Yükleniyor...
Osmanlı Türkçesi dersindeyiz.
Prof. Dr. Fahri Temizyürek, “Sizinle tanışmış mıydık arkadaşlar?” diye sorduğuna göre dönemin ilk dersi olmalı.
Yükselen “Hayır hocam.” seslerinin arasına istemsizce kendiminkini de katıverdim: “Henüz değil hocam.”
Yılların tecrübesiyle onca hayır’ın arasından benim henüz’ümü duydu ve sahibini sordu.
Parmak kaldırdım.
“Ne güzel söyledin. Çok hoş bir kelime tercihiydi.” dedi ve devamında tanışma faslına geçildi.
Bu yaşanmışlığımın hatırıma gelmesi sosyal medyada gördüğüm bir videoda anlatılanlardan sonra oldu.
Dr. Bahar Eriş’in katıldığı programdan bir kesitti sözünü ettiğim video.
Eriş, ‘henüz’ün çok önemli bir kelime olduğunu ifade ediyor, Chicago’daki bir okulda kullanılan yöntemi aktarıyordu: “Çocuklar bir sınava girip düşük not aldıkları zaman, düşük notu yazmak yerine, henüz başaramadın, deniliyor. Bu bir bakış açısı kazandırmak. Notların da ötesinde esnek olmayı destekleyen bir bakış açısı. Çocuğa ne mesaj gidiyor?: ‘Henüz yapamadım ama çaba ortaya koyarsam başarabilirim.’”
Nâzım da bir kitabına ‘Henüz Vakit Varken Gülüm’ ismini koyarak ve şu mısraları yazarak bu sözcüğün hakkını teslim etmiyor mu zaten?:
“En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür.”
Kısa yoldan yolunu bulmaya çalışanların ülkesinde yolda olmanın önemini, iyi ve de güzeli arayışın değerini savunmak zordur.
Fakat zoru başarmak da her bir Türk aydınının boyun borcudur.
İçinde bulunduğumuz toplumun hâl-i pür-melâline Kohlberg’in gözlüğünü takarak bir bakalım, derim. Tabiî bunun için önce gözlük sahibinin kuramından bahsetmek gerek.
Kohlberg, Piaget’in öğrencisi. Boynuz kulağı geçer misali hocasına muhalefet ediyor. Onun ahlâkı yaşa bağlayan görüşüne katılmıyor. Çünkü Kohlberg’e göre yedi yaşındaki bir çocuk da yetmiş yaşındaki bir insan da aynı derecede çıkarcı ve sadece olayların sonucunu görebilen düzeyde olabilir.
Kohlberg; insanların nasıl bir ahlâka sahip olduğunu belirleyen şey niyetleridir, diyor.
Üç düzey var kuramda: Gelenek öncesi, geleneksel, gelenek sonrası.
Tahmin edebileceğiniz üzere az gelişmişlikten çok gelişmişliğe doğru gidiyor.
Kişi tamamen menfaat ve çıkar odaklıdır.
Birey kendisini sel’e katmıştır, toplumu sal’dan indirmiştir.
Burada iki tür eğilim mevcuttur.
İtaat ve Ceza Eğilimi: Birey ceza almamak için kurallara uyar. Ortamda cezalandıracak biri mevcut değilse kurallara uymaz.
Örneğin, polis ya da mobese yoksa kırmızı ışıkta geçer.
Saf Çıkarcı Eğilim: İtaat etmek yerine çıkarlarına bakar. Bireyin kendisine faydalı olan şey iyidir.
“Rüşvet verirsen işini görürüm.” cümlesi ve benzerlerinde vücut bulur.
Denebilir ki, bu dönem millet bilincinin yeşermeye başladığı kısımdır.
Bu evrede içinde bulunulan grubun gereksinimleri şahsî gereksinimlerden üstün tutulur ve grubun isteklerine uygun davranmaya özen gösterilir.
Yine iki eğilim mevcuttur.
İyi Çocuk Olma Eğilimi: Etraftaki insanların takdiri kazanmaya çalışılır. Hedef, beğenilme ve göze girmektir.
Kanun Düzen Eğilimi: Mükemmeliyetçiliktir. Kanun varsa kesinlikle bunlara uymak gerekir. Düzeni korumak için her şey yapılmalıdır.
Bu anlayıştaki baba, hırsızlık yapan kızını polise teslim eder.
Bir nevi Nirvana’dır.
Bu dönem genellikle çoğu insan tarafından ulaşılamayacak bir dönem olarak kabul edilir. Ahlâk kavramı; kişi, yakın çevre ya da sosyal menfaatler noktasından çıkar ve evrensel bir ahlâk anlayışı boyutuna ulaşır. Kişi evrensel düşünme boyutunda kendi değer yargılarını kendisi oluşturur ve bu oluşturma sürecinde bireyin kişisel haklarına karşı duyulan saygı esas alınır.
İki eğilim şunlardır:
Sosyal Sözleşme Eğilimi: Var olan kanun ve kurallar koşulsuz bir şekilde kabul edilmez, aksine eleştirel bir gözle süzgeçten geçirilir. Hatta herkesin yararınaysa kurallar esnetilebilir.
Evrensel Ahlâk İlkeleri Eğilimi: Bu aşamaya ulaşmış insanlar hak, özgürlük ve adalet kavramlarını temele alır ve bu kavramları ihlâl edebilecek tarzda oluşturulmuş kanunlara uyulmasını reddeder.
“Gel, gel, ne olursan ol, yine gel.” cümlesinin yeri tam da burasıdır.
Şimdi şapkayı önümüze koyalım.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” cümlesinin dillere pelesenk olduğu bir zamanda bu soruyu sormak gereksiz belki ama teşhisi koymak ve de netleştirmek için de elzem: İçinde bulunduğumuz toplumun çoğunluğu hangi ahlâkî evrededir?
Tartışmasız bir şekilde, gelenek öncesi dönemdedir.
Buna ek olarak hiçbir ahlâkî statüye girmeyen insanların varlığı da korkutucu düzeydedir.
Dolayısıyla aradığımız, istediğimiz topluma ‘henüz’ ulaşılamamaktadır.
Ne zaman ulaşacağımız ise soru işaretidir.
Disney Plus daha önceden ilân ettiği üzere 29 Ekim’de Atatürk’ün hayatından kesitler sunan bir dizi yayımlayacaktı. Firmanın Ermeni diasporasının etkisiyle diziyi dünya yayınından çekeceği iddia ediliyor. Hatta iddianın ötesine geçen bir durum mevzubahis.
Bu noktada başını Kürsü Platformunun çektiği birçok kuruluş 28 Temmuz günü ortak bir bildiriye imza attı: “Atatürk Yoksa Biz ‘KESTİK’”
Henüz Disney Plus’tan kamuyu aydınlatan bir mesaj gelmedi.
‘Henüz’ deyişimizin nedeni kuruma direkt kırmızı kart göstermek istemeyişimizdendir. Fakat hassas noktalarımız söz konusu ise sabrımızın pek olmadığı da bir gerçektir.
Yayın kuruluşunun en kısa zamanda izleyicisine ve sınırlarında ticaret yaptığı Türkiye Cumhuriyeti’nin kıymetli vatandaşlarına cevabını beklemekteyiz.
Cevabın fragmandan ibaret olmamasını, süreç ve planlama hakkında ayrıntılı bir açıklamayı ayriyeten rica ederiz.