Arap ve İslam dünyasının haritası yeniden çiziliyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiliz ve Fransız ajanlarıyla diplomatlarının adeta cetvel kullanarak çizdikleri sınırlar, bugün ABD’nin temsil ettiği küresel güçler tarafından yeniden belirleniyor. Bunu yaparlarken eski husumetleri, kavgaları tarihin tozlu sayfalarından çıkarıp yeniden canlandırıyorlar. Libya’da Kral İdris’in tahttan edilişinden ve Derne’de ayaklanmanın kanlı bir şekilde bastırılmasından kalan açık hesabın yeniden ortaya getirilerek KADDAFİ’nin gidişinde kullanılması bunun ilk sonucudur. Şimdi de sahne sırasının geldiği Suriye’de aynı senaryo sahneye konuluyor. Fransızların çıkarken arkalarında bıraktıkları Şii-Dürzî kavgasının, Darra’daki husumetin yeniden canlandırıldığını görüyoruz. Medyada Hafız ESAD’ın baskısı altında ezilmiş insan hakları ve muhalif örgütlerin yıllar sonra tekrar sokağa çıkarılmalarını, Müslüman Kardeşler’in 1982 yılında Hama’da kanlı bir şekilde dağıtılmasından sonra ESAD’larla açık kalan hesabı görmek üzere yeniden harekete geçtiğini izliyoruz.
Halk hareketi kılıfında gerçekleştirilen bu batı imzalı dönüştürme operasyonları bir yandan K. Afrika ve Ortadoğu’da yeni ulus yapıcılık projelerini uygularken, diğer yandan da ortaya çıkan kargaşadan yararlanan El Kaide ve bağlantılı örgütlere engel olmaya çalışıyor. Olağan bir sonuçla kargaşadan doğan fırsatları iyi değerlendiren El Kaide, Arap ve İslam ülkelerindeki taraftar sayısını arttırarak büyümektedir. Denilebilir ki bu operasyonun en büyük ve tek rakibi El Kaide’dir. Batı bunu yaparken korkarak ilerlemektedir. Başlıca hedef olan batı ve İsrail, otoritenin ortadan kaldırıldığı Libya ve Mısır’da ve yine devletin sadece adından ibaret olduğu Somali ile Nijer’de her adımında El Kaide’yi düşünmek zorunda kalmaktadırlar.
Amerikan yönetimi ve batı bu bölgelerde bugüne kadar elleriyle büyüttükleri istikrarsızlığı kendilerine sıkı sıkıya bağlı yönetimleri işbaşına getirmek suretiyle çözme hedefini taşıyorlar. İstikrar konusundaki ölçü ise şu şekildedir: Eğer bir İslam ülkesinin yönetimi ABD ve diğer batılılarla iyi geçiniyorsa istikrar var, yok eğer onların çıkarları karşısında sorun oluyorsa istikrar yok demektir. Bu ölçmenin olağan sonucunda da izlenecek politika; Bahreyn’deki, Yemen’deki, BAE’deki halk hareketleri bastırılmalı, Suriye’deki hareket ise daha çok kışkırtılmalı olmaktadır.
Beşar ESAD’sız Hesaplar
Öncelikle ESAD’ın gönderilmesindeki Amerikan kararlılığı 2012 Başkanlık Seçimlerine bile malzeme olmaktadır. Washington’da iktidar ile katılıklarıyla bilinen muhafazakârlar arasında Suriye konusunda da tartışmalar yapılmaktadır. Ne de olsa işgal sırasında Irak’ta Amerikan askerlerine saldıranları besleyen, Hizbullah’ı, Hamas’ı kollayan, “terör ekseninin” en önemli ülkesi İran’la sıkı bağları olan Beşar ESAD’dır. O nedenle gönderilmesi gerekmektedir ama o zaman da Körfez’deki, Afrika’daki El Kaide dertleri yetmiyormuş gibi bir de Suriye’de başlarına yeni bir belâ alacaklarından korkmaktadırlar. Açık olan şudur ki, Suriye’de Amerikalıları tatmin etmeyecek bir sonucun ortaya konulmaması OBAMA’yı oldukça zor bir durumda bırakacaktır. Abartılı terör önlemleriyle gözü korkutulan ve hazır bekleyen Amerikan kamuoyu, ESAD’a karşı daha çok kışkırtılacaktır. Seçimi kaybetme ihtimali ABD yönetimini telaşlandırmakta ve daha saldırgan davranmaya yöneltmektedir. Türkiye, S. Arabistan gibi bölgesel güçlerin güvenlikle ve diplomasiyle ilgili endişelerini dikkate almadan işbirliğine zorlamaktadır.
Kısa zamanda karar alınıp uygulasa bile ancak uzun vadede sonuçları alınacağı için başarılı olamayacağını bile bile ABD ve onu izleyenler reform yapması için ESAD’ı sıkıştırmaktadırlar. Baskıyı arttırmak için yaptırım kararları aldılar ve ayrıca Beşar ve yirmi iki üst düzey Suriyeli yöneticinin mal ve para varlıklarının dondurulması teklifi hazırladılar. BM İnsan Hakları komisyonu, olaylardaki sorumluluğunu araştırmak üzere Beşar aleyhinde bir komisyon oluşturdu. Bu şekilde izledikleri diplomasiyle içeriden ve dışarıdan yöneltilecek baskılar neticesinde İran ve Hizbullah ile ilişkilerinin kesileceğini veya en azından zayıflayacağını düşünüyorlar.
Neo-Con’ların ya da bizim dilimizle Yeni Muhafazakârlar başlattıkları İslam dünyasını dönüştürme operasyonunun peşini bırakmak niyetinde olmamalarından ayrıca OBAMA yönetimi de onlardan geri kalmayı hiç düşünmüyor. Operasyonun büyüklüğü gün ışığına çıkan yeni bilgilerle ancak anlaşılıyor. Wikileaks kaynaklı haberlerde Washington’un Suriye 2006 yılından itibaren muhalif gruplara aktardığı paranın 6 milyon doları bulduğu belirtiliyor. Yine basında; ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yönetimi altında yürütülen Ortadoğu İşbirliği Girişimi adıyla destek ve yardımların yapıldığı ve ilk kez Şam’a atanan büyükelçinin altı yıllık süreyle görevlendirildiği haberi veriliyor. Amerika’nın halk hareketini yönlendirmek üzere yaptığı yardımları ulaştırdığı kanallar ile işbirliği yaptığı kuruluşların sayıları az değil. Bunlardan birisi de sürgündeki Suriyelilerce kurulan Demokrasi Konseyi’dir. Yardımların bir bölümü bizimde işitmeye alışık olduğumuz, ABD ile Demokrasi Konseyi arasında hazırlanan “Sivil Toplumu Güçlendirme Girişimi” isimli bir program üzerinden yapılmaktadır. Londra’dan uydu yayını yapan Barada Televizyonu’nun aldığı Amerikan yardımları artık gizlenemez duruma gelmiştir. Yayın politikası, mali durumu, yayıncısı ve akla gelebilecek her konuda egemenlerin yönlendirmesi altında olduğu artık bir sır değil. Bu bağlantının Muhaliflerin oluşturdukları Kalkınma ve Adalet için Hareket üzerinden yürüdüğü ortaya çıkarılmıştır.
Şam’ın muhaliflerinden birisi olan Ulusal Demokratik Değişim için Şam Deklarasyonu’nu diğer muhalif hareketlere mesafeli durduğu izlenimi vermeye çalışıyor. Ancak birlikte hareket etmekten de kaçınmıyor. Bu grup ve muhalefet cephesinin diğer üyelerinden Müslüman Kardeşler, Mısır’da kurulu İnsan Hakları Ulusal Örgütüyle iş ve ticaret örgütleri ve bazı Kürt temsilciler Türkiye’de bir araya geldiler. ESAD karşıtı oldukları halde Türkiye ile aralarında karşılıklı soğuk bakışların bulunduğu 12 Kürt muhalif partinin oluşturduğu çatı örgütü Türkiye’nin bu girişimlerinden rahatsızlık duydu. Bunu da açık ifadelerle Türkiye önce kendi Kürt sorununu halletsin diyerek ortaya koydu. Daha sıcak ilişkilere sahip diğer Kürt muhalefet partileriyse Türkiye’nin girişimlerine destek verdi.
ESAD’ın varlığından da olmamasından da aynı ölçüde etkilenen ve etkilenecek olan tek ülke büyük bir ihtimalle İsrail’dir. Bir bakıma geleneksel Arap yönetimlerinin varlığı İsrail’in güvenliğine ve yayılmacılığına hizmet etmiştir. Bugün diplomatik ilişkisi bulunanıyla, bulunmayanıyla, anlaşma yaptığıyla yapmadığıyla Arap ülkelerindeki İsrail düşmanlığı hiçbir zaman bugünkü kadar ciddi olmamıştır. Günümüzde artık Mısır’da, Libya’da, Sudan’da ve Suriye’de çok daha büyük kalabalıklar İsrail’i çok daha yüksek sesle tehdit ediyorlar. İsrail, ABD ve batının önde gelen ülkeleri için en önemli konu, bu hareketin siyasi bir oluşumun çatısı altında birleşerek güç halini alması ve Arap ülkelerine yayılmasıdır. Diğer taraftan ESAD’sız bir Suriye’nin İslam radikalizmini azdıracağını, din ve mezhep çatışmalarının dışında kalamayacağının çok iyi bilincinde. Olayların henüz kontrolden çıkmadığı bu halinde bile gerçekle, kurgunun birbirine karışmış olması güvensizlik duyması için yeterli. Bu kargaşada Suudilerin komşu ülkeler Irak, Lübnan ve Ürdün üzerinden ESAD karşıtlarına yardım malzemeleri ve silah gönderildiği söyleniyor. İran’ın Devrim Muhafızlarının ise iktidar için ayaklananları bastırmaya çalıştığı öne sürülüyor. Hizbullah‘ın sokak gösterilerine karşı mücadele konusunda ESAD’ın aşiretinden bir çok kişiyi eğittiği iddiaları bulunuyor.
Suriye Kürt siyasileriyle bağı olan BARZANİ ise, Şam yönetimine açık bir tavır almamaya özen göstererek Suriye’deki harekete kayıtsız kalmadığını da ortaya koydu. ESAD’ın düşüncesine göre kendi Kürtlerinin sempatisini kazanmanın en akıllıca yolu BARZANİ ile temas kurmak oldu. Bu konuda bütün diplomatik inceliklere rağmen Kürtçülerin tarihi temel kuralı belirleyici oldu. Bilindiği gibi Kürtçüler için Suriye, “batı Kürdistan”dı ve bir diğer önemli husus BARZANİ Amerikan politikalarından farklı hareket edemezdi. Neticede ESAD’ın önce BARZANİ’yi sonra da kendi Kürtlerini kazanma hesapları tutmadı. Şam karşıtı olarak batıda güçlü ilişkileri bulunan Kürtçü lider Meşal TAMO’nun öldürülmesi ipleri tamamıyla kopardı.
Lübnan’daki gelişmeler de Şam’ın umutlarını kıracak kadar kötü. Zira baba-oğul ESAD’lar Ortadoğu’daki en büyük hasımlarından biri olan Refik HARİRİ’den kurtuldular ama aralarındaki bitmeyen hesaplaşma oğul Saad ile devam ediyor. Bir bakıma babadan kalma hesaplar hâlâ kapatılamamış bir halde. ESAD’ların Suudi hanedanıyla hiçbir zaman iyi olmayan araları, Refik HARİRİ’nin suikastıyla daha da kötüleşti. İran’dan ayrıca Suriye’nin de desteğini alan Hizbullah’ın Lübnan’da artan etkisinden batılılardan sonra en çok endişe eden ülke Suudi Arabistan’dır. Yine de Suriye’nin bozulan bu ilişkileri Lübnan’da Hizbullah-Saad HARİRİ’nin anlaşmasında oynadığı yapıcı rol sayesinde düzeldi. Başkan OBAMA’nın ardında da Fransa’nın Şam’a büyükelçi göndermelerini S. Arabistan takip etti. Şam ile Riyad’ın bölge ülkelerindeki ortak çıkarları iki başkenti birbirine biraz daha yaklaştırdı. Düzelen ilişkiler sayesinde Suudiler, ESAD’a mali yardımda bulundular. Bu zoraki iyi durum Suriye’de halk ayaklanmasının başlamasıyla bozuldu. İran’ın bu ülkedeki artan etkisinden en çok Suudiler endişe etmeye başladılar. Sonuçta önce Saad HARİRİ sonra da Kral Abdullah, ESAD’ın aldığı önlemleri eleştirdiler.
Bütün baskılara göğüs gererek direnen Beşar ESAD’ın elindeki en güçlü koz başsız kalacak bir Suriye’nin neden olacağı din-mezhep çatışmasının bütün bölgeyi saracağı tehdididir. Batını KADDAFİ konusundaki sert ve kararlı bir tutumunun aynısını izlememesinin en önemli nedeni budur. Aslında bu ciddiye alınacak bir tehdittir. Daha şimdiden El Kaide ile bağlantılı Suriyeli Selefiler Irak’tan dönerek bölgede Sünni egemenliği için çalışmaktadırlar ve önlerindeki en ciddi engel Beşar ESAD’dır. AB’nin eski Dışişleri Bakanı Javier SOLANA’nın danışmanı ve Conflicts Forum’un kurucusu olan Alastair CROOKE, Asian Times’ın web sayfasındaki ayrıntılı değerlendirmesinde bu konuya yer vermektedir. CROOKE, Zarkawi gibi Selefilerin de sınırları ret ettiklerini ve ESAD’ın “büyük Suriye” rüyasına benzer bir hedefle Lübnan, Suriye, Filistin, Ürdün, Türkiye ve Irak’ın Sünni haklarını birleştirmeye çalıştıklarını söylemektedir. Buna bir de Müslüman Kardeşler eklenince din ve mezhebin etki alanının ne ölçüde geniş olduğu anlaşılacaktır. Doğacak boşluktan yararlanacak Şii hareketinin Yemen ve Körfez’dekilerle güç birliği yapmasının yol açacağı sonuçlar önce Suudi hanedanıyla Arap emirlerini sonra da Amerika ile batının uykularını kaçırıyor.
Beşar ESAD’lı Hesaplar
İran, Suriye’deki olayları siyonizmin oyunu olarak yorumlamaktadır. Bu yüzden Türkiye’ye Suriye’ye destek verip İslam dayanışmasını güçlendirme çağrısında bulundu. Tahran-Bağdat-Şam arasındaki siyasi dayanışma ekonomik anlaşmalarla güçlendirilmektedir. İran, dikkate alınması gereken yeni unsur K. Irak yönetimiyle ilişkilerini geliştirmektedir. Sınırlarındaki Amerikan destekli PJAK’ı hızlı bir askeri ve diplomasi harekâtıyla etkisiz duruma getirdi. Türkiye’nin PKK teröründen en çok etkilendiği bir sırada PJAK’dan istediğini almış olarak geri çekildi ve böylece terör örgütünün üzerindeki baskıyı kaldırdı. Bu bir anlamda Türkiye’ye Kürt kartının hâlâ masaya sürülebileceği mesajıdır. Arap ülkelerini de uyarmaktan geri kalmadı. İran, resmi ziyaret nedeniyle ülkede bulunan Katar Emiri aracılığıyla S. Arabistan ve Körfez Emirliklerine ESAD’ı zorlayacak adımlar atmamaları çağrısında bulundu. Katar’ın İran ve Suriye ile iyi ilişkileri nedeniyle diğer Arap dünyası arasında arabuluculuk rolü oynama imkânı bulunduğuna dikkat edilmelidir. İsrail işgali altındaki Güney Lübnan’ın Filistin davası açısından önemi büyüktür ve bu konuda İran kesinlikle Suriye’nin desteğine muhtaçtır. Bu bakımdan ESAD yönetiminin çökmesi demek İran’ın politikasının Lübnan’da boşa çıkması demektir. En sonunda da Amerika’nın isteğinin olması ve İslam Devrimi’nin gidişi demektir.
Arap ülkeleri arasında bulunan yaygın bir kanıya göre, Irak’ta Nuri el MALİKİ’nin başbakanlığa gelişinde Beşar ESAD’ın etkisi vardır. Şiilerin Bağdat’a egemen olmalarına yol açan bu değişikliğin sorumlusu ESAD, S. Arabistan ve ona bağlı olan diğer Sünni Arap yönetimlerinin nazarında husumet kazanıyor. MALİKİ’nin sessizliğini bozarak Suriye’deki muhalifleri uyarması ESAD’a hemen en yakın komşusunun verdiği bir rahatlık oldu.
Aralarındaki oldukça eskiye dayanan dostluk ve Arap dünyasıyla önemli bir iletişim kanalı olması nedeniyle Suriye’yi kollayan en önemli ülke Rusya’dır. Zira batının yaptırım kararlarına uluslararası geçerlilik kazandırmak amacıyla BM’de yapılan oylamalarda veto hakkını kullanmaktadır. Her ne kadar ESAD’ın olaylarda silah kullanmaktan çekinmemesi karşısında Suriye’yi savunmakta zorlansa ve bu nedenle Şam’ı uyaran açıklamalar yapsa da Rusya aksine bir yol izleyemez. Suriye’de ortaya çıkacak ani bir yönetim boşluğunun tüm Ortadoğu’yu kaplayacağını değerlendirmektedir. Dünyanın ekonomik çıkar bölgelerinde artan ABD nüfuzundan zaten endişe duyan Rusya bir de Suriye üzerinden Ortadoğu’yu kaybetmeyi göze alamaz. Suriye’deki etnik-dini ayrılıkların ileride kendi ülkesindeki benzeri hareketlere örnek olacağı korkusunu da unutmamak lazımdır. Rusya ile aynı politikayı izleyen Çin ise her alanda rekabet halinde olduğu ABD’nin doğal muhalifi konumundadır. Ayrıca İran ile son derece uyum içerisinde ilerleyen ilişkilerinin haklı olarak Suriye üzerinden olumsuz etkilenmesini hiç istememektedir. Dahası Rusya’nın sahip olduğu ayrılıkçı korkusunun bir benzerini de taşımaktadır.
Ortadoğu’daki her kargaşadan kazanç elde etme konusunda gerçek bir usta olan PKK, Suriye’de de boş durmuyor. Dağınık ve aralarında güç birliği yapmaktan uzak diğer Kürtçü partilere göre çok daha derli toplu olan PYD aracılığıyla ESAD karşıtı hareketlerin dışında kalmaya özen gösteriyor. ESAD’a verdiği desteğin karşılığında ihtiyaç duyduğu zaman sıkışık K. Irak alanından çıkabileceği, rahat dış ilişkiler kurabileceği bir yer elde etmeyi umuyor. 2012 yılına kadar Türkiye’de devlete paralel bir yönetimi oluşturma hedefini tutturmasını kolaylaştıracak önemli bir destek ve sınır sayesinde aktarım alanı elde etmenin hesabını yapıyor.
Türkiye’nin Yeri
ABD’nin tek hedefi İran’daki Şii yönetimine son vermek olduğu için bu hedef uğruna her türlü taktik işbirliğini yapmakta hiçbir sakınca görmeyecektir. Bunun örneğini geçmişte Irak’ta gördük. Bir zamanlar yok etmeye uğraştığı Halkın Mücahitleri’yle keskin bir dönüşle işbirliği yaparak onu SADDAM’a karşı harekete geçirmişti. Şimdi de Suriye’de aynı kıvrak tutum izleniyor. Irak’ta terör saldırıları nedeniyle ZERKAWI’yi yok etmeyi hedefleyen ABD, şimdi onun ardından giden Selefilerle işbirliği yapıp ESAD’ı devirmeye uğraşıyor. Bu da yetmiyor dışarının müdahalesiyle taraf olan her dini-etnik oluşum diğerini kendisine tehdit olarak görüyor. Bu güvensizlik ise kargaşanın boyutlarını daha da arttırmaktadır. Bir kez daha kanıtlanmıştır ki; dost kalmayla düşman olmanın arasındaki çizgi çok ince, bu bölgede namlunun kime ve ne zaman döneceği hiç belli değildir. Bu durum bize Skyes-Picot’nun kötü ruhlarının hâlâ bölgede gezindiklerini düşündürmektedir. Yaşayan bu ruh, yüz yıl önce olduğu gibi bölgeyi tekrar kanlı bir çatışmanın ortasına atacaktır. Olaylar öyle sanıldığı gibi ESAD gidecek her şey bitecek yaklaşımındaki kadar basit değildir. Tam tersine ESAD’ın gitmesiyle yeni bir terör kuşağı doğacaktır. Üstelik bu kuşakta radikal İslam kadar en başta Kürtçüler olmak üzere etnik örgütler yer alacak ve hepsinin ortak hedefinin biz olacağımızdan hiç kimse şüphe etmemelidir.
Bulunduğumuz bölgenin ne kadar karışık olduğunu, kiminle dost, kiminle düşman olunacağının belirsizliğini anlamak için sadece bu olayı değerlendirmek bile yeterlidir. Şii yayılmacılığının tehdidi altındaki Türkiye, bu tehdidin önemli unsuru İran’la Selefilerin “büyük Sünni”tehdidine karşı koymak için anlaşmak zorundadır. Aynı şekilde her zorda kaldığında Kürt kartını oynamaya hazır ESAD’ın sırf bu tehdit nedeniyle yerinde kalmasında yarar göreceğimiz, aksi durumda başımıza bir de Suriye’de yeni terör örgütleri derdi açılacağı çelişkileriyle dolu zor günler geçiriyoruz.
İslam dünyasında radikalizm güçlenip, etkili olduğu alanı genişletiyor. Yozlaşmış yönetimlerle işbirliği içerisinde bugüne kadar sadece çıkarlarının peşinden giden batının bu nedenle başı dertte. Ortadoğu’da ise durum zaten karışıktı. Suriye’nin ve ardından diğer bölge ülkelerinin aynı kargaşaya sürüklenmeleri tüm dünya için felaket olacaktır. Batı bu tehlikeye rağmen çıkarcı politikalarının devamında ısrar ediyor. Kargaşanın tam ortasında kalmamız muhtemel olduğundan tehlikenin bizim için olan anlamı çok daha ciddidir. Onlar terörün hedefi olarak canları yanarken biz ateşin tam ortasında kalmakla çok daha büyük acılar çekebiliriz.
Libya’ya getirilen renkli kâğıt ve naylondan yapılma çiçeklerle süslü sahte bir baharın benzerinin şimdi Suriye’ye gelmesine çaba gösteriliyor. Komşunun evinin tek odasına gelecek bu sahte bahara engel olmamız mümkün değil. Ancak eğer böyle olursa:
– Dürzinin, Alevinin, Maruninin, Arabın , Kürdün adının geçtiği her yerde Bayır-Bucak Türklerinin de adı geçmelidir. Bayır-Bucakların kaderi Irak’ın Türkmenlerininkilere benzememelidir.
– Irak’la birlikte başımıza bela olan “güney Kürdistan” tan sonra bir de Suriye’de “batı Kürdistan” ortaya çıkmamalıdır.
– Kamışlı ve Haseki gibi Suriye şehirleri, Irak’ta Erbil ve Kerkük’ün birer Kürt şehri olarak sahiplenildikleri akıbetin aynısından korunmalıdır.
– Olası bir ayaklanma sırasında Musul ve Kerkük’te peşmergelerin yaptıkları gibi Halep, Lazkiye ve Haseki tapu ve nüfus kayıtlarının Kürtçüler tarafından yakılmasına, Kürt eseri yok diye buralardaki müzelerin kırılıp dökülmesine kesinlikle izin verilmemelidir.
http://www.turksam.org/tr/a2500.html