20.01.2025

Geçmişten geleceğe dünya ve hayat

İnsanoğlunun yaşayışı on binlerce yıl hiç değişmedi, tabiatın görüntüsü de... Sonra yavaş bir değişim başladı ve giderek hızlandı. Bu gelişme hızlanarak devam edecektir. 2015'te yazılan bu yazıdaki bazı öngörüler kullanıma geçti bile...


Giriş

Son yıllardaki gelişmeler insan hayatını hızla değiştiriyor. Bu gelişmelerin içinde doğan 20-30 yaşlarındaki gençlerin birçoğu, çok da uzak olmayan geçmiş yıllardaki hayatı, yaşama tarzını bilmiyorlar veya düşünemiyorlar; somut bir şekilde idrak edemiyorlar. Mesela 1921 yılında, Ankara’nın o zamanki merkezi olan Ulus’ta, tam da meclisin karşısındaki yazlık kahveye çağrılan Vâlâ Nurettin’in kendisini çağıranlara “Atımı bağlayıp geliyorum.” diye cevap vermesi, insanların pek de dikkatini çekmemektedir. Oysa bu cümleden, Ankara’nın en merkezî bir yerinde dahi insanların o yıllarda atla dolaştıkları anlaşılıyor.

İnsanlar geçmişte nasıl yaşıyordu; bugün nasıl yaşıyor? Yerleşim yerleri, binalar, yollar geçmişte nasıldı, şimdi nasıl? Bütün bunları başlangıçtan bugüne doğru anlatan, basit ve kolayca anlaşılabilir bir yazıya ihtiyaç bulunduğunu hissettim ve bu küçük araştırmayı yaptım. İstedim ki insanlar nereden nereye geldiklerini somut olarak idrak etsinler. Fakat bir amacım daha var. Bugüne kadar olan gelişmelerden hareketle 50 yıllık, belki de 100 yıllık bir gelecek tasavvuru oluşturmak, geleceğe dair tahminlerde bulunmak. Haydi bakalım!

Avcı ve toplayıcı dönem

İnsanoğlu kim bilir kaç bin yıl avcı ve toplayıcı olarak yaşadı. Ürettiği, taştan ve ağaçtan birkaç silah, giydiği hayvan postları, dallar ve yapraklar. Yedikleri arasında kendi ürettiği bir şey yok. Topraktan ve dallardan kopardığı kökler veya meyveler, avladığı hayvanlar. Bir de hayvan leşleri. Ateşin bulunmasıyla birlikte eti kızartmaya başlıyor. Barınaklar; mağaralardan, daha sonra dallardan, yapraklardan ve sazlardan ibaret. Böylece on binlerce yıl tabiat hiç değişmiyor. Tabiat en saf hâlini yaşıyor. Şu anda insanların girmediği, sadece bazı hayvanların ve bitkilerin yaşadığı tropik ormanlarda nasıl tabiat hiç değişmiyorsa öyle. On binlerce yıl dünyanın her tarafı aynı şekilde. Tabiatın görüntüsü, insanın görüntüsü ve yaşama tarzı binlerce yıl hiç değişmedi

Tarım ve bozkır toplumları

10.000 – 12.000 yıl kadar önce iki şey tabiatı ve insanın yaşama tarzını değiştirmeye başladı. Bitkinin ehlileştirilmesi, hayvanın ehlileştirilmesi. Bitkiyi ehlileştiren, arpa ve buğday gibi dayanıklı hububatı ekip biçmeye başlayan insanlar tarım toplumlarını meydana getirdiler. Kendilerini korumak için köpeği, etinden faydalanmak için de hızlı yavrulayan domuzu ehlileştirmişlerdi. 4.000 yıl kadar önce de bozkır kuşağında at ehlileştirildi. Atı ehlileştirip mesafeleri yaklaştıran, uzaklardaki toplumları tanıyan ve sürüleri uzak mesafelere götürüp yayabilen insanlar da bozkır toplumlarını yarattılar. Tarım toplumları taştan, kerpiçten, mermerden barınaklar ve tapınaklar yaptılar. Bozkır toplumları ağaçtan ve keçeden barınaklar ve tanrılar yaptılar. Birbirleriyle temas ettikçe birbirlerinden bir şeyler aldılar verdiler. Bozkır toplumları ekip biçmeyi, kerpiç ve taş yapıyı öğrendi; tarım toplumları ata binip ufuklar aşmayı.

Tarım ve bozkır toplumları döneminde tabiat az da olsa değiştirildi; fakat insanların yaşayış tarzları binlerce yıl yine aynı kaldı. Kerpiçten, taştan, keçeden ve ağaçtan yapılar; deri, pamuk ve yün elbiseler; ağaçtan, madenden, hayvan ve bitki ürünlerinden eşyalar; tahıla, sebzeye, ete, süte ve una dayalı yiyecekler; odun, tezek ve kömürle ısınma; demirden ve ağaçtan silahlar; hayvanlarla ve hayvanların çektiği arabalarla, uygun ırmak ve denizin bulunduğu yerlerde kürekli kayık ve gemilerle, yelkenlilerle  ulaşım. Kısa mesafelerde insanlar ve binek  hayvanları için patika yollar, uzun mesafeli kervan yolculukları ve ordular için taş ve toprak yollar var. Bir de şehir içlerinde küçük veya büyük taş bloklardan yapılmış yollar. Demiryolu yok, bugünkü anlamda karayolu yok.  Deniz yolculuğu, coğrafi keşiflere kadar ancak kapalı havzalarda mümkün. Uzak mesafelerle haberleşme / posta, atlar ve at arabalarıyla yapılıyor.

İnsanların büyük çoğunluğu köylerde ve obalarda yaşıyor. Az bir kısmı şehirlerde. Genellikle surlarla çevrilmiş büyük  şehirlerde yüksek binalar, hanlar, köşkler, konaklar, saraylar ve ulu mabetler var. Pazarlar, çarşılar, eğlence yerleri var. Bazen de şehir dışında şatolar, manastırlar kurulmuş. Bir de kervanların, yolcuların mola vermesi için kervansaraylar. Yazı, başlangıçta kil tabletlere, taşlara, bambulara  ve papirüslere yazıldı. Daha sonra kâğıt kullanıldı ve kitaplar elle yazılıp çoğaltıldı. Yazma ve okuma mabetlerle, saray ve konaklarla, büyük şehirlerdeki mektep ve medreselerle sınırlı kaldı.

Bazı bilgin, filozof ve doktorlar gözle görülmeyen canlıların hastalıklara yol açabileceğini söylemişlerse de mikrop bilgisi mevcut değil. İnsan sağlığının vücuttaki dört hılt ile ilgili olduğu düşünülüyor: Kan, balgam, safra ve sevda. Sağlık, bunların vücuttaki dengeli dağılımına bağlı. Tedaviler büyük çoğunlukla bitkilerle ve bunların karışımlarından elde edilen ilaçlarla yapılıyor. Salgın hastalıklar önlenemiyor ve milyonlarca insanın ölümüne yol açıyor. Söz gelişi 1347-1353 arasında Avrupa nüfusunun üçte biri vebadan kırılıyor.

Binlerce yıl hayat böyle sürdü.

Yeni bir çağ başlıyor

14. yüzyılda ateşli silahlar kullanılmaya başlandı. Top ve ardından tüfek. İnsanoğlu yay ve kol gücüyle belli mesafeye fırlattığı oktan, barutun itici gücü ve ateşleme sistemiyle fırlatılan mermiye geçti. Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu. Ok, tek hedefi vurabiliyordu; top birden fazla insanı, surları ve kaleleri hedefine aldı. 1450’de matbaa icat edildi, nüshadan tiraja geçildi; bilginin yayılma hızı arttı, mesafesi genişledi. 1490’larda coğrafi keşifler başladı, insanoğlunun dünya kavramı ve bilgisi değişti. Sömürgecilik belli toplumlarda büyük bir zenginleşme yarattı. Rönesans ve reform hareketlerinden sonra, 18. yüzyılda Aydınlanma dönemine girildi; akıl, kilisenin ve başka otoritelerin tahakkümünden kurtuldu. 1763’te buharla çalışan makine bulundu, 1800’lerin başında buharlı makine gemilerde, otomobilde ve lokomotifte kullanılmaya başlandı; böylece mesafeler kısaldı. 1830’larda buharla çalışan yolcu otobüsleri 10-15 yolcu taşıyor, 15-20 km hız yapabiliyordu. Bu tarihlerde trenlerin hızı ise 30 km civarındaydı. 18. yüzyılda başlayan sanayi devrimi ulaşıma, tarıma ve madenciliğe makineyi getirdi; insan hayatına makine girmiş oldu. 1885’te içten yanmalı motoru olan ve benzinle çalışan otomobil icat edildi. 19. yüzyılda iki icat haberleşmede devrim yarattı. 1844’te telgraf ve 1876’da telefon. Buharlı makineler bedenlerin mesafesini kısalttı; telgraf haberin, telefon sesin mesafesini ortadan kaldırdı. 1879’da ampulün icadı aydınlanmada devrim yarattı. 19. yüzyılın ortalarına doğru bir önemli buluş daha ortaya çıktı: fotoğraf. Matbaa yazıyı, fotoğraf resmi insan elinden aldı ve makineleştirdi.

1675’te mikrop keşfedildi. Ancak mikropla hastalık arasındaki ilişkinin tespiti için 1876’yı beklemek gerekecekti. Bu tarihte şarbon hastalığının sebebinin mikroplar olduğu anlaşıldı. 1885’te kuduz, 1892’de kolera, 1896’da tifo aşıları bulundu.

19. yüzyılın sonlarına gelindiği zaman insanoğlu artık ateşli silahlarla uzak mesafelerdeki hedefleri yok edebiliyor; matbaalarda basılmış kitap, dergi ve gazeteleri okuyor; kilisenin değil kendi aklının kılavuzluğuna güveniyor; tabiatın, köy ve şehirlerin, insanın makinelerle çekilmiş siyah-beyaz resimlerine bakıyor; buharlı makinelerin çalıştırdığı trenler ve gemilerle uzak mesafelere kısa zamanda yolculuklar yapıyor; şehir içlerinde önce buharlı, sonra benzinli otomobillere biniyor; ekip biçme işlerinde ve madencilikte makineler kullanıyor; telgraf ve telefonla uzak mesafeler arasında anında haberleşme yapabiliyor; ev ve sokakları elektrik ampulüyle aydınlatıyor ve bazı hastalıklar için aşı kullanıyordu. Ancak bütün bunlar Avrupa ve Kuzey Amerika ile sınırlı bir coğrafyanın ve bu coğrafyalarda da sınırlı sayıda insanların tekelinde idi; insanlığın büyük çoğunluğu, bütün bu gelişmelerden önceki hayat tarzını devam ettiriyordu.

20. yüzyıl: Ulaşım

1890’ların başında seri otomobil üretimi başladı. 1903’te Fransa’da 30.000 küsur, ABD’de 11.000 küsur otomobil üretilmişti. Aynı yıl İngiltere’de üretilen otomobil sayısı, 9.000 küsur, Almanya’da ise 7.000’e yakındı. 1907 yılında dünyada 250.000 otomobil vardı. Bu demektir ki 1900’lerin başında ABD ve Bazı Avrupa ülkelerinde on binlerce, 1905-1915 arasında yüz binlerce  otomobil kullanılmaktaydı. 1914’te dünyadaki otomobil sayısı 500.000’e çıkmıştı. Şüphesiz üretilen otomobiller başka ülkelere de satılıyordu.  İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki otomobil sayısı 50 milyonu geçmiş, 1975’te 300 milyona ulaşmıştır. 2007 yılında sadece bir yıllık üretim 70 milyonu aşar.

Otomobille birlikte karayolları da gelişmeye başladı. Stabilize ve asfalt yollar 19. yüzyılda ortaya çıkmıştı. 20. yüzyıl boyunca ülkeler ve şehirler asfalt yollarla birbirine bağlandı. Ancak bu da yeterli değildi. 1910’larda ABD’de, 1920’lerde Almanya ve İtalya’da otoyollar inşa edilmeye başlandı. 1968’de ABD’de otoyol ağı 65.000 kilometreye ulaşmıştı. Artık “Amerikan yaşamı otoyol çevresinde organize” oluyordu.

Paris’i İstanbul’a bağlayan demiryolu (Şark Ekspresi) 1883’te açılmıştı. 20. yüzyılda demiryolları hızla arttı. 1905’te tamamlanan ve Moskova’dan başlayıp Pasifik kıyısındaki Vladivostok’ta biten Transsibir Demiryolu 9.288 km idi. 1914’te Osmanlı ülkesinde 5.759 km demiryolu vardı. 1920’lerde Şark Ekspresiyle Paris-İstanbul yolculuğu 58 saat sürüyordu. 2012-2013 yıllarında ABD 228.000, Avrupa Birliği 210.000, Rusya 85.000, Çin 66.000, Hindistan 65.000; Türkiye 12.000 km uzunluğunda demiryolu ağına sahip bulunuyordu. Günümüzde ABD, Kanada, Rusya, Çin ve Hindistan 50.000 km’nin üstünde demiryolu ağına sahip ülkelerdir. Pek çok ülkede de demiryolu ağı 10.000 km’nin üstündedir.  1965’te Japonya’da, 1980’lerde Avrupa’da, 2009’da Türkiye’de hızlı tren dönemi başladı.

1904’te New York, Boston, Berlin, Paris ve Budapeşte’de başlayan elektrikli metro da 20. yüzyıl boyunca dünyanın bütün büyük şehirlerine yayıldı ve toplu taşıma için kullanıldı.

1903 Aralığı’nda, havadan ağır ve kontrol edilebilir bir uçakla ilk insanlı uçuş gerçekleştirildi. Birinci Dünya Savaşı’nda uçaklar, saldırı, savunma ve keşif için kullanıldı. Savaştan hemen sonra alüminyumun kullanılması ve uçak motorlarındaki gelişmeler bir yandan hızı artırdı, bir yandan uzak mesafelerin önünü açtı. 1919’da artık Atlantik dahi geçilebiliyordu. 1930’ların sonunda jet motorları da geliştirilmeye başlandı. Fakat hâlâ ticari taşımacılık yoktu. İkinci Dünya Savaşı’nda on binlerce uçak kullanıldı. 1945 yılı sonunda ABD’nin ürettiği toplam uçak sayısı 160.000’i bulmuştu; fakat bunların hemen tamamı savaş uçaklarıydı. Ticari havacılık ancak 1940’ların sonunda ve 1950’lerde gelişmeye başladı. 1950’lerde jet uçaklarının ortaya çıkması ve 1957’de jet yolcu uçaklarının devreye girmesiyle hava taşımacılığı hızla gelişerek yaygınlaşmıştır. Bugün dünyanın her tarafında her gün on binlerce jet uçağı havalanmakta, yüz binlerce insanı oradan oraya taşımaktadır. 2000 yılında iki milyara yakın insan uçak yolculuğu yapmıştır. 2011’de bu sayı beş milyarı geçmiştir. Bu demektir ki her gün milyonlarca insan uçakla bir yerden bir yere gitmektedir.

Nihayet insanoğlu 1961’de uzaya çıktı; 1969’da aya adım attı. 1990’da fırlatılan Hubble uzay teleskopu 2003 yılında, 13 milyar yıl öncesinin resmini çekip dünyaya gönderdi. Bugün uzayda 3.000 civarında  yapma uydu dolaşıyor. Yapımı 13 yıl süren uluslar arası bir uzay istasyonu da 2011 yılında tamamlandı.

Beyaz eşya

1913’te ABD’de  icat edilen ev buzdolapları 1918’de piyasaya sürüldü ve 1918-1920 arasında sadece 200 dolap satıldı. Başlangıçta buzdolapları otomobilden daha pahalıydı. ABD’de 1920’lerde ucuzlamaya başladı. Dünyaya yayılması ise ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonradır. Türkiye’de ilk buzdolabı Arçelik tarafından 1960’ta üretilmiştir. Çamaşır makinesinin icadı 1908’e kadar gider ama tam otomatik çamaşır makineleri 1940’larda devreye girer. Türkiye’de ilk çamaşır makinesi yine Arçelik tarafından 1959’da üretilir. Bulaşık makinesinin icadı daha da eskidir: 1880. Önceleri daha çok otel ve restoranlarda kullanılan bulaşık makinesinin evlere girmesi ve yaygınlaşması 1950’den sonradır. Arçelik 1990’larda bulaşık makinesi de üretmeye başlar. Elektrikli fırın da ABD’de 1891’de piyasaya sürüldü. Ancak yaygınlaşması çok sonradır. Mikrodalga fırın 1945’te icat edildiyse de evlerde kullanılacak ilk mikrodalga fırınlar 1955’te piyasaya sürüldü. Bugün, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, hemen hemen her evde beyaz eşyalar bulunmaktadır.

Haberleşme

1900’lerin hemen başında ses, kablo kullanılmadan uzağa taşındı, 1910’larda telsiz ve radyo teknolojisi geliştirildi ve1920’de ABD’de, 1922’de İngiltere’de, 1925’te Fransa’da, 1926’da Japonya’da, 1927’de Türkiye’de radyo yayınları  başladı. 1940’ların başında 50 milyon radyo kullanıcısı vardı. 1949’da Türkiye’de (Ankara’da) iki radyo vericisi bulunuyordu. 1949 sonunda İstanbul radyosu da kuruldu. 1950 yılında Türkiye’de 360.000 radyo alıcısı bulunmaktaydı yani aşağı yukarı bu kadar aile radyo dinliyordu.

1923’te televizyon icat edildi, böylece sesten sonra görüntü de uzağa taşındı. 1930’ların başında televizyon üretimi ve satışı başladı. 1936 Berlin olimpiyatlarını, televizyon sahibi Almanlar evlerinden seyrettiler. Daha 1940 yılına gelmeden televizyon kullanıcılarının sayısı 50 milyonu buldu. Renkli televizyon üretimi ve satışı 1950’lerde ABD’de başladı ve 1960’larda hızla yayıldı. Türkiye’de 1968 Ocağı’nda başlayan siyah beyaz televizyon yayınları günde üç saat olmak üzere haftada üç gün yapılıyordu. 1976’da renkli yayınlar da başladı; TRT 1984’te tamamen renkli yayına geçti. 1990’da özel televizyonlar da devreye girdi.

Film yapımı

Filmcilik de insan hayatına 20. yüzyılda girmiştir. 1880’lerde resimler hareketli olarak filmlere kaydedilip perdeye yansıtılabiliyordu. İlk konusuz film gösterimi 1895’te Paris’te yapıldı. İlk konulu film ABD’de 1902’de çekildi. Böylece sinema insan hayatına girdi. Ancak ilk filmler sessizdi. Film gösterilirken sinema salonunda canlı müzik yayını yapılıyordu. 1928’de sesli film bulundu ve 1929’dan itibaren hızla yayıldı. 1910’larda Türkiye’de de filmcilik başladı; 1917’de ilk konulu filmler çekildi. 2012’de Türkiye’de 2093 sinema salonu vardı; 2013’te toplam izleyici sayısı 50 milyonu aşıyordu. Sinema sanayiinin merkezi ABD’de yılda ortalama 800 film çekiliyor. Hindistan’da ise bu sayı 1400’e ulaşmış durumda. Türkiye’de 1989-2012 arasında 625 film yapıldı.

Bilgisayar, genel ağ ve sosyal medya

20. yüzyılda insan hayatını değiştiren en önemli buluşlardan biri de bilgisayardır. Verilen bilgileri saklayıp istenildiğinde geri veren cihazlar. İlk bilgisayar 1941’de yapıldı. 20. asrın ortalarındaki ilk bilgisayarlar oda büyüklüğündeydi. Şu anda kol saati büyüklüğünde bilgisayarlar yapılıyor. Bilgisayarların seri üretimine 1960’larda başlandı ve hızla yayıldı. Bugün neredeyse her eve girmiş durumda.

Bilgisayarlarda toplanan veriler, 1960’ların sonu ile 1970’lerin başında başka bilgisayarlara aktarıldı ve bilgisayar ağları oluşturuldu. Böylece verilerin paylaşılması imkânı doğdu. Bilgisayar ağları başlangıçta belli bir kurumun içinde oluşturuluyordu. 1960’ların sonunda ilk bilgisayar ağını kuran Hawai Üniversitesi farklı birim ve yerleşkelerini birbirine bağlamıştı. 1970’lerin başında ABD’de bilgisayar ağları üzerinden haberleşme (e-posta) de başladı. 1993’te WWW (World Wide Web = Dünya Kapsamlı Ağ) dönemi başladı; artık herkes birbirine ve dünyadaki diğer ağlara bağlanabiliyordu. Bilgisayar ağlarıyla birlikte dijital ortamlarda sayısız veri ve bilgi, yazılı, sesli ve görüntülü olarak birikti ve bütün bunlar WWW ile dünyadaki herkesin erişimine açıldı. 1990’ların sonunda bilgi dağıtım şirketleri de kuruldu. En büyük şirket Google’dur. 1998’de kurulan Google’un misyonu “dünyadaki bilgiyi organize etmek ve bunu evrensel olarak erişilebilir ve kullanılabilir hâle getirmek” olarak belirtilmiştir. 2001 Mayısı’nda Google’un ziyaretçi sayısı bir milyarı bulmuştu. Bugün milyarlarca insan her gün Google’u ziyaret etmekte, oradaki veri ve bilgilere ulaşmaktadır. Ben de bu kısa araştırmada Google’dan ve özellikle vikipediden bir hayli yararlandım. 2005’te kurulan ve 2006’da Google tarafından satın alınan You Tube ise bir video hazinesidir. İnsanlar You Tube’a girerek milyonlarca videoya (film, konser, konferans, panel…) ulaşabilmekte; istediği filmi, konseri, programı sesli ve görüntülü olarak izleyebilmektedir.

2000’li yıllarda sosyal paylaşım siteleri de devreye girdi. 2004’te kurulan Facebook 2006’da bütün e-posta adreslerine açıldı. Dünyada en çok kullanılan sitelerden biri, hatta birincisi olan Facebook sayesinde insanlar haberleri, bilgileri ve resimleri anında birbirleriyle paylaşmaktadırlar. Bir başka sosyal paylaşım sitesi olan Twitter 2006’da kurulmuş, 2011’de Türkçe hizmet vermeye başlamıştır. Bir tweet 140 karakterle sınırlı olduğu için ancak kısa mesajlar göndermeye elverişlidir. Ancak bu sistemde önemli olan takipçi sayısıdır. İnsanlar görüşlerini kısa mesajlarla takipçilerine anında ulaştırabilmektedir. Bugün dakikada ortalama 98.000 tweet  atılmaktadır.

20. yüzyılın sonlarında insan hayatına hızla giren araçlardan biri de cep telefonudur. 1973’te ABD’de icat edilip 1983’te piyasaya sürülen cep telefonları kısa zamanda bütün dünyaya yayıldı. 1973’teki ilk cep telefonunun ağırlığı bir kilodan fazlaydı ve dolu bir pille ancak 20 dakika çalışabiliyordu. 1991’de GSM (Küresel Mobil İletişim Sistemi) devreye girdi. 1994’te Türkiye cep telefonuyla tanıştı. 2000’de dokunmatik ekran, 2001’de renkli ekran çıktı. 2004’te GSM aboneleri bir milyarı buldu.  2007’de akıllı telefonla tanıştık.  Artık cep telefonlarıyla resim ve video çekiyoruz, mesaj gönderiyoruz, internete giriyoruz, görüntülü konuşmalar yapıyoruz ve sosyal paylaşım ağlarına giriyoruz. Takvimimiz, saatimiz, hesap makinemiz, not defterimiz ve daha pek çok şey cep telefonlarında. 2013’te Türkiyede’deki cep telefonu abone sayısı  68 milyon’u buldu. 2014’te dünyada cep telefonu satışı  ise yedi milyarı aştı.

Tıp, insan hayatı ve genetik

Tıptaki büyük gelişmeler de 20. yüzyılda oldu. 1921’de verem, 1923’te difteri ve boğmaca, 1927’de tetanos aşıları bulundu. Sonraki yıllarda birçok aşı daha bulundu ve birleşik aşılar imal edildi. 1927’de penisilin bulundu ama ancak 1940’larda üretilip piyasaya sürüldü, böylece tıpta antibiyotik çağı başladı.  Önce röntgen ve 1970’lerde kullanılmaya başlanan bilgisayarlı tomografi, MR ve ultrason denilen görüntüleme yöntemleri,  hastalıkların teşhisinde devrim yarattı. Bu cihazlar sayesinde kırıklar, kanamalar, iltihaplar, tümörler ve hastalıkların sebep olduğu diğer vücut değişiklikleri artık açık ve net bir şekilde görülebiliyor. 20. yüzyılın ilk yarısında sıtmadan hâlâ yüz binlerce insan ölüyordu. İkinci yarıda birçok hastalığın tedavisi bulundu; veremden, sıtmadan, koleradan,  tifodan artık insanlar ölmez oldu. 1990’larda gelişen kök hücre tedavisi de tıpta yeni imkânlar ortaya çıkarmıştı. Her türlü vücut hücresine dönüşebilen kök hücreler, insan vücudunun arızalı bölgelerindeki hücrelere dönüşerek o bölgedeki arızayı giderebiliyor, bir bakıma arızalı bölgeyi tamir ediyor. 1980’lerin sonundan itibaren göz ameliyatlarında uygulanan lazerli tedavi son yıllarda prostat, bel fıtığı, beyin gibi çeşitli ameliyatlarda da uygulanmaya başlandı.  21. yüzyıl başında tıp; kanser, kalp ve beyin hastalıklarına çare aramaya devam ediyor.

Hong Kong, İsviçre, Japonya, Avustralya, İzlanda, Fransa, İsrail, Norveç, Hollanda, Yeni Zelanda, Avusturya, İngiltere, Kore, Kanada, Almanya, Yunanistan, Portekiz, Finlandiya, İrlanda, Belçika, İtalya, İspanya, İsveç ve Malta’da ortalama ömür 80 yaşın üstünde. Türkiye’de 75 (kadınlarda 78, erkeklerde 71). Eski dönemlerde 30-40 yıl olan ortalama ömür, 1970 yılında OECD ülkelerinde 70’e çıkmıştı. 1970’den bu yana 10 yıl uzayarak 70’ten 80’e çıktı.

İnsan hayatında önemli değişmelere yol açabilecek bir başka alan genetiktir. 19. yüzyılın ortalarında gelişmeye başlayan klasik genetik, bitkileri gözlemleyerek onların kalıtımsal özelliklerini bulmaya çalışıyordu. Kromozom, DNA gibi kavramlar henüz bilinmiyordu. 1952’de kalıtımdan sorumlu molekülün DNA olduğu anlaşıldı. 1953’te DNA’nın yapısı çözüldü ve sarmal bir yapısı olduğu anlaşıldı. 1977’de bulunan DNA dizileme yöntemi, DNA moleküllerinin okunmasını sağlamış, bunun sonunda da meşhur genom projesi hazırlanmış, birçok canlının genom dizileri çözülmüş, 2003’te de insan genomunun dizisi aydınlanmıştır. Öte yandan DNA ile ilgili buluşlar ve biyokimyadaki gelişmeler moleküler biyolojiyi doğurmuş, gelişen DNA teknolojileriyle, canlılar arası gen alış verişi mümkün hâle gelmiş ve böylece yeni ürünlerin üretilme yolu açılmıştır.

Nüfus – dinler

20. yüzyıl dünyadaki nüfus artışı bakımından da dikkat çekiyor. Milat yıllarında dünya nüfusunun 100-200, 1000 yılında 300, 1650 yılında 500 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. İnsanlık nüfusu ancak 1800’lerin hemen başında bir milyara ulaşabilmiştir. 1927’de iki milyara ulaşan dünya nüfusu, 1961’den itibaren her 10-15 yıl içinde bir milyar artar. 1961’de üç milyar, 1971’de dört milyar, 1987’de beş milyar, 1999’da altı milyar, 2011’de yedi milyar olur.

20. yüzyılda dinlerin durumu ve özellikle ateizm de incelenmeye değer. ABD kuruluşu PEW’in 230 ülkede yaptığı araştırmada 2010 yılı verilerine göre dünyada 2,2 milyar Hristiyan (% 32), 1,6 milyar Müslüman (% 23), 1 milyar Hindu (%15), 500 milyon Budist (% 7) var. Musevi nüfusu ise sadece 14 milyon. Buna göre 3,8 milyar insan Ortadoğu kökenli semavi dinlere (% 55), 1,5 milyar kişi de Hindistan kökenli dinlere (% 22) mensup. Afrika, Asya, Amerika ve Avustralya’daki geleneksel dinlere mensup olanlar ise 400 milyon (% 6). Herhangi bir dine inanmayanların sayısı 1,1 milyar (% 16). Üçte biri Asya-Pasifik bölgesinde (Çin’de 700 milyon) yer alan dinsizler, Hristiyan ve Müslümanlardan sonra üçüncü sırada bulunuyor.  Eurobarometer’in 2005 yılı anketine göre Avrupa’da herhangi bir yaratıcı güce inanmayanların oranı, Fransa’da % 33, Çek Cumhuriyeti’nde % 30, Hollanda ve Belçika’da % 27, Almanya’da % 25, İsveç’te % 23, İngiltere’de % 20, Macaristan ve Danimarka’da % 19, İspanya’da % 18, Norveç’te % 17’dir. Fransa, İspanya ve kuzey ülkelerindeki bu yüksek oranlara karşılık Akdeniz ülkelerinden İtalya’da bu oran % 6, Yunanistan’da % 3’tür.  KONDA’nın anketine göre Türkiye’deki ateist oranları yıllara göre şöyledir: 2010: %2,3 – 2011: %2,1 – 2012: 2,2 – 2013: 2,2 – 2014: 2,5 – 2015: 2,9 (Hürriyet Kelebek eki , 25 Ağustos 2015). ARIS’ın 2009’daki araştırmasına göre ABD’de ateist oranı % 15’tir (34,2 milyon kişi). 2008 yılındaki bir araştırmaya göre Kanadalıların da % 23’ü herhangi bir tanrıya inanmıyor. 2006 nüfus sayımlarına göre Avustralya’da halkın % 18,7’si, Yeni Zelanda’da % 34,7’si hiçbir din seçeneğini işaretlemiştir. Yukarıda sayılan ülkelerin hemen hepsinde inanmayanların oranı, hızlı veya yavaş, sürekli artış göstermektedir. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre eğitim seviyesi ile inananlar arasında ters orantı vardır. 1998 yılında ABD Ulusal Bilim Akademisi üyeleri arasında inananların oranı sadece % 7 idi. Oysa bu oran ABD genelinde % 85’tir.

Gelecekte neler olacak?

Geçmişle ne kadar meşgulsem gelecekle de o kadar meşgulüm. Geçmişi ne kadar merak ediyorsam geleceği de o kadar merak ediyorum. Geleceği merak etmeyen tarihçi olur mu? Olur olmasına da yoz bir tarihçi olur. Ufuksuz ve yorumsuz. Aslında zaman, parçalanamayan bir bütündür ve bütünün her noktası aynı derecede ilgi ve meraka değer.

Gelecekte neler olacak? Pek çok gelişmeyi bugünden tahmin etmek mümkün değil. İnsan hayatına şu anda yeni girmeye başlayan veya çok yakın bir gelecek için tasarlanan bazı teknolojilerle 50, belki de 100 yıl ötesini az çok tahmin edebiliriz. Mevcut bazı istatistik bilgiler de geleceğe dönük istatistiki tahminler yapmamıza imkân sağlayabilir. Yine de öngörülemeyen gelişmeler elbette olacaktır. Haydi bir deneme yapalım.

Şimdiden nüfus tahminleri yapılıyor ve 2050’de dünya nüfusunun 12 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor. 21. yüzyılın ikinci yarısında ortalama ömür gelişmiş ülkelerde 90’ları bulacak ve bu ülkelerde pek çok insan 100 yaşını aşacak. Kanser, beyin ve kalp hastalıklarının çaresi de bulunacak ve 90-100 yaşındaki insanlar sağlıklı bir şekilde yaşayabilecekler. Ameliyatların çoğu vücut kesilmeden lazerle yapılacak; vücut içindeki iltihaplar, kanamalar, kırık ve çıkıklar, tümörler lazerle tedavi edilecek. Büyük bir ihtimalle böbrek taşı, disk gibi sancı ve ağrılar kalmayacak. Daha doğmadan insanların genlerine yapılacak müdahaleyle pek çok kalıtımsal bozukluğun ve hastalığın önüne geçilecek. Hastalıklarına çare bulunamadığı için gelecekte diriltilmek üzere kendilerini dondurtan insan sayısı da artacak; çözülüp hastalıkları tedavi edilen bazı insanlar böylece 50-100 yıl sonra bir süre daha yaşama imkânına kavuşacak. Kutsal kitaplardaki ashâb-ı kehf (yedi uyurlar) gibi.

50 yıl sonra, gelişmiş kuzey ülkelerinde, İngiltere, Fransa ve İspanya’da, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’da inanmayanların oranı % 50’yi aşacak; 100 yıl sonra % 70’lere, 80’lere ulaşacak. Aynı süreç ABD’de daha yavaş cereyan edecek, 21. yüzyılın ikinci yarısında muhtemelen orada da hızlanacak. Müslüman ülkelerde ise inanmayanların oranı belki biraz artacak ama bugünkü gibi yine çok az olacak.

Birçok hukuki ve ahlaki sorun taşımakla birlikte bilim adamları insan geniyle oynayacaklar. Bu, bir felakete sebep olmazsa beynin çalışma kapasitesinde müthiş bir artışa yol açabilir ve bu sayede insanlar hayal edilemeyecek yetenekler kazanabilirler.

50-60 yıl sonra kara taşımacılığı büyük ölçüde ortadan kalkacak. İnsanlar uçan otomobillerle ve jetpacklerle (sırt jetleriyle / roketleriyle = SIRTJET / SIRTROK) şehir içi ve şehirler arası ulaşımlarını sağlayacaklar. Şehirler ve ülkeler arası toplu taşımada hızlı trenler, transatlantikler ve uçaklar kullanılmaya devam edecek; ancak uzaya çıkıp inecek roket uçaklar sayesinde dünyanın en uzak yerlerine dahi bir iki saatte gidilecek. Şehirler ve ülkeler arası taşımacılıkta yeni bir sistem daha devreye girecek: Hyperloop (havasız tüp aracı = HATA / HATPAR).  İnsanlar havasız tüpler içindeki kapsüllerde, ses hızına yakın bir hızla taşınacak. Sistemin tasarlayıcısı Elon Musk, Los Angeles – San Francisco arasını (643 km) yarım saate indirmeyi düşünüyor. Yani jet uçağından da hızlı. 50-60 yıl sonra dünyanın birçok yerinde hyperloop ağı kurulacağını tahmin edebiliriz. Kara taşımacılığının ortadan kalkması karayollarının da sonunu getirecek ve otoyollar tekrar yeşil alanlara dönüşecek. Buna karşılık şehirlerin birçok yerinde uçan otomobiller için pist alanları inşa edilecek. Büyük binaların tepeleri de pist olarak kullanılacak. Şehir içi yollar da büyük ölçüde kalkacak ve birçok yerde yürüyen şeritler kullanılacak.

Önce savaş teknolojisinde kullanılan dronelar (İHA’lar) hızla ticari ve sivil hayata girmeye başladı. Bir yazılımla ve uzaktan kumanda ile yönetilerek uçabilen bu vızıltıların boyutları, hız ve mesafeleri durmadan çeşitlendiriliyor. Haberleşme ve fotoğrafçılıktan sağlık ve taşımacılığa kadar çeşitli alanlarda kullanılmaya başlanan veya kullanılması tasarlanan dronelar (vızıltılar) 50 yıl sonra cep telefonları gibi herkesin elinde olacak.

50 yıl sonra insanların bir kısmı uzayda, ayda ve deniz içinde kurulan şehirlerde yaşayacak; 100 yıl sonra bu tür şehirlerin ve buralarda yaşayanların sayısı artacak. Fakat yer üstünde yaşayanlara oranla bunların sayısı yine de çok az olacak. Yüzlerce yıl sonra hatırı sayılır bir nüfusun uzayda yaşayacağını tahmin edebiliriz.

21. yüzyılın ikinci yarısında birçok eşya ve özellikle elbiseler nanoteknoloji ürünü olacak. İnsan kıyafeti bugünküne göre bir hayli farklılaşacak. Nanoteknoloji tıpta ve beslenmede de birçok değişikliğe ve kolaylığa yol açacak. Nanoteknoloji dışında üretilen birçok hap da beslenmede kullanılacak ve insanlar sadece zevk için yemek yapıp sofra kuracaklar veya restoranlara gidecekler. 50 yıl sonra şişmanlık sorunu da kalmayacak.

2010’larda başlamış olan 3D yazıcılar önümüzdeki 50 yılda hızla gelişecek ve birçok eşya, hatta yiyeceği insanlar oturdukları yerden bilgisayarla ısmarlayacaklar ve 3D yazıcılarından kâğıt çıktısını alır gibi alacaklar.

30-40 yıl sonra bütün görüntülü teknikler yerlerini holograma bırakacak. Filmleri, youtube’da seyrettiğimiz her şeyi  yanı başımızdaki boşlukta, üç boyutlu olarak seyredeceğiz. Uzaktaki arkadaşlarımızın, yakınlarımızın hologramı önümüzde olacak ve yüz yüze görüşüyormuşuz  gibi görüşeceğiz.

21. yüzyılın ikinci yarısında yazılı basın ve kitap da kalmayacaktır. Her türlü kitap, dergi, gazete ekranlarda olacaktır. Hem yazılı, hem sözlü, hem görüntülü olarak. Bilgisayarlara da parmaklarımızla değil sesimizle kumanda edeceğiz.

Ve nihayet makine tercümesi. 21. yüzyılın sonuna doğru bütün büyük diller arasında yazılı ve sözlü makine tercümesi yapılır hâle gelecek. Ve anlaşmayı engellemeyecek kadar az hata ile. Herhangi bir dildeki metnin istenilen dile tercümesi bilgisayarda kısa zamanda insanların önünde olacak. Birbirinin dilini bilmeyen iki yabancı kulaklarına takılmış veya vücutlarının herhangi bir yerine iliştirilmiş tercüme makineleri aracılığıyla anında konuşup anlaşabilecekler. Söz gelişi biri Türkçe biri İngilizce kullanan iki insan, makinelerinin anında yaptığı tercüme ile, belki kısa duraklamalarla, karşılıklı olarak konuşabilecekler.  Makine tercümesindeki bu gelişme yabancı dil öğrenmeyi de büyük ölçüde ortadan kaldıracak. Yabancı diller ancak çok spesifik çalışma ve araştırmalar için öğrenilecek.

Yukarıda sıralanan gelişmeler elbette birçok aşamadan geçtikten sonra ortaya çıkacak. Bazılarında sıkıntılar ve arızalar da yaşanacak. Ben saydığım alanların uzmanı değilim; dolayısıyla  gelecekle ilgili tahminlerim, ilgili alanların uzmanları tarafından yapılacak tahminlere göre çok basit ve kabataslaktır.  Ancak yukarıdan ve toplu bir bakış açısını yakaladığımı sanıyorum.

15 Mart 2015, 22:00

Yazar

Ahmet Bican Ercilasun

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.