Yükleniyor...
Orta-doğu Uzmanı Arif KESKİN,
Millî Düşünce Merkezi için
İran’da son günlerde ortaya çıkan olaylarla ilgili
geniş katılımlı bir sunum verdi.
MİSAK editörlerinden Burçin Öner konuşmayı deşifre etti.
Gösterilerin Dünü, Bugünü, Yarını
Basında çok da fazla yer almayan bir İran portresi çizmek istiyorum. Odak olarak günümüzdeki gösterileri ele alacağım. Ne zaman başladı, özellikleri nedir, ne amaçla başladı, önceki gösterilerle benzerlikleri ve farklılıkları nedir, uluslararası ilişkiler bakımından ne anlam ifade ediyor gibi sorulara kendi bakış açımla cevap bulmak niyetindeyim.
Şu andaki gösteriler, temel olarak İran’ın Meşhed şehrinde başladı. Burası Şii’ler için 8. imam, İmam Rıza’nın mezarının bulunması açısından önemli bir merkezdir. Ayrıca Şii’lerin medreselerinin yoğunlukta olduğu, büyük din adamlarının orada yaşadığı mezhepsel bir kent olarak biliniyor. Bu nedenle İran siyasal haritasında Meşhed’e karşı, sanki başka bir ilmiş gibi bir davranış vardır. Örneğin; bir konserin Tahran’da olmasına izin verilir ama Meşhed’deki mevcut kişiler, orada İmam Rıza’nın mezarının olmasından ve buna saygı duyulması gerektiğini düşündükleri için izin vermezler. Sonuç olarak Şiiler açısından merkezî öneme sahip olan bir şehirdir ve gösteriler de burada başladı.
Meşhed’in bir Cuma imamı vardır; Ayetullah Alemulhuda. Bu adam, İran’daki son seçimlerde Ruhani’nin rakibi olan İbrahim Reis’in kayınpederidir ve seçimde Ruhani’ye yenilmiştir. Bu yenilgi dolayısıyla hem İbrahim Reis hem de Alemulhuda, Ruhani’ye ciddi şekilde öfkelidirler, husumet duyuyorlardır.
Alemulhuda ve radikal muhafazakârlar şöyle bir karar alıyorlar; “İran’da ekonomi kötüye gidiyor, bu kötü gidişten dolayı Hasan Ruhani’ye karşı bir dizi gösteriler düzenleyip, Ruhani’yi zor durumda bırakabiliriz. Hasan Ruhani ülkeyi yönetemiyor, belki bu şekilde onu köşeye sıkıştırıp istifasını ya da azlini isteyebiliriz.” Bu nedenle bir gösteri bildirisi hazırlıyorlar ve halkı Ruhani’ye karşı gösteriye çağırıyorlar. Halk gösteriye geliyor ancak burada önemli olan nokta şudur; gösteri başlar başlamaz, gösterideki sloganlar onların belirlemiş oldukları sınır aşıyor. Çünkü onların sloganları “Ruhani’ye ölüm!” ve bazı ekonomik sloganlarla sınırlıydı. Gösteri “Ruhani’ye ölüm!” sloganıyla başlıyor ama kısa sürede başka sloganlar dillendiriliyor. Sloganlar, neredeyse Meşhed’in kutsallığını sorgulayabilecek bir noktaya taşınıyor. Örneğin, Rıza Han, özellikle dindarlar açısından sevilmeyen, sokakta caddede kadınların tesettürlerini zorla açan bir kişiliktir. Bu nedenle de sevilmez. O kutsal mezarın yanında, “Rıza Han ruhun şad olsun!” şeklinde sloganlar atılmaya başlanıyor. Gösteri kısa sürede İran’ın birçok kentine yayılıyor.
Sonuç itibariyle İran’da gösterileri kim başlattı sorusu, çok kilit bir sorudur ve bu sayede İran’da, ilerleyen süreçte İran siyasi hayatında neler olacağına şahit olmamız açısından etken olacaktır. Birçok tasfiyeye, birçok gözaltına ve birçok tutuklamalara tanık olacağız. Yani, gösterilerin başlangıcı nedir dersek; Alemulhuda ve radikal muhafazakârlar cevabını verebiliriz.
Radikaller, Muhafazakârlar ve Değişen Algıları
Muhafazakârlar ve reformcular kimdir sorusunu cevaplamak, konunun ilerleyen kısımlarında isimleri çok kullanılacak olan gruplar oldukları için önemlidir.
1979’da İran’da devrim gerçekleşiyor. Devrimin lideri olan Humeyni ve yandaşları, devrimden sonraki iki yıllık süre olan 1981’e kadar, herkesi tasfiye etmeyi başarıyorlar. 1981’de İran’daki bütün iktidar alanı ellerine geçiyor. Sonra ise kendi aralarında ihtilafa giriyorlar. 1981’de iki konuda ayrışıyorlar; ekonomi ve velayet-i fakih. Bunlar, sonraki İran siyasi hayatını analiz etmek açısından önemli kırılma noktalarıdır.
Ekonomi konusunda şunu tartışıyorlar: biz İslam Devrimini yaptık ve İslam Devleti’ni kurduk ama bu devletin ekonomisi nasıl olacak? Devletçi bir ekonomi mi olacak yoksa piyasa ekonomisi mi olacak? Bu konuda bir tartışma çıkıyor. O dönem bir grup, İslam’da özel mülkiyete kesinlikle saygı yoktur, aksine küfürle beraberdir demektedir; hatta bazıları “sosyal adalet isteyen birine taş atmak, peygambere taş atmak gibidir.” derler. Çünkü aslında İslam sınıfsız bir toplum istiyor; sosyal adaleti istiyor; devletin ekonomileri, özellikle de büyük ekonomileri ele alması gerektiği ifade ediliyor. Bunu Humeyni’nin çevresi söylüyor.
Benzer şekilde diğer bir grup da “Hayır, bu doğru değil! İslam, özel mülkiyete saygılıdır. Zaten peygamber ve eşinin de bir sürü malı mülkü vardı.” diyorlar ve Kur’an’dan ayetlerle örneklendirerek devletin özel mülkiyete müdahale etmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Bu dönemde diğer bir tartışma olan velayet-i fakihin yetki sınırları etrafındadır. Şiilerin bazılarına göre önce peygambere, peygamberden sonra imamlara itaat edilmelidir. İmamların olmadığı dönemde de bazı din adamlarının olması lazım ve onlara itaat edilmesi gerekir. Yani, 12. imam olan Mehdi’nin kaybolduğu bir dönemde bunlara itaat edilmelidir. Bu anlayışa sahip olan velayet-i fakih tartışması, Şii siyasallaşmasının temelini oluşturur. Çünkü Şiilerin önemli bir bölümüne göre iktidar, önce Allah’a, sonra peygambere ve sonra da imamlara aittir. Allah, peygamber ve imamların dışında; imam olmayan hiç kimse iktidara talip olamaz. Eğer iktidara talip olursa bu gasptır, işgaldir. Ancak bunu bir grup reddediyor. Şu anda da Şiilerin büyük din adamlarına ve hatta Irak’taki Ayetullah Sistani’ye bakarsanız; devlete talip değillerdir; gelip devleti yönetmek istemiyorlar. Fakat başka bir grup da şunu söylemeye başladı: “Hayır, masum imamlar olmadığında da belli şartlara (Şii fıkhına hâkim) haiz olan din adamları ülkeyi yönetebilir.”
Bu velayet-i fakih kuramının oraya ilk çıktığı zamanlarda, bunun herhangi bir siyasi tarafı yoktu; 19. yy’den sonra siyasi bir nitelik kazandı. Humeyni, Necef’te yaşadığı dönemde bunu siyasi bir kuram haline getirdi. 1979’dan sonra da İran anayasasına girdi.
Anayasaya girdiğinde velayet-i fakihin güç sınırları nerede bitecek konusu tartışılıyordu. Bu konuda da bir ihtilaf oluştu. Bir grup “Güç sınırları muğlâktır; istediğini yapabilir hatta isterse camiyi de kaldırabilir, bazıları isterse ibadeti bile tatil edebilir.” dedi. Bazıları ise “Hayır, bunun bir sınırı olmalı.” dedi. Bu iki tartışma 1981’de İran siyasi hayatını ikiye böldü. Velayet-i fakihin sınırsız gücünü savunanlar ve devletin ekonomik hayatının tümünü ele geçirmek isteyenler sol olarak bilinmeye başlandı, ki bunların hepsi molla ve Şii-İslamcılardır. Sol denildiğinde, Marksist-Leninist soldan bahsedilmiyor; hepsi Humeyni’nin yanında olanlardır. Buna karşılık özel mülkiyeti ve velayet-i fakihin sınırlarının olması gerektiğini savunanlar ise sağ olarak bilinmeye başlandı.
İran devriminin lideri olan Humeyni, sol olarak adlandırılan gruba daha yakındı. Dolayısıyla sol olarak tanımlanan grup Humeyni’nin yaşadığı süre boyunca yani, 1989’a kadar iktidarda kaldı. 1989’da Humeyni öldü; şu anda Hamaney lider; Rafsancani diye bildiğimiz cumhurbaşkanı oldu. Sol olarak bildiğimiz grup iktidarın dışına itildi. Sağ iktidara geldi. Sağ ve sol tartışması 1997’ye kadar devam etti. 1977’den sonra sağ, muhafazakâr; sol reformist olarak adlandırıldı. 1989’da iktidarın dışında kalan sol, 1997’de liberal bir söylemle yeniden iktidara geldi ve kendisini reformcu olarak tanımladı. 1989’dan sonra iktidarın tamamını elinde bulunduran sağ grup da muhafazakâr ismini aldı. Yer yer düşüncelerde de değişiklikler oldu. Yani, şimdilerde reformistler velayet-i fakihi sınırlamak istiyorlar ama muhafazakârlar sınırsız bir velayet-i fakih yetkisini tartışıyorlar. İktidarlar değiştikçe görüşler de alt üst olmaya başlıyor.
Reformcular sistem dışındaki kişiler değillerdir. Esasen devrimin kurucu kadrosu olup 1989’dan sonra iktidarın dışında kalmışlardır. 1997’den sonra farklı bir söylemle yeniden iktidara gelmişlerdir. Muhafazakârlar ise velayet-i fakih bütün güç sınırlarının devam etmesi gerektiğini ve ülkedeki bütün dini kuralların devlet dâhil olmak üzere hayatın bütün alanında geçerli olmalıdır tezini savunmaktadırlar. Söylem olarak Amerikan karşıtı olmakla birlikte kültürel anlamda her türlü özgürlüğe ve modernliğe de net bir biçimde karşıttırlar. Reformcular ise 1997’den sonra, Batı’ya eğilim göstermişler ve daha liberal bir İslam anlayışına sahip olmuşlardır. Dolayısıyla daha önceden devletçi ekonomiyi savunurken 1997’den sonra liberal ekonomiyi savunma konumuna geçmişlerdir. Dinin biraz daha sınırlandırılması gerektiğini savunuyor; dış politikada daha pragmatist ve Batıyla uyum sağlamak gerektiğini söylüyorlar. Bu tartışma, şu anda İran siyasi hayatının devlet içindeki ayrışmasının omurgasını teşkil etmektedir.
Ruhani, reformculara mensup birisi değil; muhafazakârların içindedir ama bu muhafazakâr grup aslında Alemulhuda ve diğer muhafazakârlardan farklı düşünmektedir. Çünkü bunlar, Ruhani’nin temsil ettiği muhafazakâr grup, Sanayi burjuvazisinin temsilcileridir. Dolayısıyla ekonomik nedenlerin de etkisiyle hem içerde hem de dışarıda devletin radikalizminin biraz da törpülenmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Diğer grubun bunu kabul etmemesi, Ruhani ile ciddi bir ihtilaf içinde olmalarına sebep olmaktadır. Dolayısıyla bu grup, Ruhani’yi devirmek için bu gösteriyi düzenlemişlerdir. Ancak gösteri aniden kontrol dışına çıkmış ve İran’ın genelini kapsar hâle gelmiştir. Bunun dış faktörlerini sonra değerlendirmek üzere bir kenara bırakarak öncelikle iç faktörleri inceleyelim.
Gösterilerin Arka Planında Yatan İç Etkenler:
İran Devrimi 1979’da belli bir idealle devletini kurdu. Devletini kurduğunda temel iddiası şuydu; ideal bir toplum, ideal bir devlet ve ideal bir insan. Bunun temeli, hepsinin İslami kurallara göre yönetilmesiyle mümkündür ve bunu yürütürsek toplumun tüm sorunları çözülebilir mantığına dayanmaktaydı. Hatta devrimin ilk başında şu söylenir: “petrolün parasını şah yedi ama biz insanların sofrasında onlara geri vereceğiz!” Bu sayede toplumun %98,2’si referandumda eski rejimin gitmesi yönünde oy kullandı. Böyle bir umutla yaşadı ama devrim, bu vaat ettiği umutların birçoğunu gerçekleştirmekte başarılı olamadı. Mesela, ekonomik olarak vaat edilen sosyal adalet, petrol parasının vatandaşlara iadesi gibi vaatler gerçekleştirilmedi. Siyasal özgürlük anlamındaki vaatlerin gerçekleştirilmesinin ötesinde gün geçtikçe daha da kısıtlandı. Toplumsal hayat konusunda, kadınlara ve gençlere ciddi kısıtlamalar getirildi. En önemlisi, temiz ve sağlam toplum iddiası çökmüş oldu. Dolayısıyla gösterilerin arka planında devrimin vaat ettiği iddiaları gerçekleştirememesinin yattığı söylenebilir. Oradaki insanlara göre devrim, kendi ideallerine ulaşamadığı gibi ideallerinin neredeyse tümünün tersini üretti.
İlginçtir; İran Devrimi, Amerikan karşıtı olarak doğdu; Amerikan Büyükelçiliği’ni işgal etti; Amerika’yı ülkenin dışına attı ama şu anda İran toplumu, anti-Amerikan bir toplum değil. En önemlisi, 1979’da İran dine saygılı ve dindar bir toplumdu ama şu anda nu durumda bariz değişiklik gözüküyor. Türkiye daha dindar ve dine daha saygılı bir ülkedir. İran’da din, devletin olmadığı yerde insanların hayatından yavaş yavaş çekilmektedir. Ateistleşme, din değiştirme oranlarına baktığınızda, İran oldukça çarpıcı oranlara sahiptir. Dolayısıyla devrim iddiasını tersini üretmeye başladı. En büyük yanılgı da şu oldu; devrim, 1979’dan günümüze İran toplumu, birçok konuda bakış açısını değiştirdi. Dine, dünyaya, kendi kimliğine, birey-toplum ilişkisine, devlet-birey ilişkisine, özgürlük ve demokrasiye olan bakış açısı köklü bir biçimde değişiklik gösterdi. Ancak devlet bu bakış açılarındaki değişikliklere yönelmek istemedi. Zaten devlet, 1979’daki geleneğini ve çizgisini bir şekilde devam ettirmek istedi.
Toplumun dönüşümlerine paralel olarak rejim kendisini bu duruma adapte etmedi. Reform hareketi, bir yönüyle toplumdaki bu değişikliklerin farkındaydı ve cevap vermek istedi ama mevcut anlayış, buna izin vermedi. Bu değişmeme isteği önemli bir krize yol açtı. Örneğin; kadınlar, sosyal hayatta da istedikleri şekilde yaşamak istiyorlar; keza gençler de aynı şekilde bazı özgürlükler istiyorlar. Fakat devlet buna izin vermek istemedi. Bu büyük bir problemi beraberinde getirdi. İran’daki tüm talepler siyasileşti. Toplumdaki her tartışma, politik tartışmaların da bir konusu haline geldi. Her durumda da devlet, bu siyasal tartışmanın en önemli tarafı oldu ve bir engel konumunu üstlendi. En basitinden orada bir Türk varsa, Türk kimliği siyasallaştı ve devlet bunun engelleyicisi rolünde oldu ya da orada Sünni varsa, ki İran’ın %15’i Sünni’dir; Sünnilik siyasallaştı ve devlet yine engelleyici bir pozisyona geçti. Benzer şekilde cinsiyet, kadınlara özgürlük konuları siyasallaştı ve devlet engelleyicisi oldu. Yani, tüm farklılıklar ve talepler neredeyse protesto edilecek siyasi argümanlar haline dönüştü. Bu nedenle İran, her yerinde her an bir olay çıkma potansiyeline sahip bir haldedir. Çünkü tüm sorunlar siyasallaşmış ve patlamaya hazır bombalar halinde beklemektedir. Bunlar, etnik ve dini kimliklerden tutun da ekonomik ve sosyal tüm taleplere kadar geniş bir yelpazeye sahiptir. Bu kimliklerin tamamını devlet kendi içinde eritip yönlendirerek bunun çatışmacı yönünü azaltma sürecinin öncülüğünü üstlenme rolüne girmedi.
Peki, Günümüzdeki Sürece Geldiğimizde Neler Yaşandı?
Son bir yıldır İran’da böyle bir olayın olabileceğine dair somut işaretler vardı. Mesela öğretmenlerden emeklilere kadar devamlı protesto içinde olan gruplar vardı. Bankalardan mağdur edilen insanlar oldu; eylem yaptılar ama yanıt alamadılar. Keza öğretmenler, emekliler vs. herkes eylem yaptı ama cevap alamadı.
Önemli başka bir faktör; İran bugün gördüğümüzden daha büyük bir varoluşsal sorunla karşı karşıyadır; kuraklık. Hatta 3. kuşak kuraklık tehlikesine gireceği düşünülerek yaşam koşullarının çok olumsuz etkilenebileceği söylenmektedir. Şu anda İran’da Urmiye Gölü dâhil olmak üzere göllerin, çayların, denizlerin kuruması gibi bir dalga var. Bitki Örtüsü yok oluyor; toprak verimliliği yok oluyor. Böyle ciddi bir kuraklık tehdidi söz konudur. İran, toplum olarak ciddi bir su sıkıntısı yaşıyor. Örneğin; Huzistan’da bir gösteri oldu. Burada gösteri olunca muhafazakâr gazeteciler “bunu Türkiye yapıyor” propagandası yapmaya başladılar. Türkiye’nin suyu kapattığını ve İran’a su gelmediği için bu kuraklığın olduğunu söylediler. Bu söylemler çeşitli gösterilerin ortaya çıkmasına sebep oldu. İşte kuraklık, İran için bu denli önemli bir sorundur.
Bir diğer önemli sorun da hava kirliliğidir. Bu, insanlara basit gelebilir ama İran’ın birçok kentinde hava kirliliği önemli bir sorundur. Ayrıca bütün bunlar sadece birer çevre sorunu değillerdir; aynı zamanda siyasal birer sorun haline dönüşmüşlerdir.
İran’ın devlet tarafından ve basında da yer alan belirlenmiş 100-150 tanelik varoluşsal sorunu vardır. Bahsettiklerim bunlardan birkaçıdır. Bunlar gibi bir diğer önemli sorunsa yolsuzluktur. Yolsuzluk, İran siyasi hayatının çok büyük bir problemidir. Hatta şunu söyleyeyim; İran’da yolsuzluk, gizlice yapılan bir şey değil; açıktan ve aleni olarak yapılan bir şeydir. Eğer bazı kişilere pay vermezseniz İran’da yapılan projelerde sizi projenin dışına atmaları işten bile değildir. Cuma İmamı ve mollalar, askeri güçleri kullanarak sizi o projelerde kesinlikle bulundurmuyorlar.
İran bürokrasisi yolsuzluk üzerine kurulmuştur desek yalan olmaz. Ahmet Tevekkeli adında muhafazakâr bir milletvekili vardır; diyor ki “İran Devrimi’ni yıkacaksa yolsuzluk yıkacak.” Böyle bir yolsuzluk dalgası mevcuttur. Bu yolsuzluk, İran bürokrasisinin sadece alt ve orta tabakasında değil en alt tabakadan en üst tabakaya kadar alenî bir şekilde varlığını sürdürmektedir.
Mahmut Ahmedinejad İran’ın eski cumhurbaşkanıdır. Bu olaylardan bir iki hafta önce çıktı yargı erki başkanını ve bütün ailesini fesatla yani, yolsuzlukla suçladı. Aynı şekilde yargı erki başkanı da çıktı Ahmedinejad ve tüm ailesini yolsuzlukla suçladı.
Ahmedinejad’ın yardımcısına yolsuzluktan 63 yıl hapis cezası verdi. Hasan Ruhani’in kardeşini yolsuzluktan içeri attılar. Ruhani’nin birinci yardımcısı İshak Cihangiri’nin kardeşini yine fesat idari durumdan dolayı içeri attılar. Bakınız, yargı erkinin başkanının 63 kişisel hesabı var. Örneğin benim yargıyla ilgili bir işim varsa; önce o 63 hesaptan birine para yatırıyorum sonra işimi yaptırabiliyorum ama o hesaba yatırılan para, devlete gitmiyor. Kişisel olarak yargı başkanına gidiyor ve yargı başkanı bunu kanunların kendisine sunduğunu söyleyerek kendini aklıyor. Bunun aylık faizinin kaç milyon dolar olduğunu düşünmek gerekir. Tabii bir taraftan da yoksullaşan kitleyi düşünmek gerekiyor. Bütün bunlar toplumu inciten önemli faktörlerdir.
İktidar Mücadelesinin Olayların Çıkmasında Nasıl Bir Rolü Var?
İran’da aynı zamanda çok keskin bir iktidar mücadelesi vardır. Bu iktidar mücadelesi sadece reformcularla muhafazakârlar arasında değil; muhafazakârların kendi arasında da vardır. Ahmedinejad ile yargı başkanı Sadık Laricani, ikisi de muhafazakârdır ama ikisi de birbirini bir kaşık suda boğabilir. İran siyasal seçkinleri arasındaki bu çatışmalar, pratikte siyasal istikrarsızlıkla sonuçlanmıştır. Örneğin; 2009’daki Yeşil Hareketi, cumhurbaşkanı seçimleri çerçevesinde Mir Hüseyin Musavi ile Ahmedinejad arasındaki çekişme, neredeyse bir yıl boyunca süren bir sokak hareketine dönüştü.
İran’daki bu iktidar mücadelesinin, olayların çıkmasındaki rolünün birkaç yönü olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi; yolsuzluk dosyaların ifşasını; ikincisi ve en önemlisi, iktidarın sağlamlaştırılması için toplumun bir tarafını yanlarına çekme çabası ve bu nedenle toplumsal grupların kışkırtılması. Bu demokratik bir ülkede normal karşılanabilir ancak İran demokratik bir ülke olmadığı için sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
İktidar mücadelesinde radikal muhafazakârlar Ruhani’yi devirmek için son bir yıldır ekonominin kötüye gittiği propagandasını yapıyorlar ve çalışmalarını bunun üzerinde tutuyorlar. İran televizyonları cumhurbaşkanına bağlı olmadığı için yapılan tüm yayınlar, bu ekonomik durumu kötülemek üzerine kurulmuştur. İkinci durum, Ruhani’nin ikinci iktidar döneminin başında ve sonrasında yaptıklarıdır. Bakınız; Ruhani’nin 2013’teki temel vaadi şuydu: “İran’ın ekonomik krizden çıkması için nükleer anlaşmayı imzalaması gerekiyor ve nükleer anlaşmadan sonra İran ekonomisi düzlüğe çıkabilir.” Bu vaatle 2013’te cumhurbaşkanlığına geldi. Anlaşmayı imzaladı ama bunun İran ekonomisine ciddi yönde olumlu bir etkisi olmadı. Bu nedenle toplum nezdinde Ruhani ikinci döneminde başka şeyler yapabilir ve kötü giden ekonomi düzelebilir algısının ana karakteri oldu.
Ruhani, ikinci dönem başlar başlamaz, seçimde vaat ettiğini yapmayacağını açıkça söyledi. Bakanlarını muhafazakârlardan seçti; müdürlerini, valilerini toplumun istediği kesimlerden değil; muhafazakâr kesimden seçti. Örneğin; bir bilim bakanı için belli bir süre atama yapamadı. 20 öneri ret edildi. Bu tür atamaları yapamadığı için onları da muhafazakârlardan atadı ve devletin diğer güçlerinin karşısında Ruhani’nin geri adım attığı söylendi. Bu önemli bir problemdi ama bugün yaşanan olayları etkileyen diğer faktörler bundan sonra oldu. Ruhani, ekonomiyi düzeltmek için saldırgan neo-liberaler bir tür reçeteyi devreye sokmaya çalıştı.
İran’da Yarane diye bir şey var yani, her aile bireyine aylık belli miktarda para verilir. Bu para çok büyük bir oranda değildir ama yoksullara yardım açısından önemlidir. Ruhani 20 milyon kişiden bu parayı keseceğini söyledi. Bu durum ve hangi kişilerden kesileceğinin belirsizliği toplumda ciddi bir huzursuzluğa yol açtı. Bu durum; benzin, ekmek, yumurta fiyatını aniden arttırdı. Hatta aylar önce basında yumurta alımına ambargo şeklinde propagandalar başlatıldı. Bu sayede bir yumurta bile İran’da siyasi bir tartışma haline geldi. Sonra, Türkiye’yi de ilgilendiren bir şey yaptı. Mesela Türkiye’den giriş-çıkışta belli miktarda para alıyorlardı. Bunu 10 kat arttırdı. İlk girişte 10 kat; ikinci üçüncü girişte bu oran, daha da yükseliyordu. En sonunda bunu hükümet sözcüsüne sordular; “iç-turizmi desteklemek için” cevabını aldılar.
Toplumda bunlar yaşanırken; bütçe tartışması ortaya çıktı. Bu durum, bardağı taşıran son damla oldu. Bütçenin önemli bir bölümü seçimde vaat ettiği kurumlara ayrılmıştı. Seçimde Ruhani’nin aleyhinde konuşan adam da bütçesini %18 oranında arttırmıştır. Diğerleri çok daha büyük oranda pay almışlardır; ki bunlar, devrimin propagandasını yapan kurumlardır. Ne yazık ki bu durum, toplumun her yerine de net olarak yayılmıştır. Bu bütçe tartışması o kadar artmıştır ki Ruhani buna karşılık çıkıp “Benim bütçenin %50’sinden fazlasını denetleme hakkım yok ve söz sahibi de değilim.” demiştir. Bu bütçe nereye gidiyor, kimin cebine iniyor sorularının hiçbir yanıt yok. Bu çok önemli bir tartışmaydı.
Bütün bunlar, Ruhani’nin ikinci döneminde toplum için umut olmaktan çıktı. Mesela; bu olaylardan iki hafta önce meclis başkanı “Devletin bütçesi, devleti idare etmeye yetmiyor; biz bu devleti ekonomik anlamda idare edemiyoruz” şeklinde bir itirafta bulundu; bu basına da yansıdı. Böyle bir tablonun içinde muhafazakârların da kışkırtmasıyla toplumun önemli bir kısmı sokaklara döküldü. Gösterilerin arka planını bunlar oluşturdu.
Yeni Sosyal Hareketlerde Belli Bir Hiyerarşi Yok!
Net olarak söylemek gerekir ki bu göstericilerin herhangi bir lideri, bağlı bulundukları bir örgüt ya da onları idare edecek bir merkez yok; hatta bu içlerinde İran’da etkin olan herhangi bir hareket de yok. Şahçılar, halkın mücahitleri vs. kim ki biz burada etkiniz derse yalan söylemiş olur. Sloganlara bakıldığında ise oldukça karışık, birbiriyle çelişik olduğu görülür. Bu çelişik sloganların içerisinde ortak bir şey var ki o da durumun ekonomik boyutunun olmasına rağmen sloganların ekonomiyle ilgisinin olmayışıdır. Ne işsizlikle ne de başka bir ekonomik sorunla ilgili bir slogan vardır. Sloganlar, tamamıyla siyasidir. Bunların tamamı, İran rejiminin köklü değişimini istemektedirler. Sloganlarda bugüne kadarki rejimin önemsediği, kutsal saydığı ne varsa ona karşı bir saldırı mevcut. Hem sokakta buna saldırı var hem de söylem olarak bir saldırı mevcuttur. Alternatif olarak ne isteniyor diye sorulursa; bu sloganlara bakarak şu isteniyor demek güçtür. Çünkü bir taraftan milliyetçi bir cumhuriyetçilik, bir taraftan şah monarşisi isteyenler görülebilir. En önemlisi, çok ırkçı ve cinsiyetçi söylemler görebilmek mümkündür. Kadını aşağılayan, Fars olmayanları aşağılayan sloganlar mevcut. Örneğin; “Araplara ölüm!” sloganları görülmektedir. “Biz Arap değiliz; Arap’a tapmıyoruz; İranîyiz!” gibi İran’ın o İslami kimliğini ve İran’ın Ortadoğu siyasetini sorgulaması açısından bütün Arapları aşağılayabilecek, ırkçı, çok ağır sloganlar var. Bu sloganlar Fars olmayanların da eylemlere katılmasını tereddüte sokmaktadır. Mesela Türkler…
Peki, bunu kimler oluşturuyor? İran güvenlik güçleri şöyle bir açıklama yaptı: “Şu ana kadar gözaltına aldığımız insanların çoğu 25 yaşın altında.” Yani, bu gösterilerin önemli bir bölümünü gençler ve kadınlar oluşturmaktadır. Toplumsal sınıf ve katman olarak baktığımızda, İran’da demokrasi isteyen orta sınıf bu gösterileri pek desteklemiyor. Bu gösteriler, orta sınıfın altındaki ailelerin genç çocukları tarafından oluşturuluyor. Ekonomik sorunlar nedeniyle çıksa da temeldeki faktör, siyasi bir dönüşümün istenmesidir. Etnik haritaya baktığımızda daha çok Fars ve ona yakın gruplar var. Türkler, Mehruciler gibi gruplara pek rağbet göstermiyorlar. Coğrafi alan olarak baktığınızda Tahran’ın zayıf olduğunu, onun dışındaki kentlerde özellikle Fars bölge kentlerinde baskın bir gösteri olduğunu görüyoruz.
Mevcut olayları anlamak açısından birkaç şey vermek istiyorum. Bu gösteri, 1979’dan sonra İran tarihinde ilktir ve kendine özgüdür. Bu gösteriyi Trump, İsrail vs. çerçevesinde değerlendirmeye kalktığımızda; İran’ın geleceğine gözümüzü tam anlamıyla kapatıyoruz demektir. Bu gösteri, 1979 dan sonra bir kopuştur. Bundan önce İran’da bir sürü gösteri oldu; özellikle 1980 ve 1990’dan sonra her yıl İran’da küçük-büyük çaplı gösteriler oldu. O gösterilerle bunu karşılaştırdığımızda ciddi farklar olduğunu görüyoruz. Bu farklar bir kırılmayı gösteriyor.
En önemli fark, bundan önceki hiçbir gösterinin rejimin kimliğini hedef almamış olmasıdır. Rejimin köklü bir değişimini isteyen ilk gösteridir. Daha öncekilerde biri ekonomik iyileşme ister, diğeri Türk kimliğinde iyileşme ister vs. ama devletin rejim kimliğiyle pek ilgilenilmezdi. Hatta 2009 Yeşil Hareketi, sistemde reform istiyordu ama orada bile rejimin köklü dönüşümüne dair herhangi bir şey yoktu.
İkinci en önemli özellik, bundan önceki bütün gösteriler yereldi. Mesela Tahran’da bir gösteri oluyorsa, Tahran’ın dışına çıkmıyordu. 2006’da Güney Azerbaycan Türk kimliğinin aşağılanmasıyla ilgili gösteriler olduğunda, sadece Türk bölgelerinde gösteriler oldu; diğer yerlere sıçramadı. Ancak bu gösteriler, genel bir yayılma eğilimindedir ve bu çok önemlidir. Çünkü İran’ın geneline yayılabilen bir gösteri, İran’ın rejiminde varoluşsal bir kriz yaratabilir. Bu krizi ancak bütün toplumsal kesimleri sokağa dökebilen bir eylem yapabilir. Bu bir ilktir ve kritiktir.
Diğer önemli husus, daha önceki gösterilerde devletin bir bölümü gösterilerin içindeydi ve onu yönetiyordu. Bu gösteri, devletin reformcusunun da muhafazakârının da dışında olmuş olması yönünden de bir ilktir. Gösterileri hem muhafazakârlar hem de reformcular ret etmektedir. Toplumun kendi içinden çıkan, devlet ve muhalefeti tarafından ret edilen bir gösteri haline dönüşmüş durumdadır.
Gösterilerde lider bir tarafın olmaması, sizin hangi tarafı bastıracağınız, kimi tutup içeri atacağınız konusunda da rahat davranmanızı etkilemektedir. Şimdi baktığımızda, her kentte yerel meydan liderleri var ama bunları temsil eden dünya çapında herhangi bir örgütleri ya da liderlerinin olmadığını görürsünüz. Dolayısıyla yeni sosyal hareketlerde belli bir gövde bir hiyerarşi yoktur. Bu anlamda bunlarla mücadele etmek de zordur. Örneğin; Yeşil Hareketi’nde bir lider kadro vardı. Bunların beyin takımını aldılar, daha sonra liderini aldılar ve örgütü neredeyse hareketsiz hâle getirdiler. Ancak burada öyle bir şey yok. Toptancı bir müdahale yapmak gerekiyor o da çok zor bir durum. Bugün devrim muhafızları komutanı şöyle bir cümle kurdu: “Fitneyi bitirdik.” Hatta Ruhani ve Erdoğan görüşmesinde Ruhani: “2-3 güne tamamen biter” dedi ama bu söylemler doğru olur mu olmaz mı bilemiyoruz. Bu belli bir süre devam da edebilir.
Süreç Rejimi Öldürmez Ama Öldürücü Bir Yara Bırakır!
Bana göre bu süreç rejimi öldürmez ama öldürücü bir yara bırakacağı çok açık. Bundan sonra, her şeyin yeniden tanımlanması gereken, çok farklı bir sürece girildiğini düşünüyorum. Eğer bu süreç okuması sadece Trump-İran üzerinden değerlendirilir, doğru bakış açılarıyla analiz edilmezse çok daha kısa sürede çok daha kaotik bir duruma evrilebileceğini düşünmekteyim. Öngörüm şu ki önümüzdeki süreçte bu gösteriler bittikten sonra devletin, -iyi veya kötü diye bir şey diyemem ama- köklü bir değişikliğe gideceği açıktır. Muhafazakârların bir bölümünde tasfiye yaşanacağı öngörülmekte. Şu anda Mahmud Ahmedinejad’ın ev hapsinde olduğu iddiası yayılmakta. İran polisi de Mahmut Ahmedinejad ve ekibinin bu gösterilerde önemli etkisi olduğunu ve o çevrenin kontrol altında olması gerektiğini düşünüyor.
Devletin ekonomi politikasında belli bir değişim ve dönüşüm söz konusu. Yani, bu liberal siyaseti biraz daha törpüleme ve siyasal söylemlerde adalet ifadeleri tekrar gündeme gelebilir. Hatta Trump şu anki gösterilerden içeriyi karıştırmanın ötesinde bir fayda da sağlamak istiyor. O da İran yetkililerine bir ambargo getirmek istiyor. Bugün bu gösteriler bittikten sonra suçlu bulduğu bütün yetkililere bir ambargo getirmek istiyor. Dolayısıyla devlete ambargo gelmiş oluyor. Yeşil Hareketi’nden sonra bir ambargo paketi gelmişti. Bu olaydan sonra da geniş çaplı bir ambargo paketi İran’ı bekliyor. Zaten Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne başvurmuş; sonuç alması mümkün değil ama onun dışında kendisinin yapacakları bellidir. Bu ambargo paketi de İran ekonomisini ciddi şekilde sıkıştıracak. Zaten krize giren bir ekonomi var bir de bu olursa daha kaotik bir duruma sürükleyecek. Belki karne ile alım sürecine bile gidilebilir. İran’ın Batı ile olan ilişkileri ciddi şekilde zora girecek. Bundan sonraki süreçte İran iç siyasetinde farklı dengeleri, arayışları net olarak görebiliriz.
Metnin videosuna buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.