Ermenistan; Tarih, Hukuk, Dış politika ve Toplum

Ermeni meselesini ele alabilmek için konunun dünü, bugünü ve yarınına hakim olmak gerekir. Tarihi belgeler ile ortaya koyulan çalışmaların irdelenmesi her yıl artırılarak önümüze çıkarılan, parlamentolarda sözde soykırımı kabul eden gelişmelere tam bir bilinç ile karşı durabilmemizi sağlayacaktır.


Paylaşın:

Uzun yıllardan beri ülkemizin gündemini işgal eden ve dış politikamızda da sürekli karşımıza çıkarılan “Sözde Ermeni Soykırımı” hakkında bir çalışmanın olması zorunlu olmuştur. Osmanlı Devleti’nin soykırım yaptığı, bir milyona yakın ermenin soykırıma tabiî tutulduğu iddiaları ile ülkemiz üzerinde baskı oluşturulup toprak ve tazminat talep edilmiştir. Bu yüzden 1915’ten günümüze, arşivlerin açılarak kapsamlı ve belgeli bir çalışmanın eksikliğini ülke olarak hissettik. Bu çalışmada bu iddialara cevap verme gayreti içerisinde olan kitap incelemesi yapılmaya gayret edilecektir.

İlk olarak Osmanlı Devleti’nin zorunlu tehcire tabiî tutma gerekçelerini açıklayıp ardından bu duruma sebep olan durumları incelemeye çalışılacak daha sonra Ermenilerin kurduğu teşkilatlara değinilip diasporanın etkisinden bahsedilecek ve Ermenilerin siyasi kimlik kazanmaları incelenecektir.

İstanbul otoritesinin 1915 zorunlu tehcir gerekçesi

Ermeni meselesini ele alabilmek için evveliyatına hâkim olmak, meselenin çözüme kavuşabilmesi için 1915’ten öncesine de bakmak ve Ermenilerin durumunu analiz etmek gerekir.  Bizim çalışmamız 1915’te birden ortaya çıkmayan ve zaman içerisinde süre gelen bir durumun 1915 olaylarına sebebiyet vermesi üzerine olacaktır.

Ermeni meselesinin tarihî Tanzimat ve Islahat Fermanlarına kadar uzanır. Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulunduğu durum ve o dönemde imparatorluğun dağılmasını engellemek için çıkardığı bu fermanlarla birlikte çok uluslu bir yapıya sahip olan imparatorluk içerisindeki azınlıklar geniş haklara sahip oldular. Her azınlığın kendisini temsil etme hakkı elde etmesi ve bunu Osmanlı Devleti üzerinde otorite kurma fırsatı olarak değerlendiren devletlerin, imparatorluk iç işlerine müdahale etmesi, özellikle de Rusya’nın bağımsızlığını kazanması konusunda Ermenileri desteklemesi bu meselenin başlangıcını oluşturur. Etkisi geciktirilse dahi sonuçları kaçınılmaz olan Fransız İhtilâli’nin fikir akımları, Balkan devletlerinin teker teker millî benliklerini bulması ve imparatorluktan kopması, nihayetinde Ermeniler içerisinde de bir bağımsızlık ateşi yakmıştır.

Osmanlı Devleti’nde hakkında milleti sadıka olarak bahsedilen Ermenilerin bağımsızlık talepleri, çıkarılan fermanlar sayesinde kurdukları cemiyetler aracılığıyla yayılmaya başladı. Tarihimizde 93 harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşı sırasında imparatorluğun dağılma sürecine girdiğini gören Ermeniler, bağımsızlıklarını kazanma arzusu içerisinde savaşa Rus tarafında katılma, savaşın sonucunu bekleme, ona göre hareket etme gibi stratejiler geliştirmişlerdir. Lakin geleceklerini ve kaderlerini tayin etme çabalarını hak olarak gören Ermenilerin, kendi aralarında savaşa girip girmeme konusunda fikir ayrılıkları çıkmıştır. Rus tarafında savaşa girmeyi, parçalanmakta olan bir devletin yanında savaşa girmekten daha akıllıca bulan Ermeniler olduğu gibi Osmanlı Devleti’ne bağlılık göstererek devletin yanında yer alan Ermeniler de olmuştur.

Sonuç olarak Osmanlı Devleti’nde Ermeni meselesinin, ıslahatların vermiş olduğu haklar, Fransız İhtilâli’nin etkileri, 1877-1878 Osmanlı- Rus savaşı sonucunda imzalanan Ayestefonos Antlaşması gibi nedenler ile ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Savaş sona erdikten sonra İstanbul Ermeni Patriği Nerses Eçmiyazin, Katogikosluğu aracılığı ile Rusya’nın işgal ettiği toprakları Osmanlı Devleti’ne iade edilmemesini istemiştir. Buralarda Ermeniler ile ilgili Islahat yapılması gerektiğini ve bu ıslahatlar tamamlanana kadar bölgeden çekilmemesini savunmuştur. Patriğin bu talebi 19.madde olarak bu antlaşmaya girmiştir.1Bu savaş sırasında Doğu Anadolu’daki işgali sırasında Rusların, Ermenileri Balkanlardaki devletler gibi bağımsızlıklarını kazanabilecekleri yönünde teşviki, Ermenilere oldukça cesaret vermiştir. Bugünkü Yeşilköy olan ve Atatürk havaalanın bulunduğu(!) yerden Osmanlı sarayına 20 kilometre mesafede bulunan Rus ordusu, payitahtı düşürme tehdidi altına sokmuş, Ayestefonas Antlaşması’nı imza ettirmiş ve Ermeniler de imparatorluktan kopma vaktinin geldiğine karar vermişlerdir.

Patrikhane, misyoner okullar ve cemiyetler

Bu gelişmeler yaşanırken, Osmanlı Devleti içerisinde misyonerlik görevini üstlenen okulların çalışmaları da yabana atılamaz. Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan devletlerin, çok uluslu imparatorluk içerisindeki azınlıkları diledikleri şekilde yönlendirebilme fırsatlarını bu misyonerler tarafından sağlayan devletler, diledikleri bölgelerde karışıklıklar çıkarmışlardır. Avrupa’dan gelen ve bu okullarda yetiştirilen Ermeni aydınlarının kurmuş olduğu Hınçak ve Taşnak cemiyetleri de Ermeni isyanlarını arttırmıştır. Sadece bununla da kalınmamış Rusya’nın girişimleri ile Osmanlı tebaası içerisinde bulunan Ortodoks halkın korunması hakkı üzerinden de Osmanlı iç işlerine karışma fırsatı kovalayan Ruslar, fırsatı bu antlaşma ile elde etmişlerdir. Osmanlı Devleti içerisinde bulunan Hristiyan Ortodoksların haklarını savunmak bahanesi ile sürekli imparatorluk iç işlerine karışan Rusya, artık Gregoren Ermeniler üzerinde söz sahibi olma yoluna gitmiş onları da Ermeni Patriğinin girişimleri ile kendi güdümü altına almıştır. Daha ileride de değinileceği gibi Ermeniler üzerinde otorite sahibi olan bu patrikhane daha sonra Ermenilerin siyasî kimlik kazanmalarında da önemli rol oynayacaktır.

Bağımsız kalma fikrini iyice benimseyen Ermeniler Avrupa’dan gelen aydınlarıyla cemiyetler kurmuş ve bu cemiyetler ile birlikte sürekli bir bağımsızlık çalışması içerisinde olmuşlardır. Bu çalışmaların zamanla çatışmaya dönüşmesi ve Türkler üzerindeki terör eylemleri ile Osmanlı devletini müdahaleye zorlamaya çalışmışlardır. Hedefleri dış kuvvetlerin desteğini kazanarak uluslararası kamuoyunda destek aramaktır. Bu faaliyetlerini özellikle Erzurum, Van, Adana bölgelerinde yoğun bir şekilde gerçekleştirmişlerdir. Bölgedeki Türkler üzerinde yoğun bir katliama başlayan Ermeniler terör olayları ile Osmanlı Devleti’ni köşeye sıkıştırmak, kuvvetlerini üstlerine çekme gayretinde olmuşlardır. Bunun için kendi içlerindeki Ermenilerin bulunduğu bazı bölgeleri gözden çıkarıp oradaki Ermenileri kendi kaderlerine terk etmişlerdir. Çekilen telgraflarla durumu açıkça ortaya koyan Osmanlı askeri yetkililerinin telgraf yazışmaları Genel Kurmay Arşivlerinde mevcuttur. Olayların gittikçe kötüye gittiğini gören ve Birinci Dünya Savaşı içerisinde bulunan Osmanlı Devleti tedbir almak gereği duymuştur. Bunu da bugün anlatıldığı gibi soykırım şeklinde değil zorunlu göçe tabi tutmak şeklinde yapmıştır. Eğer Osmanlı Devleti soykırım yapacak olsaydı yer değiştirme gibi bir durumun içerisine girmez Ermenilerin bulunduğu bölgeye askeri sevkiyat yapardı. Böylece tehcir sırasındaki ödediği maddi yükün altına da girmezdi. Tehcir sırasında Ermenilerin mal ve can güvenliğini garanti altına alan Osmanlı Devleti savaş sonrası karşılanmak üzere göç sırasında zarara uğrayan Ermenilere mal garantisi vermeyi ihmâl etmemiştir. Bunu tehcir yasasını çıkaran ve bölgedeki valiliklere talimat şeklinde bildiren Enver Paşa’nın Genel Kurmay Arşivlerinde bulunan telgraflarından kolaylıkla görebiliyoruz. Osmanlı Devleti’nin 1915’te tehcire tabi tutması ile başlayan Ermeni meselesi bu şekilde başlamıştır.

Ermenilerin hayat tarzları ve karakteristik özellikleri

Olaylara Ermenilerin gözüyle de bakmak gerekir. Uzun yıllar boyu birlikte yaşadıkları insanlara ne oldu da birdenbire düşman kesildiler? Bunun araştırılıp ortaya çıkarılmasına ihtiyaç vardır. Bu yüzden evvela Ermenilerin tarihî kodlarına bakmak, ekonomisini incelemek ve yaşadığı bölgedeki dönemin gelişmelerini ele almak gerekir.

Ermeniler, millet olarak zanaatta çok ileri gitmiş yetenekli insanlardır. El işlerinde başarılı olan bu insanların sanatçı ruhlu olduğu bilinir. Geçimlerini bu zanaatları üzerine kuran Ermenilerin düzenleri, yıllar içerisinde Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlaması ve merkezi otoritesini yavaş yavaş kaybetmesiyle bozulur. Uzayan savaşlar neticesinde bozulan ekonominin düzeltilmesi için koyulan vergilerle başlayan tepkiler yaşadıkları bölgedeki Kürtlerle sürtüşmeleri sonucunda artar. Yerleşik hayat yaşayan Ermenilerin okuryazarlığı ve dünyada olup bitenler ile ilgili bilgileri fazladır. Yaşadıkları imparatorluktan daha gelişmiş teknolojiye sahiptirler. Bütün bu gelişmelerle birlikte Kürtlerle yaşanılan çekişmeler de Ermenileri çok rahatsız etmiştir.

Kürtler göçebe bir hayat yaşamaktaydılar. Sürüleri ile birlikte geniş otlaklarda yaşarlardı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi göçerlerle yerlilerin karşılaşması sonucunda sürtüşmeler olmuştur. Göçebe hayat yaşayan Kürtler, yerleşik hayatta olan Ermenileri haraca bağlayıp yağma etmişlerdir. Uzun süre devam eden bu duruma Osmanlı Devleti içinde bulunduğu durumdan dolayı müdahale edememiştir.

Kürtlerle yaşanan çekişmeler, koyulan aşırı vergiler sonucu ekonomileri bozulan Ermeniler bu duruma başkaldırma gereği duymuş, bu da Rusya’nın işine gelmiştir. Bölgede yavaş yavaş başlayan ayaklanmalar neticesinde kontrol kurmak zorlaşmış, bölgede yavaş yavaş Ermeni çeteleri peyda olmaya başlamıştır. Lakin büyük bir isyan baş gösterememiştir. Bunun sebeplerinden birisi de o bölgede yaşayan Ermenilerin çoğunluk halinde olmamalarıdır. Daha sonraları kendi bünyesinde bulunan Ermenilere de Protestanlaştırma politikası uygulayan Rusya, Osmanlının Doğu illerindeki Ermeni çetelerine silah yardımında bulunarak yanına çekmeye başlamıştır.

Merkez ve taşra arasındaki kopukluk

Doğuda bu gelişmeler yaşanırken payitahtta da sarayın harcamaları göze batmaya başlamıştır. Uçuk rakamlara yaptırılan konaklar, Çırağan Sarayı’nı ve Sultan 2. Abdülhamit’in Yıldız Sarayını yaptırması gibi harcamalar gözlerden kaçmamış, halkı yokluk içerisinde olan devletin merkeze en uzak olan yerlerdeki kontrolünün azalmasıyla isyanlar artmıştır. Her düzende olduğu gibi zenginlik merkeze gelir, uç boylarda fakirlik baş gösterirse oralarda isyan kaçınılmaz olur. Ermenilerin isyan etmeleri hususuna bu açıdan da bakmak objektiflik açısından önemlidir.

1915 olayları bu ahval üzerinden gerçekleşmiştir. Ermenilerin soykırım iddiası ile ortaya çıktığı bütün durumlar tehcir esnasında üzüntüyle karşılanan ölümler ile olmuştur. Kötü hava koşulları, salgın hastalıklar ve daha önceden terör olaylarına mazur bırakılan Türkler tarafından yapılan saldırılarla ölenler olmuştur ancak bu saldırıları yapanlar da cezasız bırakılmamış gerekli cezalar verilmiştir. İçlerinden idama çarptırılanlar olduğu gibi gerekli tedbirleri almayan valilere de ceza verilmiştir. Ceza alan ve idama mahkûm olanların isim listesi gerekçeleri ile birlikte belgelerle sabittir.

Bütün bu olanları soykırım olarak değerlendirmek için ölenleri tek taraflı ele almak gerekir. ABD’den tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy’nin dediği gibi “Herhangi bir savaşta sadece tek tarafın ölülerini sayarsanız, bu bir “Soykırım” gibi görünecektir. Mesela Amerikan iç savaşında sadece Kuzey’in ölülerini incelerseniz, Güney’i; sadece Güney’dekilerin başına gelenlere bakarsanız da Kuzey’i soykırım yapmakla suçlayabilirsiniz…” Gerçekten de bu tutumla hareket edilirse taraf ve sempati duyulan tarafın çıkarları doğrultusunda hareket edildiği takdirde diğer tarafın soykırım yaptığına hükmedilebilir. Ermenilerin ve onlara sempati besleyenlerin iddia ettiği soykırım suçunun işlendiğini söyleyenler 3 milyona yakın Müslümanın öldürülmesinden bahsetmez.

Uluslararası hukuka göre soykırım kavramı ve BM sözleşmesi

Soykırım sözcüğü ciddi bir sözcüktür ve kullanılırken dikkatli olunması gerekir. Zira soykırım belirli bir dine veya millete ait olan insanların tamamının programlı bir şekilde ortadan kaldırılması demektir. Bunun örneğini Nazilerin, Yahudiler üzerinde uyguladığı yok etme politikası üzerinde görebiliriz. Ancak bu durum 1915 olayları için geçerli değildir.  Zira ortada, ortadan kaldırmaya yönelik bir eylem değil Osmanlı ordularının güvenliğini sağlamaya yönelik tedbirler vardır. Daha önce de değinildiği gibi bu tedbirler esnasında Suriye’ye sürülen Ermeniler arasında salgın hastalıktan, saldırılardan ve kötü hava şartlarından dolayı ölen Ermeniler vardır. Lakin bu uluslararası soykırım suçu tanımı içerisindeki kriterlere uymaz. Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için sürekli Yahudi soykırımı ve Ruanda soykırımı ile bir tutulan Ermeni Meselesi üzerinde biraz durmak gereği vardır. İki savaş arasındaki dönemde yaşanılanlar neticesinde uluslararası bir çalışma gerçekleştirilmiş ve soykırım uluslararası bir suç sayılmıştır. 1945’te Nürnberg’de kurulan Uluslararası Askeri Mahkeme’nin ve 1946’da Tokyo’da kurulan Uluslararası Uzakdoğu Askeri Mahkemesi’nin gerçekleştirdiği yargılamalar neticesinde Soykırım Suçunun işlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kabul edilmiştir. Böylece hukuksal perspektiften ilk defa 1948 BM Soykırım Sözleşmesi ile düzenlenmiştir. Bu sözleşmeye göre soykırım şu şekilde tanımlanmıştır: Soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinî bir grubu toptan ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle grup mensuplarının öldürülmesi, psikolojik zarar verilmesi, fizikî varlığını sona erdirme kastı ile yaşama koşullarına tabiî tutulmasıdır. Sözleşmenin genel durumu bu şekilde kabul edilmiştir. Bu sözleşe dahi 1915 olaylarında soykırım işlendi diye bir durum ortaya koymaz aksine ülkemiz lehine karar almayı kolaylaştırabilir. Bunun üzerine çalışılması gerekmektedir.

1945 ve 1946 yıllarında kabul edilen bu sözleşme ve yargılamalar da gösteriyor ki daha önceki tarihli olaylar için bu durum kapsayıcı değildir. Her sene 3 T olarak bilinen; Toprak, Tazminat ve Tanınma girişimleri için öne sürülen bu iddialar geçersizdir. Ayrıca manevi unsur olarak ifade edilen özel kasıt olmaksızın, soykırım suçu oluşmaz. Soykırım suçunu, insanlığa karşı işlenen suçlar gibi uluslararası suçlardan ayıran yönü de burasıdır. Meydana gelen Ermeni ölümleri de imparatorluğun planları dâhilinde olmadığı gibi örgütlü bir yapı içerisinde de değildir. Bunlara rağmen her yıl biraz aşağıda değinileceği gibi Ermeni Diasporası tarafından 24 Nisan’da gündeme getirilip uluslararası arenada destekçi aranmaktadır. Bunun için kurulan Asala terör örgütü tarafından diplomatlarımıza saldırılar da yapılmıştır.

Ermenilerin siyasi kimlik kazanması

Olayların üzerinden bir yüzyıl geçmesine rağmen hâlâ daha gündeme gelmesinin nedenlerinden birisi de Ermeni Diasporasıdır. Ermenilerin devlet olarak tarih sahnesine çıkıp bağımsızlıklarını kazanmaları ve millî benliklerini bulmaları iki olay üzerinden gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki Hristiyanlıkla özdeşleşmiş Ermenilik diğeri ise 1915 sözde Ermeni Soykırımıdır.

Ulusların devlet olarak dış politikasını belirlemesinde tarihî kodlar çok önemlidir. Tarihinden almış olduğu birikimler ile geleceğine realist bir çizgide yön verme gayreti içerisinde olan devletler, dış politikasını da buna göre belirlerler. Ermeniler tarihlerini milattan önce 7. ve 6. yüzyıla dayandırmakla beraber asıl ortaya devlet olarak çıkışları Hristiyanlığı benimseyip özümsemeleriyle birlikte olmuştur. Ermenilerin tarihleri hakkında birçok mit olmakla beraber bunlardan birisi de Hz. Nuh’un oğlu Yasef’in soyundan geldiğine inanmalarıdır. Anlatılan mitlere göre veya olgulardan daha çok görmek istedikleri gibi olaylara bakmışlardır. Ermenilerin millet olarak ortaya çıkmaları ise Bizans’ın Hristiyanlığı resmî dini olarak kabul etmeleri ve Ermenilerin 1334’te Bizans’tan kopup kendi patrikhanelerini kurmaları sonrasında olmuştur. Tarihî süreç içerisinde Ermeniler üzerinde patriklerinin etkisi büyük olmuştur. Bu patriklerin etkisini 93 Harbi sırasında ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki çalışmaları sırasında daha net bir şekilde görebiliriz.

Zaman içerisinde devletlerin yapısını açıklamaya çalışan birçok çalışma olmuştur. Bunlardan Neorealistler ve Neoliberaller arasındaki çatışma devletlerin kendi kimliklerini bulmalarında önemli adımlar olmuşlardır. Neorealistler devletlerin tutumları içinde bulundukları durumda, gerçekçi bir şekilde yaklaşım sergileyip gereken tedbirler ya da yaptırımları uygulama yönündedir. Bunlar uzlaşı ya da askerî müdahale şeklinde olabilir. Geriye kalan tek şey hangisinin daha yarar sağlayacağıdır. Neolibarellerin tutumları ise devletin içinde bulunduğu durumda yapması gerekenleri, şartlar ne olursa olsun bir uzlaşı yolunun bulunması yönündedir. İşte bu tartışmalar içerisinde devletlerin kendi benlik ve kimliklerini bilmesi ve tarihî kodlarını çözmesi büyük önem arz etmektedir. Ermeniler de bu durumun farkına varıp gereken çalışmaları yapmışlardır.

Ermenilerin kimliklerini bulmalarındaki diğer bir önemli nokta ise her yıl Nisan 24’te gündeme gelen sözde Ermeni Soykırımı ve taleplerdir. Devletlerin uluslararası arenada söz sahibi olma ve tanınması önemlidir ancak bu tanınma yalnızca devletler nezdindedir. Olağanüstü durumlar olmadıkça bir devletin muhatabı yine bir devlettir. Ermeni diasporasının amacı ise Sovyet güdümünde bulunan Ermenilerin kendi benliklerini canlı tutmalarıdır. Bunu da 1915 olaylarını hatırlatarak, yaşananları sıcak tutarak ve bu durumu kuşaktan kuşağa aktararak Ermeni kimliğinin belleklerde yer etmesini sağlamaya çalışmalarıdır. Bunun için uluslararası alanda özellikle de Ermenilerin zenginleri tarafından düzenli olarak kampanyalar başlatılmakta ve uluslararası kamuoyunda kendileri lehine gündem oluşturulmaktadır. 1930’dan sonra 1980’e kadar azalan gündem oluşturma çabaları Sovyetler Birliğinin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitmesi ile birlikte yeniden gündeme getirilmeye başlanmıştır. Sovyet güdümünden çıkıp 1990’ların başında bağımsızlığını kazanan Ermeniler düzenli olarak yapılan bu çalışmalar ile tanınma peşinde ve başarabilirse toprak ve tazminat kazanıp kendisinin eskiden bulunduğu bölgelere gelme derdindedir. Bu güne kadar her yıl gündeme getirilen iddialara ve düzenlenilen gösterilere arşivlere başvurulmadan, tarihçi olmayan insanların varsayımları ile yenilerini ekleyip ortaya çıkarmaktadırlar. Diaspora, halktan bağımsız bir oluşum haline gelmesine rağmen Ermeni kimliği kullanılarak uluslararası alanda kendisine yer edinme gayreti içindedir.

Gazi Üniversitesi hocalarının kaleme aldığı makaleler derlenerek Soyalp Tamçelik editörlüğünde kitaplaşan bu çalışma, doğrudan bilgi ve belgelere dayandığı için bir araştırma kitabı görevi görmektedir. Çok yakın zamanda Mehmet Emir Demirer hocamızın, arşiv belgelerle konunun özünü dünyaya duyurabilmek için önce İngilizce daha sonra Türkçe olarak çıkacak olan kitabını da yine burada inceleyeceğiz. Sizlerin de okumasını ve bu tarz çalışmaların farkındalık uyandırması açısından paylaşılmasını tavsiye ediyoruz.

 

Yazar

Mehmet Onur Karadayı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar