Yükleniyor...
Dünya Pi günü, yani yılın 3. ayının 14. gününde haber kanallarında Stephen Hawking’in ölüm haberi yankılandı. İnancımız ölümün ardından kötü anmayı hoş karşılamasa da nahoş yorumlar ve fikirler azalmadan sosyal medyada devam etmektedir. Bu yazı ile bir mühendis olarak Hawking’den ne anladığımı sunmak istedim. Burada amacım Hawking’in fikirlerini kesinlikle övmek değil veya toplumsal sevdamız olan komplo teorisi sunmak değildir.
Stephen Hawking teorik fizikçi, kozmolog ve yazar olarak Cambridge Üniversitesi’nde ölümüne kadar görev almış, ölümünden 10 gün önce yani 4 Mart 2018 tarihinde “A Smooth Exit from Eternal Inflation?” başlıklı makalesine düzeltme yazan (bkz.https://arxiv.org/abs/1707.07702) motor nöron hastalığına ( ALS ) rağmen çalışma azminden birşey kaybetmeyen, hastalığı sebebiyle vücudunun işlevini neredeyse tamamen yitiren 21. yüzyılın en büyük bilim insanlarının başında gelir.
Hawking sadece aldığı eğitim ile ilgili değil Evren Teorisi, Teoloji ve Gelecek Bilim konularında da yayınlar vermiş bir yazardır.
“Einstein, ‘Tanrı zar atmaz’ derken hatalıydı. Kara deliklerin varlığı, Tanrı’nın yalnızca zar atmakla kalmadığını, bu zarları göremeyeceğimiz yerlere atarak bizi şaşırttığını da gösteriyor” (S. Hawking)
1964 yılında 2-3 senelik ömür biçilen birinin neden ve nasıl hayata tutunduğu en dikkat çekici konudur. Herşeyden evvel hayata beyniyle tutunmuştur. Bir nefesine bile hâkim olamayacağımız bu hayatta Hawking’den de öğreneceklerimiz var.
1- Çalışmak.
1964 senesinde 2-3 sene ömür biçilen Hawking’in sadece 1 sene sonrasında doktora tezi de dahil olmak üzere toplam 4 ana yayını vardır. Bu yayınlar teorik fizikte ve kozmolojide çığır açmıştır. Hayatının tıbbi olarak en zorlayıcı dönemlerinde en önemli kitaplarını yazmıştır. 1988 yılında yazdığı “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” kitabı 10 milyondan fazla satmış, kırk dile çevrilmiştir. Uzay dokusunun oluşumunu beyninde tezahür ederek kışkırtıcı bir dil ile okuyucuya ulaştırmıştır. İnandığı doğruda sabit kalarak sadece çalışmıştır.
2- Mevkisini ve makamını ayaklar altına alarak hatadan dönmek.
1975 yıllarında savunduğu “bilgi paradoksuna” 1997’de California Teknoloji Enstitüsü’nden John Preskill itiraz etmiştir. Kuantum Mekaniği konusunda Hawking’e itiraz etmenin ne demek olduğu düşünüldüğünde Preskill’in baştan hatalı olduğu öngörülmüştür. Ancak 2004’te Hawking hatasını kabul etmiştir. Hatası konusunda da yayın yapmıştır.
3- Ülkesi için öncü olmak.
Hawking bir İngiliz bilim insanı olarak Birleşik Krallık’ın en önemli nişan ve ödüllerine sahiptir. Onursal Liyakat Nişanı, Kraliyet Bilim Akademisi gibi bir çok ödülü ve makamı bizzat Kraliyet ailesinden almıştır. Her ne kadar bazı yayınlarında tanrı tanımaz ifadeler olduğu beyan edilse de Vatikan tarafından Papa XI. Pius Bilim Altın Madalyası’na sahiptir. ABD’nin en yüksek sivil madalyası olan Başkanlık Hürriyet Madalyasına sahiptir. Newton’dan sonra Cambridge Üniversitesi’nde Lucasian Matematik Profesörü unvanına sahip olmuştur.
4- Gelecek Tasavvurları
Çalışmalarından yola çıkarak gelecek tasavvurlarında bulunmuştur. Bunu yaparken akılcılığı hiçbir zaman bırakmamıştır. Özellikle küresel ısınma etkilerini düşünerek insan ırkının geleceğinin uzayda olacağını belirtmiştir. Uzay ve biyolojiyi anlamanın bir çığır açacağını savunmuştur. Tüm dünyayı sorunlar konusunda uyarmıştır.
“Evren nereye gidiyor, bir sonu olacak mı? Eğer olacaksa nasıl sona erecek? Eğer bu soruların yanıtlarını bulursak, Tanrı’nın zihnini de anlamış oluruz.” (S. Hawking)
Elbette teorik fizik bilgimiz yeterliyse makale ve tezlerinden öğreneceğimiz birçok şey var. Ancak yeterli değilse bile; Hawking’in yukarıda kısaca dört madde olarak yazdığım özelliği bizler için de önemli değil midir?
Çalışmalıyız. Hiç durmadan üretmek ve katma değer sağlamak sadece ülkemiz için değil insanlık için de mevcudiyetimizin temeli değil midir? Dünya düzeni tüketmeyi kutsarken, düzene karşı durmak ve bu duruşumuzu üreterek göstermemiz daha doğru değil midir?
Hatalardan ders çıkarmalıyız. “Hatasız kul olmaz” ancak hataları tekrarlamak veya hata üzerinde ısrarcı olmak sadece bize değil bulunduğumuz topluma da zarar vermez mi? Yakın ve uzak tarihlerimizde buna güzel bir örnekler yok mudur?
Ülkemiz için öncü olmalıyız. Yaptığımız her neyse, ürettiğimiz her neyse en iyisi olmalıyız. Toplumda özellikle gençlerin rol model ihtiyaçlarını duruşuyla, çalışmalarıyla ve söylemleriyle bizler gidermeliyiz. Yoksa bu boşluğu başka unsurlar doldurur. Gençlerimiz kaç bilim adamı sayabilir, kaç ressam sayabilir, kaç yazar sayabilir, kaç heykeltıraş sayabilir, kaç sporcu sayabilir, kaç şarkıcı sayabilir, kaç popüler kültürün pompaladığı balon isimlerden sayabilir? İşte bu noktada öncüleri ortaya koymak geleceği şekillendirmek değil midir?
Tarihi ve günümüzü, okuyan, gören ve dinleyen her birey anlayabilir. Ya gelecek modellemesi, öngörüleri, tasavvurları? Ne düşüneceğimizi sistemler topluma vermektedir. Böylelikle toplumlar geleceklerini kendilerine göre değil sistemlere göre kuruyorlar. Halbuki nasıl düşüneceğimizi ortaya koyarsak geleceğimizin de temellerini şimdiden atmış olmaz mıyız?
Hawking’in bir sözü ile satırlarımı sonlandırmak isterim. “Hayat varsa, umut da vardır.”
Sahi milliyetçiler hayatta mı? Yoksa uzayın derinliklerindeki karadeliklerin çekim etkisine mi girdi?
Cevap;
Umut var.
Hayattayız.