18.04.2024

Teknik aksaklık ve minyatür bütçenin ötesindeki diyâr; Gerçek Kesit

Bağımsız sinema hürmette kusur etmesin. Benim diyen “imgelemsel algıların tecimsel kaygılardan uzak izleklerini irdeleyen” aşırı sanatsallıktan ölmesine ramak kalmış entelektüel, fularına çeki düzen verip tören rahattan hazırola geçsin!


En lezzetli yemeklerin, göz kararı denilen, gramdan dirhemden olabildiğince bağımsız, dağarcıktaki pamuklara sarılıp saklanmaya seza değerli deneyim tortusundan süzülüp gelen el ölçüsüyle pişirilegeldiği malum. Pek o kadar göze çarpmayansa bu neredeyse milim şaşmayan eskiden çok eskimez kaidenin ciddi biçimde sancılı üretim süreci gerektiren her alanda da belirleyici öneme sahip olduğu hakikatidir. Hatta değinilen sürecin en gayriciddi ele alındığı hallerde bile bu gerçek nadiren değişir. Öyle olmasa amaçlanandan çok daha farklı ve fakat akla hayale gelmeyecek boyutta da daha etkili “mutlu kazalar” ortaya çıkmazdı.

Aslında bu vadide işbu mutlu kazalara verilebilecek örnek sayısı, bayram ve kandil zamanlarında, ülkemiz topraklarında ziyadesiyle sevilen “Kopyala Yapıştır” nâm gözde yöntemle üretilip ıssız bir adaya salıverilen birkaç çift tavşanın soy ağacının serpilme hızından bile daha süratli yayılan fason tebrik mesajlarının miktarını bile gölgede bırakıp mahcup edecek düzeyde. Biz burada “uvertür” tadında birkaç misal verip oradan usulca sohbetimizin “assolist”ine uzanıverelim:

  • Tıp dünyası bir lig ise İskoç Dağları’nın Maradonası olarak anılmayı hak eden Doktor Fleming’in; laboratuvarında incelediği bakteri kültürlerinin üzerinde küf mantarı oluşan örneklerini “Deney tüplerini adam gibi temizlemesi için elli sekiz kere tembihledim oysa Müstahdem Jason Dayı’yı!” diye köpürüp çöpe atmaktansa inceleyerek milyonlarca insanın hayatını kurtaracak penisilini icat etmesi.
  • S. 1. Yüzyıl’da – tam olarak 24 Ağustos M.S. 79’da – yaşanan elim bir volkanik patlamanın akabinde lav ve küle boğulmasından birkaç asır sonra Avrupa’ya çöreklenen katran karası Orta Çağ’ın karanlığında tümden unutulup giden Pompei’nin kalıntılarının, 16. Yüzyıl’da bildiğimiz Devlet Su İşleri kanal inşaatı benzeri bir çalışma sırasında tesadüfen bulunması. Lafın bu beli bir mimi hak ediyor efendim: Şu an tarih öncesi gibi gelen maskesiz ve dahi sosyal mesafesiz COVID-19 öncesi dönemde memlekete karadan gitmişliğimiz de vakidir. Bu maceralarımızın birisinde uğradığımız en ilginç gezi noktalarından birisi de Pompei Harabeleri idi. Hem o gidiş-dönüş altı bin kilometrelik bin bir hikâyecik ve tespitle bezeli geziyi hem de özelinde Pompei’yi bir müsait zamanda enine boyuna ayrıca irdeleriz artık.
  • Steven Spielberg’ün terütaze gencecik bir yönetmen olarak “Jaws”ı çekerken fazlasıyla uyduruk ve ucuz kauçuk köpek balığı modelinin yadsınamaz sakilliğini gizlemek adına şu an kullanıla kullanıla cılkı çıkarılıp marmelata çevirilmiş olan “kurbana yaklaşan katilin bakış açısı” tekniğini geliştirmesi. (Bu bağlamda insan “Keşke bizim neslin atlatamadığı travmalardan ‘Tarkan Viking Kanı’ filmindeki ahtapot da benzeri bir yaklaşımla el alınsaydı ve malum sahneler ona göre çekilseydi. Böylelikle en azından ilkokulda dağıtılan ve afiyetle yediğimiz ihracatı yapılamayan radyasyonlu fındıkların etkisi bir nebze de olsa azaltılmış olurdu” diye düşünmeden edemiyor!)

İşte tam da bu son örnekte bahsedilen türden bir mutlu kazanın sonucuna değinmek istiyorum bu yazımızda. Hatta yine “Jaws”ın köpekbalığını “bölüm sonu canavarı”na dönüştürerek kendisiyle dört başı mamur müşerref olmamızın neredeyse filmin sonuna saklanmasına neden olan türden kısıtların kazara ortaya çıkardığı ve tam da bu kendiliğinden ötürü gönülleri fetheden bir yapıtla karşı karşıyayız.

Ol sebepten herkes kendi meşrebince savulsun: Yeraltı edebiyatı yer açsın. Alternatif müzik kulak kesilsin. Bağımsız sinema hürmette kusur etmesin. Benim diyen “imgelemsel algıların tecimsel kaygılardan uzak izleklerini irdeleyen” aşırı sanatsallıktan ölmesine ramak kalmış entelektüel, fularına çeki düzen verip tören rahattan hazırola geçsin!

Zira mevzu derin ve çok katmanlı sosyolojik çıkarımlara gebe.

Evet, konumuz “Gerçek Kesit.”

Öncelikle şunu ifade ederek başlamak gerekiyor. Adım gibi eminim ki 90’ların bir noktasında kanalın saat kotasını doldururken araya reklam da alıp artık üç beş Allah ne verdiyse nasiplenmek adına mümkün olan en düşük maliyetle ekranda dolanan renkli piksellerden hallice bir drama dizisi çekmeye soyunan Flash TV yönetiminin aklından böylesine bir kült yapıma imza atmak geçmiyordu. Zaten yukarıda uzun uzun değindiğimiz mutlu kazalık gibi muteber bir payenin hakkını verdiren samimiyet de bu kara düzen plansızlıktan gelmiyor mu aslında?

Plansızlık diyerek durduk yerde Gerçek Kesit’in bütün bütün de hakkını yemeyelim. Hayal gücü erken kanatlanmış bir anaokulu öğrencisinin Yerli Malı Haftası ya da herhangi bir diğer “belirli gün ve haftalar” listesi sakini günü; anmak, kutlamak veyahut – çoğunlukla olduğu gibi – geçiştirmek için kaleme aldığı basit bir piyescikle aynı düzlemde olsa da ortada bir genel senaryo şablonu vardır. Bu benzetmeyi lütfen orta oyunu, Hacivat Karagöz ve meddah geleneklerimizden farkına varmadan da olsa gelen minimalist yaklaşıma bir övgü olarak alalım lütfen.

Oldukça iyimser bir yaklaşımla “sinopsis” (Türkçe ve dolayısıyla daha güzel ifadesiyle “tümbakış”) olarak nitelendirilebilecek işbu konu iskeleti ve ona koşut yapım hazırlıkları da üç aşağı beş yukarı hep aynıdır. Üçüncü sayfa gündeminden herhangi bir dikkat çekici (namus temizlemeli, semte dehşet salmalı, parayı bulunca yoldan çıkmalı, kötü yola düşmeli, bıçaklamalı, kurşun delikli, ibret almalık, vb.) bombastik konuyu al. Mutlak kötü ve kudretten iyi karakterleri belirle. Bu ana rolleri bıkıp usanmadan her bölümde oynayacak çekirdek kadroyu oluştur. Arada her bölüme özgü “haftanın oyuncularını” kanal çalışanların tanıdıkları arasından, baktın olmadı mahalleden, en olmadı en yakın kültür yuvasından (kıraathane, taksi durağı, bilardo salonu, otobüs yazıhanesi, çay bahçesi, kuaför, at yarışı bayii, vb.) devşir. Bütçeyi; kameraman ve teknik ekiple oyuncuları az sayıdaki çekim mekânlarına getirip götürecek, geri vitesteyken anlamsızcasına “Perihan Abla”nın ana temasını şakıyan beyaz minibüsün mazotunu da kapsayacak biçimde, meşrubat dahil tatlı hariç azami bir düzine duble iskendere ödenecek hesaptan düşük tut. Çekimleri bu şartlarla üçüncü günün şafağından önce tamamla. İşte sizlere mis gibi numunelik bir Gerçek Kesit bölümü!

Buraya kadar aslında her şey bir diğer sıradan TV yapımında göze çarpan herhangi bir yapım sürecinden pek de farklılık göstermez. Gerçek Kesit tam da buradan sonra kendisini bileğinin hakkıyla meşhur eden fantastikleşme yoluna geri dönmeyecek biçimde revan olup farklı boyutlara açılan bir kapı olarak adeta varoluşçuluk ve Dadaism’in doğayla uyumlu taş fırında pişirilmiş kafa yapıcı ya da açıcı lezzet doruğu gibi bizlere sunulur.

Sıra geldi zurnanın zırt dediği işbu ender kült yapıma rengini veren gerçeküstü ögeleri “Yeni Başlayanlar için Gerçek Kesit” tadında mütevazı bir seçki ile sunmaya. Adı üstünde tanıtıcı bir seçkiden bahsediyoruz. Yoksa ben de böylesi zengin bir kaynağın dile getirilmeyi hak etmenin ötesinde altının çizilmesi için yalvaran pek çok saptamaya ev sahipliği yaptığının farkındayım. Tıpkı her izlediğimizde yeni bir ayrıntı keşfettiğimiz sinema şaheserleri gibi. İşte, kalite terazisinin altını delmek suretiyle çaktırmadan en üstüne çıkan Gerçek Kesit’in de bahsedilen bu üst yapım filmlerle, imamenin her iki yanındaki tesbih tanelerinin en uzak olması gerekirken aslında komşu olmasını andıran türden tuhaf akrabalığının nişanesi olan unsurlardan bazıları şunlardır:

  • Lafın düğümünü illaki koskoca Gerçek Kesit’in tek kişilik dev “jön”ü ile çözmek gerekiyor evvela. Zira kendileri, Yeşilçam emektarlarımız gibi doğuştan oyunculuk kumaşına sahip alaylılar kervanının belki de son serdarı olarak diziyi çoğu zaman tek başına sırtlayıp götüren “esas oğlan”dır. Değil mi ki kendi ülkesinin taçsız krallığı ile serazat bir bağımsız mizansen alanı açan bu değerli oyuncumuz her gerçek halk kahramanı gibi kamu dimağında anonimleşip kafa kâğıdında yazılı adının ötesinde bir nâm’a kavuşmuştur. Üst dudağında ikamet eden altın sarısı alamet-i farikası ile anılan Sarı Bıyık’ın rol yelpazesi ise karşı karşıya olduğumuz yapıtın izleyiciden talep ettiği gerçeküstücü bakış açısına başlı başına kanıt oluşturur. Dizinin çekildiği dönemde üç aşağı beş yukarı otuz otuz beş yaş aralığında olan Sarı Bıyık’ın ilk akla gelen rollerini şöyle bir sıralasak bahsedilen Buñuelvari sürreel yaklaşımı güzel bir misal buketiyle çelenklendirmiş oluruz. Yetmişinden sonra işinin henüz bitmemiş olduğunu umarsızca ispatlamak adına tutkularının esiri olmuş SSK’dan (zamane SGK’sının kurumsal dedesi) emekli terzi. Arkadaş grubunda ibiği en kırmızı horoz olmanın bedelini çok genç yaşta suça bulaşarak ödeyen (bakın bunu yeminle yazıyorum!) endüstri meslek lisesi torna tesviye bölümü ikinci sınıf öğrencisi. Bir noktadan sonra hoş görülemeyecek türden Küçük Emrah’laşma riskinin sınırlarına gezinen naiflikte, askerden yeni gelmiş ve kendisi vatan borcunu öderken eşi tarafından pek de hasretle beklenmemiş ve bir anlık namus temizleme cinnetinin kurbanı olmuş talihsiz şaşkın damat. Kimi zaman orta yaş krizine girmiş ellili yaşlarının başında zengin ama Doğan görünümlü beyaz Şahin’inden vazgeçememiş bir iş adamı. Kimi zamansa “Emir Sultan Canavarı” bölümünü klasikleştiren türden bir oyunculuk gösterisini sevenlerine boca etmesine olanak sağlayan; Manisa’daki hastane rolünü üstlenen sağlık ocağından kaçtıktan on beş dakika sonra yürüyerek Bursa’ya avdet etmeyi başaran gizli güçlerle donanmış ruh hastası seri katil… Sadece bu unsur bile Gerçek Kesit’i kült yapmaya yeterdi ama dahası var.
  • Öte yandan, yukarıda her oyuncuya nasip olmayacak karakter gam’ı örneklendirilen Cahit Kaşıkçılar’ı Sarı Bıyık’laştıran sürecin son derece mantıklı bir fiziksel nedeni de yok değil. Daha doğrusu kaçınılmaz bir gereklilik. Dizinin ilk birkaç sezonunda oyuncuların adı tanıtım ön girdisinde yazmadığından bir şaheserle göz göze geldiklerini anında fark eden muzip izleyiciler zaman içerisinde bu muhteşem kadronun isimsiz kahramanlarını kendileri adlandırmayı tercih etmişlerdir. Ortaya da – bambaşka nedenlerle ve olabilecek en farklı düzlemde de olsa Yahya Kemal merhumun da değindiği – folklorik dil esnetme alıştırmalarına parmakla örnek gösterilmeye seza lakaplar çıkmıştır. Kaleci Saçlı Adam, İçmağa Gidelim (yazım yanlışı yoktur, orjinali budur efendim), Beyaz Çorap, Gözünü Öldürürüm, Cesi, Doğu Alman Güllecisi, Führer Cevat, Çakma Mükremin, Matkap Rıza ve daha niceleri… Her şey bir tarafa geniş kitlelerce dolaysız benimsenmenin en önemli nişanelerinden birisi de bu isimlendirme olsa gerek…
  • Ve tabi ki hafızalarda iz bırakan ölümsüz replikler. En çılgın senaryoya dâhil etseniz de tek başına değerlendirseniz de, ne bileyim işte deney tüpünde ispirtoya daldırıp şaşı baksanız da beyin tokatlayan saçmalığından zerre miskal taviz vermeyen, veremeyen nice sayısız inci, onca benzersiz diyalog… Buyrunuz buradan kaşıklayalım: (Bir oyuncuya adını da veren) “Gözünü öldürürüm.” “-Hanım, baltam nerede? -Banyoda, kapının arkasında asılı, bey. -Hanım baltamı getir!” “- Ay abla çocuk çok hoş, gözleri de mavi! – Aman kız boşver, huyu mavi olsun.” (O bu değil de ben şahsen mavi ekran vermiştim bacılarımızın bu görücü sonrası durum değerlendirme konuşmasını izlerken!) “Bir kere sigarasını yaktım, hep peşimde dolaştı.” -Bana sorarsan sen önce bir namusunu temizleyip gel yeğenim. – Peki, ağbi, Allah razı olsun!”
  • Üç cilt antoloji çıkaracak fantastik repliklerin anlamını daha da üst bir algı boyutuna taşıyan yapım klişeleri ki Brechtyen minimalist tiyatronun Von Trier’e ilham veren izleyici katılımına dünden davetkâr yapım klişeleri: Evin perdeleri açılınca gündüz, kapanınca gece olması. Oyuncuların, aynı anda kadraja sığsınlar da resim kesmek/eklemek zorunda kalmayalım diye, aynı üçlü çekyata Karacasu bardakları gibi dizilmesi. Telefonla arayan taraf son numarayı tuşladıktan takriben yarım milisaniye sonra aranan tarafın telefonunu ışık hızıyla açıp çoğu zaman nedensiz bir öfkeyle bir durup dinlemeden bodozlama lafa dalması. Silah ve bıçak ile saldırılan mağduru en nihayetinde silahla bıçaklamak (birkaç bölümde karşılaştığım bu durumu tam olarak anlatabilmekten acizim, bulunuz buldurunuz ve kendiniz izleyerek dumur olunuz lütfen!) Sarı Bıyık’ın zengin iş adamı olduğu bölümlerde istisnasız biçimde karşımıza çıkan ve günah yuvası villa (!) rolünü başarıyla üstlenen tahminimce Uludağ’a çıkan tâli yolun tenha bir köşesine konuşlandırılmış deprem konteyneri. Dördüncü duvarı “Deadpool” serisinden yıllar önce yıkan ve başlı başına bir gerilim unsuru olarak göz dolduran çekim karesinin davetsiz misafiri kameraman gölgesi. Aynı minval üzere, yazılmaktan çok sette anlık olarak uydurulan replikler bitince oluşan anlamsız sessizlik ve oyuncuların bu boşlukta güya çaktırmayarak kameraya attıkları ürkek ve sevimli bakışlar. Bölüm başı tüketilen asgari beş demlik çay. Bunun bir yansıması olarak her bölümün değişmez fitne fücur planlama mekânı, Altıparmak’taki ebediyyen duman altı kıraathane…

Ya, işte böyle… Anlatmaya devam etsek işbu sohbetin sınırlarını aşıp Manas Destanı hacmine rahatlıkla ulaşabilecek, izleyicileri kendi boyutunun kural tanımaz dünyasında seyir süresince de olsa kafası pırıl pırıl bir konuk olma çağrısında bulunan böylesi bir yapımdır işte Gerçek Kesit.

“Anlatılmaz, yaşanır” kalıbının en çok yakıştığı işbu saykodelik ekran gülünden bir demetle çoğumuzun pandemi nedeniyle hepten eve mahkûm olduğu bu tuhaf günleri bir nebze de olsa renklendirmeyi düşünmenizi rica etmek de benim çağrım olarak burada dursun.

Buckinghamshire’dan selamlar ve sevgiler herkese efendim.

Yazar

Liath McGorman

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar