Yükleniyor...
İnsan umudunu yitirince intihar eder. Ve ne yazık ki sorgulayan beyinlerde bu eğilim daha fazladır. Çevresindeki insanlardan kendini farklı hissediyorsa, düşündükleri-hayal ettikleri bulunduğu ortama uyumsuzsa hatta aykırıysa ve kendini ait hissetmediği ortamdan çıkacak gücü bulamıyorsa, yok olma arzusu kuvvetlenir. Kendini yok ederek kendi gibi düşünmeyenlere bir mesaj göndermek ister. Sevilmediğini düşünse de varlığından faydalanmak isteyenlerden öç alır aslında. Ve sorumlu olduğu, önem verdiği, kendisine muhtaç kişiler de yoksa hayatında bu eyleme karar vermesi kolaylaşır.
İntihar etme düşüncesi yaşlı ya da genç, yoksul ya da zengin her insanda görülebilir. Çünkü temelinde sevgiden yoksunluk, kendini güvende hissetmeme hâli yatmaktadır. Nasılsa beni kimse sevmiyor, ölürsem kimse üzülmez, etrafımdaki kişilere bir faydam yok, böyle bir hayat yaşamak istemiyorum ve beni bu hayattan kurtaracak kimse yok, çalışsam da emeklerimin değer bulduğu adaletli bir dünya yok, istediklerimi yapmak için param yok-param var ama beni anlayan yok, gibi cümlelere sıklıkla rastlanır intihar edenlerin ardında bıraktığı mesajlarda.
Beden ve ruh olgunluğuna ulaşmamış kişilerde yani genç olarak tanımladığımız bireylerde intihar vakası daha sık görülür. Neden? Çünkü yaşam yaşandıkça öğreniliyor. Yaşamı çözümlemek için kitap okumak, film izlemek, nasihat dinlemek yetmez. Bizzat yaşamak lazım! Düşünce ayağa kalkan kişi, bir sonraki tökezlemede kendini daha çabuk toparlar. Hayat bitmek bilmeyen engellerle doludur. Bir atletin olimpiyatlara yıllarca hazırlandığı düşünüldüğünde, bir çocuğu hayata hazırlamanın uzmanlık işi olduğu kabul edilmelidir. Bir genç kendini öldürebiliyorsa toplumdaki herkes bundan bir parça sorumludur. Her insan sevgiyi hak ediyor. Ancak insanı, sevgisizliğe karşı da hazırlamak gerek. Tozpembe bir dünyanın olmadığını elinden tutarak göstermek gerek. Küçük düşüşler yaşamasına müsaade etmeli, her kalkışın onu güçlü kılacağını bilerek. Kendi gibi düşünmeyen insanlarla nasıl baş edeceğini ona anlatmalı. Genç, sorunlarla karşılaşmaya hazır olduğuna ve böyle anlarda ona uzanacak ellerin varlığına inanmalıdır. Sağlıklı nesillere ancak bu yol ile ulaşılabilir. Bu görevi üstlenecek en doğal kurum ailedir. Daha sonra da devlet… Maalesef ailelerin birçoğu bu görevden habersiz. Bazıları aşırı korumacılıkla çocuklarını dış ortama dirençsiz, bazıları da onları acımasız gerçeklerle bir başına bırakıyor. Bu durumlarda devreye girecek olan devlet de son yıllarda sorumluğundan uzak.
Bir başka varsayım da maddi imkânsızlık içinde bulunan topluluklarda intihar vakasının daha fazla görüldüğüdür. Doğrudur. Çünkü para birçok çıkmazı çıkar hâle getirir. Örneğin ruhsal çöküntü yaşadığını fark eden bir birey bu durumdan psikolojik destek alarak kurtulabilir. Bugün sıradan bir psikoloğun seansının 300 liradan başladığı düşünülürse paranın işlevi tartışılmaz sanırım. Ya da kişi; yaşadığı şehrin sahip olduğu yetenekleri ortaya koymak için yeterli olmadığını görüyor ve oradan çıkma isteği duyuyorsa bu isteği gerçekleştirmek için yine paraya ihtiyaç duyar. Bu ve benzeri dürtülere karşılık bulamamak her insanda olmasa bile bazı insanların ruhunda aşılamaz çöküntülere sebep olabilir. Çünkü ruh sağlığı yerinde olan ya da bu tarz sorunları aşabilecek güçlü karakterlerde-güçlü devletlerde kendini öldürme eylemine daha az rastlanır.
Her işin çözüm yolu eğitimden geçtiğine ve eğitimin birkaç nesil sonra tam amacına ulaşabildiği bilindiğine göre kişilerin geleceğe umutla bakabileceği bir ülke yaratmak için uzun yıllar çalışılması gerekir. Devletimizde eğitim politikaları çocuk ve gençlerin eğitimleri üzerinde yoğunlaşıyor. Oysa eğitim programlarına en az bir kuşak geriden başlanmalıdır. Aileleri eğitmezsek, deneme yanılmayla sağlıksız nesiller ortaya çıkacaktır. Ve bu olumsuz durum, ulaşılmak istenen sağlıklı toplumun oluşması için gerekli süreci uzatacaktır. İnsan oyun hamuru değildir. İnsan çelik heykele benzer, yanlışı düzeltmek bazen imkânsız olabilir. Devlet, bir bireye, anne babasından sonra en yakınında olandır. Hatta bir çocuğu korumak için onu anne babasından çekip alacak güce sahiptir. Maalesef devletimiz, bu görevden de kendini uzaklaştırdı. Yaşanan yüzlerce acı olaya rağmen üç maymunu oynamaya devam ediyor. Yükseköğretim ve özellikle orta öğretim öğrencilerinin barınma ihtiyaçlarını çözme işinin vakıflara bırakması bunun bir göstergesidir. “Almadan vermek Allah’a mahsustur.”, atasözünü herkesin çok iyi bilmesine rağmen ücretsiz-az ücretli barınma hizmeti veren kurumlara teslimiyet anlaşılır gibi değildir.
Tahlil etmekte zorlandığımız sorunları devletin acizliğine bağlayarak sorumluluğu üzerimizden atmamız da doğru değildir. Çünkü devlet taştan topraktan değil, etten ve kemikten oluşur. Devlete can veren; insan zekâsı ve karakteridir. Bugün devleti oluşturan kurumların işleyişi tamamen onu yöneten insanların zihniyetinden ibarettir ve bu insanlar uzaydan düşmemiş, bizim içimizden çıkmıştır. O zaman yaşadıklarımız, içinde bulunduğumuz toplumun kurumlara ve bireylere yansımasından ibarettir demeliyiz. Her kurum ve zihin; karmaşık, çoğu kirli, kötülüğe meyilli… Her birimiz kendi kapımızın önünü süpürmeye başlasak nasıl olur. Her insan ahlaklı yaşamaya mecburdur. Temasta olduğumuz insanları doğru, adaletli, ahlaklı düşünmeye zorlamalıyız mesela. Hiç kimse adaletten daha üstün bir güce sahip değildir. Doğruluğu savunduğumuz için yanlışı uygulayanlar tarafından dışlansak da, bu davranışımıza tanık olanların içinde saklı duran adalet duygusunu ateşleyeceğimizi ve onlara cesaret vereceğimizi unutmamalıyız.
Sıkça tekrarlayalım ki, sinerjisi yayılsın:
Haksızlığa uğradığını düşünen insanlar, doğruluğa ve iyiliğe olan inancını, umudunu, mücadele gücünü ve dolayısıyla yaşama sevincini kaybeder.
Ve sadece hayal kuramayan insanlar kendini öldürür.