Yükleniyor...
Türkiye Resmî Gazetesinde yayımlanan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yürürlüğe giren “Türk soylu yabancıların kamu ve özel sektörde istihdamını kolaylaştıran yasa”, sadece bir bürokratik düzenleme değildir.
Bu yasa, Türkiye’nin 21. yüzyıldaki kimlik vizyonunu, Türk dünyasıyla bütünleşme stratejisini ve uluslararası düzeyde kültürel-jeopolitik yönelimini yeniden tanımlayan önemli bir adım niteliği taşımaktadır.
Ancak, bu adımın etkileri kadar belirsizlikleri, uygulama boşlukları ve kimliksel soruları da beraberinde getirdiği görülüyor. Özellikle Güney Azerbaycan Türkleri gibi Türkiye dışındaki milyonlarca Türk topluluğu açısından, bu yasa bir umut ile bir sınır arasında duruyor.
“2527 sayılı Türk soylu yabancıların Türkiye’de serbestçe meslek ve sanat icra etmeleri ile kamu ve özel kurumlarda çalışabilmelerine dair kanun”un uygulanmasına hakkındaki yönetmelikte yapılan değişiklik, kanunun yürütme esaslarını yeniden şekillendirmektedir.
1981 tarihli bu yasa, Soğuk Savaş sonrası dönemde Türk dünyasıyla ilişkileri kolaylaştırma hedefiyle çıkarılmıştı.
Ancak şimdi, günümüz Türk dünyası jeopolitiği, göç hareketleri ve diaspora politikaları dikkate alınarak güncellenmiş bir uygulama biçimi kazanmıştır.
Bu çerçevede, Türk soylu yabancılar artık Türkiye’de hem özel sektörde hem de devlet kurumlarında daha kolay istihdam edilebilecektir.
“Türk soylu” olmanın tanımı, Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından belirlenecektir.
Bu tanım, “hangi toplulukların Türk soylu kabul edileceğine” dair yetkiyi siyasi ve idari olarak tek merkezde toplamaktadır.
Bu durum bir yandan esnek ve hızlı karar almayı mümkün kılarken, diğer yandan tanımın belirsizleşmesi ve keyfîliğe açık hale gelmesi riskini de doğurmaktadır.
Yasanın en tartışmalı yönlerinden biri, “Türk soyluluk” kavramının nasıl belirleneceği meselesidir.
Bugüne kadar bu belgeyi almak isteyen kişiler, doğdukları ülkelerdeki Türk dernekleri, konsolosluklar veya yerel makamlar aracılığıyla belge temin edebiliyordu.
Ancak birçok durumda bu süreç, özellikle Güney Azerbaycan, Doğu Türkistan, Ahıska, Kırım, Irak Türkmenleri veya Balkan Türkleri gibi topluluklar açısından siyasi baskılar, belge yetersizlikleri veya kimlik inkârı nedeniyle oldukça zor olmaktaydı.
Yeni düzenlemede, Türk soyluluğun tespiti tamamen Türkiye’deki yetkililere bırakıldığı için şu sorular öne çıkmaktadır:
Türk soyluluğun ispatı nasıl yapılacak?
İran, Çin veya Rusya gibi ülkelerde “Türk kimliği” resmî olarak tanınmadığı için bu topluluklar belgeyi nereden alacak?
“Türk soylu” olmak, sadece etnik kökeni mi ifade edecek, yoksa kültürel aidiyet, dil ve kimlik bilinci de hesaba katılacak mı?
Bu soruların yanıtı, aslında Türkiye’nin Türk kimliğini nasıl tanımladığına dair stratejik bir yönelim göstergesi olacaktır.
Yaklaşık 35-40 milyon arasında nüfuslu Güney Azerbaycan Türkleri, tarihsel olarak Türkiye ile en güçlü kültürel ve duygusal bağlara sahip topluluklardan biridir.
Ancak İran’daki kimlik baskısı nedeniyle, bu topluluk ne kendi devletinden “Türk” olarak tanınıyor, ne de resmi belgelerde bu kimliklerini gösteren kayıtlar alabiliyorlar.
Dolayısıyla, Güney Azerbaycanlı bir Türk Türkiye’ye geldiğinde, “Türk soyluluğunu ispat” konusunda fiilen bir boşlukla karşılaşıyor.
Yeni yasa bu sorunu çözebilir mi? Evet, ancak mevcut düzenleme bu konuda doğrudan bir mekanizma içermiyor.
Bunun için şu öneriler stratejik olarak önem taşımaktadır:
Türkiye, Türk soyluluk tespiti için bağımsız bir “Türk Soylu Kimlik Teyit Komisyonu” kurmalıdır.
Bu komisyon, Türk dünyasındaki diasporalardan gelen belgeleri, soy kayıtlarını, dil, kültür ve aidiyet göstergelerini inceleyerek karar vermelidir.
Aksi hâlde, Güney Azerbaycan gibi büyük topluluklar, kendi Türk kimliğini Türkiye’de ispatlayamaz hâle gelir.
Bu yasa, görünürde Türk dünyasıyla entegrasyonu hızlandıracak bir araç gibi dursa da, yanlış uygulandığında birlik yerine ayrışma doğurabilir.
Çünkü “Türk soyluluk” tanımını daraltmak veya sadece belirli coğrafyalara uygulamak, Türk dünyasının çok merkezli yapısını zedeleyebilir.
Bugün Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) gibi platformlar, “Ortak Türk Kimliği” fikrini güçlendirmeye çalışırken, Türkiye’de uygulanacak bu yasa, o ortak kimliğin kapsayıcılığına uygun olmalıdır.
Eğer Türkiye bu yasayı sadece ekonomik bir göç ve istihdam politikası değil de aynı zamanda kimlik ve kültür diplomasisinin bir parçası olarak uygularsan, o zaman bu düzenleme, Türk dünyasının bütünleşmesinde yeni bir kilometre taşı olacaktır.
Belirsiz tanım riski
“Türk soyluluk” kavramı, siyasi takdirle belirlendiğinde, bazı toplulukların dışarıda kalması riski doğar.
Bu da, Türk dünyasında “merkez-çevre Türk kimliği” tartışmalarını tetikleyebilir.
Bürokratik engel riski
Eğer uygulama sadece belgeye dayalı kalırsa, Güney Azerbaycan, Doğu Türkistan veya Kırım Türkleri gibi topluluklar belge sunamadıkları için dışlanabilir.
Kültürel ve jeopolitik fırsat
Türkiye bu yasayı “yumuşak güç” aracı hâline getirirse, sadece istihdam değil, Türk dünyasında ekonomik, kültürel ve akademik ağ oluşturma sürecine de katkı sağlar.
Toplumsal entegrasyon boyutu
Türk soylu yabancıların Türkiye’ye yerleşmesi, yeni bir Türk kimlik mozaiği yaratabilir. Bu süreç doğru yönetilirse, Anadolu merkezli bir Türk dünyası dayanışması oluşur; yönetilmezse, iç entegrasyon sorunları doğurur.
Sonuç: Kimlikten stratejiye – Türkiye’nin yeni yüzyıl hamlesi
Bu yasa, aslında bir istihdam düzenlemesinden çok daha fazlasıdır.
Türkiye, bu adımla “kimlik diplomasisi”ni kurumsallaştırma sürecine girmiştir.
Ancak her stratejik adım gibi bu da doğru yorumlandığında fırsat, yanlış uygulandığında kırılganlık doğurabilir.
Eğer Ankara bu yasayı; Türk dünyasının her köşesinden gelen insanlara açık, belgeye değil kimlik bilincine dayalı, kültürel ve stratejik olarak yönlendirilmiş bir sistem hâline getirirse, o zaman bu düzenleme, “Türk yüzyılının insan kaynağı yasası” olarak tarihe geçebilir.
Ancak aksi hâlde, bir kez daha “Türk soylu” olmanın anlamı, bürokratik bir kimlik tanımına sıkışmış olur.
Türkiye, bu yasa ile kendi tarihine, kültürüne ve geleceğine dair bir sınavdan geçiyor. Bu sadece “kimlerin burada çalışabileceği” meselesi değil; aynı zamanda Türk kimliğinin, Türk dünyasının ve Anadolu merkezli jeopolitik vizyonun nasıl tanımlanacağı meselesidir.