Yükleniyor...
Salgın döneminde eve kapanmışlığın hoş yanları da var. Balkondan bakınırken, her biri bilmem kaç katlı site kulelerinin arasından görebildiğim ufuk çizgisindeki yeşillenmiş tepelerin bulunduğum yere uzaklığını hesaplayamadım ama kendimin hangi zamanın insanı olduğunu hesaplayıverdim.
İnsan nedir(?); kainattaki yeri nedir (?) ve coronavirus-19 un insanla sorunu nedir (?)
Bunları anlatıyorlar. Binlerce defa duymuş ve okumuş olsam da aklımda tutamadığımı düşündüğünden olsa gerek bir alimimiz bunları tekrar anlatma moduna girmişken hızla ortalıktan çekiliverdi. Bir ara, alim olarak tanınan ama benim yetenekli bir comedian- showman olarak gördüğüm birinin videolarına da dadanmış; gülmekle öfkelenmek arasında kalakalmıştım. konularına girmeyeceğim. Yüzlerce yıldır irili ufaklı alimlerimiz ve bir yıldır bilim insanlarımız
Konumuza dönersek; insan, kendi ana-baba yaşındakilerden geriye doğru %35 tarihi, kültürel, sosyolojik… geçmişin; %45 kendi zamanının ve %20 de torunlarının gelecek zamanının insanıdır. Milletlere, toplumlara ve kültürlerine göre dağılımları, serileri, varyasyonları, sapmaları, esneklikleri… geçiyorum. Yani insan, biraz geçmişin, azıcık da geleceğin insanıdır.
Orta yaşlara kadar kendini zamanının ve geleceğin insanı olarak görse, kendisinden bir-iki nesil öncesinden farklı olduğunu sansa da yaşı ilerledikçe geçmişin kendisindeki izlerini daha da farkeder. Orta-üst yaşlarından sonra kendi yetişkin çocuklarının ‘Ya anne sende..’; ‘Ya baba yine başlama..’ uyarılarıyla alt-orta yaşlarındaki kendisini hatırlar.
İnsan bir süre sonra alışkanlıklarıyla yaşamaya başlar. Alışkanlıklarıyla rahat eder, mutlu hisseder. Bunları kişiliğinin parçası ve değerleri olarak içselleştirir. Hayatla ilişkilerini konsolide eder. Ev denen okyanustaki bilmem kaç bin nesneden bile günde ancak birkaç düzinesini kullanır. Gerçi bazıları yenilik düşkünlüğünü de alışkanlıklarına katıverirler. Anlık konumlarını, özçekimlerini, 20’li yaş fotoğraflarını paylaşıverirler. Ancak düşüncelerini birkaç kelimelik bir cümleye sığdırmanın ötesine asla taşımazlar, bu konuda gerçekten çok ağırbaşlıdırlar. Düzgün bir Türkçeyle düşüncelerini yazma zahmetine katlanmadan akıllı el bilgisayarlarından kişiselleştirdikleri binlerce emojiden en uygununu her nasılsa buluverip kendilerini ifade ediverirler.
Toplumda ortak kültür de benzeri bir etkileşim, yazılı olmayan anlaşma. Düğünde, cenazede, çarşıda, pazarda, herhangi bir toplantıda her kafadan bir ses çıkmaz. Hatta salgın ortamındaki lebaleb kurultaylarda bile. Alışılagelmişin birbirine yakın versiyonları biraz teknolojik çeşniyle ortamı domine eder. İstisnaları zaten anında sosyal medyaya yansır.
Batı toplumlarında ve özellikle ABD’de insanlar algoritmayla yaşarlar, hatta düşünürler. Her şeyin bir tarifi ve kullanma talimatı vardır. Nasıl para kazanılır? Nasıl mutlu olunur? Sıkıntılarla nasıl baş edilir? Omlet nasıl yapılır? Aklınıza ne gelirse her birinin bir algoritması vardır ve 1, 2, 3… diye adım adım sıralanır. Bunun felsefi temellerinin de biyo-algo-ritim olduğunu düşünmeleri. Çin Halk Cumhuriyetinde ise ‘Nasıl iyi bir yoldaş olunur?’u izleyen ve gözleyen milyarlarca biyonik göz olduğu söyleniyor ama konumuz bu değil. Komedi filmlerinde nerede gülüneceği bile ses efektleriyle belirtilir. Yıllar önce bu tuhafıma gitmiş ve neden belli yerlerde toplu gülüşme sesleri veriyorlar düşüncesiyle ABD toplumunun ince hoş söz, nükte ve şaka yetenekleri ve kültürleri olmadığını sanmıştım.
Ne yalan söyleyeyim ‘Düşünme nasıl yapılır? Nasıl düşünülür?’ün ciddi bir ders olarak karşıma çıkmasına şaşırmıştım. Sonra bunun ‘Bilimsel tez ve makale nasıl yazılır?’a getirilmesiyle bende şafak sökmüştü.
İnsan insandır. Tıpkı bir Ortadoğu sözü olan ‘Çocuk çocuktur!’ gibi. Değişimde özü değişmeyen şeyler daha çok. Onbinlerce yıl önceki gibi yiyor, içiyoruz. Değişen yiyecek, içecek yelpazemizin genişlemesi; elde edilmelerinin çeşitlenmesi. Besin maddeleri oranlarının -alimlerimiz buna maddenin hikmetleri diyorlar- ve niteliklerinin giderek bilinmesi… İnanıyoruz, düşünüyoruz… Hissediyoruz ve duyumluyoruz (beş duyu organlarımızın ötesinde…). Mahiyetleri değişiyor olsa da yine yeni masallarımız, mitlerimiz, efsanelerimiz, komplo teorilerimiz var. Kafam pek basmasa da ‘Yeni Türkiye’miz olduğu bile söyleniyor. Yeni Türkiye de galiba II. Abdülhamit’le başlar gibi olmuş, araya bir fasıla girdikten sonra, birkaç yıl önce yeni baştan başlamış.
Benim bildiğim on binlerce yıllık bilinen ve izleri sürülebilen kesintisiz geçmişimiz, alaylı alimlerimizin (medresah) gayretleriyle ve siyasetçilerimizin icraatlarıyla da, zaman makinasında konservasyona tabi tutulmuş. Mevzuyu dağıtır gibi oldum. Yani Dünya da içinde yer aldığı evren de kendi değişim, dönüşüm ve başkalaşım döngüsünü sürdürüyor. Bunların dışında fazlaca yeni bir şey yok. Ne arasan geçmişe doğru izi sürülebiliyor, geleceğe de yansımaları, yankısı vuruyor. Eskiden kaya tuzu parçaları ve deniz canlılarının kabuğundan günümüzde sanal, kripto paraya evrilmesinde değişmeyen şey kıymet ve değişim aracı olmalarıdır.
Yıllar geçtikçe, beden enerjisi, kıvraklığı azalır, organlar ve sistemler zorlanmaya başlar o zaman da tecrübeler eksikliği kapatmayı üstlenir. Her şeyin bir ömrü var. Tecrübe de bir süre sonra son kullanım tarihi geçmiş gıda ve ilaçlarlar mesabesine iner. Tecrübe artık bir yük olur. Atamazsın, satamazsın. Hatta değiş-tokuş ve ikinci el yerine bile koyamazsın. Yeni nesil illâ kendi tecrübesini yaşayarak edinir. Ne var ki bu tek tek ve toplumsal yaşanmışlıklar, tecrübeler aslında kaybolmaz. Ortak kültüre eklenir. Kültür değişmeleri de böyle oluşur. Daha geniş boyutlu toplam birikimler de medeniyeti, uygarlığı oluşturuyor. Sanırım benim hangi zamanın insanı olduğuma ilişkin oranların bilimsel (ilmi değil) temelleri daha da berraklaştı.
Siyaset bu değişimleri etkiler, zorlar; güç transferleri yapar, moral – ahlaki (etik) değerlerden söz eder. Sonra da ahlâki değerleri ters yüz eder ve Z kuşağını boşa düşürür. Bir dönemin siyaseti de benim hangi zamanın insanı olduğum hesabıma döner.
Bak, yine politik siyasete giriyor gibi oldum. Bu da ben yaştakilerden 20 yaş küçük veya büyüklerin gençlik zamanından şahsıma sirayet eden alışkanlık.
Simdilerde Z kuşağı konuşuluyor. Torunlarım henüz Z kuşağı değilmiş. Ne kuşağı olacakları da daha açıklanmamış. Bir ara yeni nesil bir bilim insanımızın bir değerlendirmesine denk geldim. ‘Z kuşağının toplaştıkları bir mekanda, çaktırmadan, göz ucuyla davranışlarına, ellerindeki akıllı makinalarına bakın’ diyordu. Şu pandemi bitince yapılacaklar listeme ekledim; böylelikle %20 olan geleceğin insanı olma oranımı birkaç puan arttırmış olacağım. Politik siyaset (politika başka, siyaset başka) bu konulara girmiyor Kim bilir kafalarında kaç tilkiyi hiçbirinin kuyruğunu birbirine değdirmeden dolaştırıyorlardır.
Siyaset demişken aklıma yıllar önce bir hakim arkadaşımdan duyduğum bir anekdot geldi.
Güneydoğu’da bir yerde kaçakçı suçüstü yakalanmış. Mübaşir, kaçakçının beline sarılı kutnu kumaşı çekerek çözdükçe kaçakçı ha bire dönerek ‘Allah, Allah..! Kim sardı bunu benim belime’ diyormuş. Ben de ‘Kim koydu bunları benim kafama!’ durumundayım.
Neyse!… gündeme dönelim. Gündem de dönülecek gibi değil ki! Gerçi ana akım ulusal medya, her gün aynı kişilerin her konudaki derin ve engin irfanından istifade etmesini idrak edemeyen benim gibiler için düzenli ve sürekli olarak korona programları da yapıyorlar. ‘Bunlara takılamıyorum!’ diyeceğim ama, ‘ne çekilmez insansın’ denmesinden çekiniyorum.
Hangi zamanın insanı olduğumu hesaplarken ister istemez öteden beri güzel sözlerin yazılır, söylenir, öğretilir, öğrenilir olduğunu hatırladım. Şimdilerde güzel, çarpıcı altlıklar üstüne, kaligrafik renkli yazılarla işlenmiş sözler sosyal medyada dolaşımda. Kutsal kitaplardan, devlet adamlarından, askerlerden, filozoflardan, alimlerden, bilim insanlarından… Ve gönül adamlarından… Sahi ‘gönül adamı’ ne demek ki? ‘Adam’ demek artık cinsiyetçi çağdışılık oldu, lakin ‘insan’ denince tema, melodi, ritim kayboluyor gibi ama olsun. Hep merak etmişimdir: Bu binlerce sözlere uygun bir algoritma geliştirilse ve insan onlara göre yaşasa nasıl olur? Ya da Dünyada hayatını bu sözlere göre düzenleyen ve yaşayan insan var mıdır? Bu konuya girmeyeyim diyorum, aklıma yine Çin geliyor!…
Zaman demişken, tamamı uzun olan bir manzum denememden bir-iki beşlik sanırım hesabımdaki oranları doğrular mahiyettedir.
‘An’dan sonsuzluğa sanal sürece
Geçen her bir yılı anmadır zaman.
Zerreden küreye evren görece
Düşünce selinde sınmadır zaman,
Benliği yokluğa sunmadır zaman.
An, gün, ay, yıl hepsi birer hecelik.
Ömür dediğimiz düştür gecelik.
Kavramak, anlamak, bilmek nicelik,
Yanılgıyı gerçek sanmadır zaman,
Edinim ufkunda bunmadır zaman.
Belki ‘var olma’nın öteki adı,
Gönüllerde sevgi, muhabbet tadı,
Ağarmaz gün, bitmez gece olmadı.
Özlenen canlara kanmadır zaman.
İlahî bir aşkla yunmadır zaman.