalıklığından? Sözcüklerin kalbe dokunan mûsikîşinaslığını birbirimizden esirgeyip, tek ya da çift tik işaretini görebilmek için lâl olan ekranlara hapsolmayı hangimiz yaşamıyor ki? Konuşmayı unutup sözcüklerin sessiz gücüne, emojilerin sığ ifadelerine sığınmayanımız var mı? Yüzleşmeye cesaretimiz olmayan olguları tek çentikli ya da çift çentikli tikler üzerine ötelemek… Konuşurken kullanmaya üşendiğimiz sözcükleri, yazarken hoyratça tüketmek…

Yazmak, bir çeşit sessiz konuşma aynı zamanda da içerisinde çok sesliliği barındıran… Bir kalem, bir kâğıt bir de zihnimizle buluşan yürek değil mi sessizliği koroya dönüştüren? Kelimelere özgürlük veren, harfleri anlamlı şekilde sıralayan sözcüklerin dile getirilmesi degil mi yazmak? Kelimelere konuşma yetisini kazandırdığımız an, yazdıklarımızın okunduğu an değil mi?

Herkesin konuşmayı unutup yazarak iletişim kurması, ne olarak isimlendirilmeli? Ses tonunun kalbimizi eritecek kadar sıcak, ruhumuzu buz kestirecek kadar soğuk tınısı, duygusu, samimiyet ya da samimiyetsizliğin nefesle sese dönüşmesi. Hangi yazı, bunu konuşmak kadar gerçekçi hissettirebilir ki bize? Ya da herkesin yazarak iletişim kurduğu bir ortamda mimik, jest, tını ve duyguyu birebir aktaracak kadar güçlü mü hepimizin yazma yetisi?

İletişim uygulamasının ekranında, konuşmaya cesareti olmayan “müstesnâ kişinin” çevrimiçi olduğu yazısını görmeyi beklerken dalıp gittiğimde, zihnimden geçen sorulardan hatırımda kalanlar, şimdi okurken ses verdikleriniz… Kaç sözcüğün kapısını çaldım beni anla diye, kaç sözcüğe yalvardım aklımdaki ve yüreğimdekini tüm sıcaklığı, şefkati ve öfkesi ile anlatın diye. Bir ekran… Beklenen çevrimiçi yazısı ve çevrimiçinde söylen(e)meyen sözcükler, yazıl(a)mayan cümleler… Birkaç saniye ya da birkaç dakika sonra çevrimiçi yazısının yerini, ekranınızın genişliğine sığdıramayacağınız kadar büyük, kocaman bir boşluk alıyor. O boşlukta listenizdeki tüm tanıdıklarınız için çevrimiçisiniz ama o “müstesnâ kişi “den size kalan kocaman bir yalnızlık.

Son görülmenin, okundu bilgisinin kapatılması bile kâr etmiyor. Sistemin hep bir boşluğu var çevrimiçi yalnızlığını sana hissettireceği. Yalan söylemek sıradanlaştı tuşlara basarken. Değer vermek, saygı görmek, göstermek ya da göstermemek hepsi anlık. Karşındakine değer vermediğini hissettirmenin en kolay yolu ise engelle butonuna basmak. Bu kadar kolay mı, bir hayatı ıskalamak, bir yaşamı engellemek?

Konuşmanın yerini, kırpa kırpa kuşa döndürüp harflerinden çaldığımız, yazmak sandığımız çalakalem yazılan cümleler aldı. Çevrimiçi yalnızlıkta ruhumuzu ne kadar aşağılayabilirsek o kadar aşağılamaya başladık “stalk” denilen gizli takipçilikle. Konuşmayı unuttuğumuz için olsa gerek gizli takiplerle, karşımızdakinin hayatını gözetleyip kendi dünyamıza göre yorumlayarak anlamlandırma çabamız. Konuşmaktan çok yazdığımız için belki de sürekli iletişim hâlinde olup aslında birbirimizi hiç tanıyamamamız.

Yazmanın ve yazarak konuşmanın bu kadar yoğun olmadığı zamanlarda sözler bir hazine kıymetinde imiş. Hangi türde olursa olsun dinlediğimizde gönül telimizi titreten, benim duygumun tercümanı dediğimiz hangi şarkı, hangi şiir varsa, konuşmayı bildiğimiz günlerden. Bugün çok konuşmuyoruz, zaten konuşmayı da bilmiyoruz ya, neyse… Hayatımız; 280 karakterli cıvıldaşmalar, hayatın akışını sözcüklerle ifade etmek yerine ânı fotoğraf karesi ile sessizliğe gömmek, duygumuzu ifade etmek yerine çevrimiçi ânı emojilerle geçiştirmek üzerine kurgulu. Kim bilir belki de bu yüzden şarkılar artık ağlatmıyor, şiirler artık dile gelmiyor, türküler hayatı resmetmiyor… Çevrimiçi yalnızlıkta ürettiğimiz ne varsa belki de bu yüzden sabun köpüğü gibi.

Çevrimiçi anlarda âşık oluyor, çevrimdışı anlarda aşktan vazgeçiyoruz. Çok mu iddialı bir söylem? Hayır!.. Gazeteler ve genel ağ sayfalarından tutun evinizde, işinizde, sokakta, meydanda her yerde karşımıza çıkıyor, çevrimiçi anların çevrimdışı anlarda biten seri üretim fabrikasyon aşkları! Bir ekran penceresinden tanımaya çalışılan hayatlar, yaratılan hayâl dünyasındaki anlamlandırmalar, birkaç saatin gerçekliğindeki, duygusu olmayan duygulu(!) sevişmeler!.. Bunları duymadım, şahit olmadım, etrafımda da yaşanmadı diyebilen ne kadar şanslı olduğunu bir bilse.

Bir ekran penceresinden gelen cümleler silsilesi ya da gelmeyen o cümlelerin beklenmesi. Nedense bu bekleyişlerde bir mektup yazma isteği belirir içimde.

Gurbete, sevdaya, aşka, ölüme dair yakılan türküler gibi, bir de mektuplar çıkıp gitti hayatımızdan. Artık ne sevdalar mektupla arkadaş ne de sevgililer mektuplarla yoldaş. Sahi herkesin her şeyi yazıyor olması âna ve geleceğe dair bir mektup bırakma gayretinden mi acaba? Kim bilir…

WhatsApp yahut sosyal mecra modern bir mektup mu? Eğer öyleyse mektup yazmaya gösterdiğimiz saygıyı neden bunlara göstermiyoruz diye sorguluyor, kelimelere ses veren çevrimiçi yalnızlığını Sabutay gibi yöneten dostum. Ne kadar da haklı bir sorgulama, üzerine biraz düşününce.

”Sözünü kör topal bırakıp çıkmaz sokaklara girme sakın! Acaba bizi yazmaya iten yalnızlaşan insanın kalabalıklaşmak için verdiği çaba mıdır? Yoksa kalabalıkların arasından sıyrılıp yalnızlığa koşma isteği midir? Neyse ney!.. Sen keyfince kalem oynat bu meydanda, cesaretin aşılmaz duvarları yıkacaktır… “ diyen, kelimelerimi çevrimiçi yalnızlığın zindanından çıkartmamı isteyen M. Hayati Özkaya da kelimelerle karakterler yaratıp onlarla sohbet ederken benimle aynı hissiyatta mıdır bilinmez. Bildiğim tek hakikat, mahkûm olduğumuz tek bir sözcüğün olumlu ya da olumsuz hâline sıkıştırılan hayatımız.

Beklenense çevrimiçi yazısının “yazıyor” şeklinde görüneceği an.

Beklenilmesi beklenmeyen ise çevrimdışı bile yazmayan ekranın, insana gayya kuyusunu yaşatan o kasvetli, o melun boşluğu ve çevrimiçi yalnızlığımız, yalnızlıklarımız.

Yazar

Gülcan Havva Eraslan

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar