19.04.2024

Ne yapmalı; ekonomide sistem arayışları – 1: Komünizm

Tarihin tekerrür ettiğini gözlemlediğimiz şu günlerde hadiselere karşı tavır takınabilmek için yapılacak en iyi şey belki de ters bakışla yorumlama yapmaktır. Bu bakış, bize en uzak bir o kadar da yakın olan bulunduğumuz yerin en solu olsun: Komünizm


Tarih yaygın kanıya göre tekerrür etmekte. Bu hususta ulaşılabilen en karşıt “rastlantısal” tabanlı görüş bile tarihin en azından belli bir “kafiye” düzeni ile ilerlediğini kabul ediyor. Hal böyleyken, kendilerini ideolojik yelpazenin neresinde konumlandırdıklarından bağımsız olarak hemen hemen bütün akıl ve fikir sahibi düşünenlerin maddî ya da manevi etkenlerin rengini verdiği bir diyalektiğin penceresinden bakarak olayları değerlendirdikleri de gün gibi aşikâr.

İşte günümüzün çalkantılı dünyası, bu türden bakış açılarının başta değindiğimiz tarihin kendisini neredeyse elifi elifine düzenli ve belirli aralıklarla tekrar ettiğinin çarpıcı canlılıkta kanıtını oluşturmakta. Bakışlarımızı tam yüzyıl öncesinin dünyasına çevirdiğimizdeyse; insanlığın ilerlemesi gereken yön, bu yönde izlemesi gereken yol ve yetişilecek menzil hakkında birbirine taban tabana zıt fakat aynı ateşin tutkuyla savunulan pek çok farklı görüşün yekdiğeriyle kıyasıya mücadele ettiği bir ortamla karşılaşıyoruz. Tıpkı günümüzde; küresel düzen mücadelesinde zaman zaman poker suratlarıyla alttan alta, kimi zaman OROB (“Tek Yol Tek Kuşak”) benzeri projeler ya da on dokuzuncu yüzyıl sonundan kopup gelmiş Meksika sınırındaki Amerikan kasabasının cehaletiyle yapılan katran ve kuş tüyü dokulu, Orta Doğu odaklı gereksiz Haçlı Seferleri ile göstere göstere kartların öne sürüldüğü gibi…

Kart demişken, kesin olan bir başka husus da dünyanın düzenine ilişkin kartların yeniden karıldığı bir devirden geçmekte olduğumuz. Bahsi geçen oyun ya da masa yenilemesinde en önemli destenin de ekonomik olduğu su götürmez bir diğer gerçek. Bu bağlamda, çoğu zaman yapılanın tersini yapıp geçen yüzyıldan günümüze bakarak farklı ideolojileri değerlendirmenin, tarihin tekerrürüne yönelik ufuk açıcı bir zihin jimnastiği olacağını düşünüyorum. Keza bunu yapmaya, gerek alfabetik yazı sistemimiz gerekse uzaktan yakına ilerlemenin vereceği kapsama alanı avantajından ötürü en soldan başlamanın da… Dolayısıyla işbu düşünce tayfı yazılarımıza komünizmle başlamak istiyorum.

Stalin’in Sovyetler Birliği ve Mao’nun Çin’i başta olmak üzere, en tarafsız gözün bile hakkında gönül rahatlığıyla “barbarlık” ifadesini kullanabileceği komünizm “deneylerinin” insanlık tarihinde yerini almış ibret vesikası kanlı sayfalarının siyasete bakan yönünü kalın bir parantez içine alarak komünizmi iktisadi açıdan eleştirdiğimizde öne çıkan hususların şunlar olduğunu görmekteyiz:

  • Komünist ülkelerde, aşırı derecede “şehir merkezli” sanayileşme kırsal bölgelerdeki iş gücünü o kadar azaltmıştır ki komünist merkezî ekonomi politikalarının uygulandığı pek çok ülkede bu olgunun beraberinde açlığa varan ölçüde kıtlık oluşturan tarımsal üretim azalışları adeta bu sistemin tanımlayıcı bir özelliği haline gelmiştir. Sonuçta; kentleri besleyecek kırsal nüfusun plansızca azaltılması (buradaki “azaltılma” ifadesinde gizli trajedileri başta da değindiğimiz siyasi utanç parantezine alalım) neticesinde meşhur “solhoz” ve “kolhoz”lara dair üretim rakamları, uzun yıllar boyunca özünde “1984” romanındaki karanlık ütopyanın Bilgi Bakanlığı’nca kağıt üzerinde “üretilen” hayali veriler olmaktan öteye gidememiştir. Boğaziçi’ndeki politik ekonomi hocalarımızdan birisinin çok sevdiğim bir deyimi bu durumu çok güzel özetliyor aslında: “Sovyetler, uzaya mekik gönderirken vatandaşına domates yediremedi.”
  • Komünizmin uygulanmasında, yine yukarıdakine benzer biçimde ve komünizmin en önemli savlarından planlı ve eşitlikçi ekonomik düzen iddiasına ilişkin muazzam bir ironi abidesi olarak ortaya başka bir sorun daha çıkmıştır: Milovan Djilas’ın isabetle “Yeni Sınıf” olarak adlandırdığı ve yarattığı finansal ve sosyal yük zamanla taşınamaz hale gelen komünist devlet bürokrasisi, sınıfsız ve imtiyazsız yekpare bir kitle olarak lanse edilen komünist toplumların müsrif ve verimsiz aristokrasisi oldu. Bir başka ifadeyle, planlama çalışmalarına odaklanan nitelikli işgücü ve değerli zamandan ötürü hazırlanan planları uygulayacak insan kaynağı ve zaman bütçesi plansızlığa mahkûm edildi. Bu bağlamda ekonomik bakımdan da anlamlı olan bir başka bürokratik kara delik asker ve polis gücünün toplam istihdama etkisinde görülmekteydi. Şöyle ki, konunun uzmanları komünist ekonomilerde “elinden emekli” konumdaki çalışanların arasındaki kadın varlığının yüksekliğini, her modern toplumda ilke edinilmesi gereken cinsiyet eşitlikçi politikalardan ziyade yukarıdaki bürokrasinin erkek istihdamındaki eritici etkisine bağlamaktadırlar. Sözün özü; Sovyet Rusya özelinde nüfusun yüzde dördünü bile oluşturmayan sekiz milyonluk bir yeni sınıfın olan üretkenliğini de baltaladığı iki yüz milyonluk katı bir Marksizm’in pençesinde kıvranan düşük refah düzeyine takılı bir uluslar hapishanesi mahpusları komünizmin bu yönünün canlı timsali oldular.

  • Marks’ın en temel savlarından birisi de bilindiği üzere kapitalizmde kârın sürekli azalacağıdır. Oysa kendisi de bizzat Marksist olan ekonomist Nobuo Okishio’nun da, adıyla anılan teoreminde ifade ettiği gibi kapitalizmde gider tasarrufu sağlanması ve işçi ücretlerinin görece düşük tutulması beraberinde zorunlu olarak kâr artışını getirmektedir. Dolayısıyla, komünist bir altın çağ olarak öngörülen olası bir “işçi sınıfının diktatörlüğü”nü beklemek, en azından bilimsel veriler açısından, Gogol’u beklemekle aynı kaderi paylaşmaya hükümlü gibi görünmektedir.
  • Yukarıda yer verilen kârın azalması kadar temel, hatta daha da bilinir bir başka komünist kavram da emek değer teorisidir. Marksistler adına maalesef denilmeye seza bir durum da komünizmin ana sütunlarından birisi hükmündeki bu teoriye getirilen eleştirilerden kaynaklanmakta. Avusturya Ekolü tarafından savunulan “Öznel Değer Teorisi’ni en derli toplu biçimde ortaya koyan ekonomist, Carl Menger’in “İktisadın İlkeleri” adlı önemli eseri şimdilik şöyle dursun. Bu konuda sadece İngiliz iktisatçı Alfred Marshall’ın komünist iktisat anlayışının iş bu teorisini eleştiren sözlerine kulak vermek bile yeterince aydınlanma yaşatan bir deneyim sunuyor aslında: “Fabrikada dönen çarkın sadece işçilerin eseri olduğunu iddia etmek doğru olmaz. Çünkü bu eylemin gerçekleşmesinde işçilerin olduğu kadar, hatta daha da öncül ve belirleyici olarak, en az işverenin koyduğu sermaye ve işletmenin profesyonel yöneticilerinin de katkı ve payı vardır. Zira patron bu bağlamda harcama ya da nakit tabanlı yatırımda kullanabileceği sermayesini istihdam yaratmakta kullanarak işçi emeğinin anlam kazandığı bir ortamı sağlamaktadır. Ayrıca, fiyat ya da değer sadece arz ile değil tüketicinin talebiyle de oluşmaktadır. Dolayısıyla emek, maliyete ve tüketici beklentilerine tek başına etki eden belirleyici bir unsur olmaktan uzaktır. Sonuç olarak, Marks’ın emeğin bütün değerlerin altında yatan temel etken olduğu görüşü, yerini öznel kişisel değerlendirmelerin göz önünde bulundurulması gereken hayatın kendisi kadar karmaşık ve aynı ölçüde doğal bir bakış açısına bırakmalıdır.”
  • Bu noktaya kadar kısaca değinmeye çalıştığımız komünizme getirilen bütün eleştiri noktaları bir tarafa, daha Marks’ın hemen sonrasındaki dönemde kanıtlarıyla birlikte ortaya konulmaya başlanan teori içi veriye dayalı tutarsızlık ve çelişkiler bile aslında katı komünist bir yaklaşımın başından beri hastalıklı bir anlayış olduğunu gözler önüne seriyor. Bu noktada veriye dayalı eleştirilerin ayrıntılı olarak sergilenmesi bu yazının boyutlarını aşmakta. Ancak eleştirilerin erken dönemden beri söz konusu olduğunu dile getirmek adına bu hususta karşıt görüşleri savunanların isim ve eser basım tarihlerini vermek yerinde olacaktır; Vladimir Karpoviç Dimitriyev 1898’de ve Ladislaus von Bortkiewicz ise 1906’da emek değer teorisini ciddiye alınmalarını zorunlu kılan bilimsel bir yaklaşımla daha o yıllardan çürütmeye başlamışlardır.

Komünizmin tam anlamıyla kuşatıcı bir eleştirisini yapmak takdir edersiniz ki bu türden mütevazı bir çalışmanın çok daha ötesinde oylumu iktiza ettiriyor. Biz şimdilik sadece genel çerçeve hakkındaki ana eleştirilerin en öne çıkanlarını ve en temel noktaya ilişkin farklı bakış açılarını ortaya koymuş olalım ki, tam aksi kutuptaki ideolojileri de aynı mantıkla ele alarak kendi mantık çerçevemiz içerinde “dört başı mamur” bir değerlendirme sunabilelim.

Dolayısıyla komünizmin kısa bir eleştirisini gerçekleştirdik. Bu boyut itirafına yakışan aynı minyonlukta ve fakat düşündürücü bir komünizm değerlendirmesiyle yazımızı noktalayalım.

John Kenneth Galbraith’in dediği gibi;

“Kapitalizmde insan insanı sömürür. Komünizmdeyse bunu tam tersi söz konusudur.”

Yazar

Liath McGorman

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.