Yükleniyor...
Heyecana, telaşa, öfkeye, sövüp saymaya gerek duymadan meseleye bakmak en doğrusudur. Hani denir ya, hayat devam ediyor. Teneffüs ettiğimiz hava, güneş, su, ağaçlar, öten kuşlar yerli yerinde duruyor. Rızkımızın peşinde koşmak da sürüyor. Siyasi hayat da devam ediyor. Komşumuzda, “elim kırılsaydı da oy vermeseydim” çığlıklarına kapılmayalım. Bunlar da devam edecektir. Bilimsel bir metot ve anlayışı gözeterek meseleye bakmaya çalışalım. Olabildiği kadar. Olan biten, haklılıkları ve haksızlıkları yansıtan bir muhtevayı içine alsa bile, anlama tarzımız bilimsel olmalıdır ve toplumsal yığılmaları, toplumsal dalgaları ifade etmelidir. Siyasete dönük sosyal yapımızı tanımaya çalışmalıdır. Konu siyaset olduğu için, alışmış olduğumuz ideolojik ve duygusal tutumlardan sıyrılmak kolay olmuyor. Ama yine de bilimin objektifliğini hedefleyelim.
Türkiye’de son yıllarda, siyaset odaklı, biri iki gruplu iki sosyal dilim yerleşmiş görünüyor. Siyaset odaklı olduğu için değişken olabilecek dilimlerdir ama, sosyal yapımız, gelenek haline getirilmiş dinî anlayışımız ve kültürel geleneklerimiz göz önüne alınınca, değişebilirlikleri yanında, öne çıkıp sosyal kimlikler haline gelmiş özellikleriyle, sosyolojik bir devamlılık gösterebilir durumdadırlar.
Sosyal dilimin biri, siyasi gözlükle doğal olarak muhalefet, diğeri mevcut iktidar yanlılarıdır. İktidar yanlısının iki gruptan oluştuğunu söylemeliyiz. Biri iktidara tam “yandaş” tabir edilen grup, diğeri, her şeye rağmen mevcut iktidarı tercih eden gruptur. Son seçimlerde iki ana dilim, genel hatlarıyla yüzde ellişer olmuştur. Uzun süredir de yaklaşık böyledir. Seçim öncesi ve seçimlerde yapılanlara ait tespit, söylenti farklılıklarına ve iddialara rağmen dağılım, genel hatlarıyla yarı yarıyadır.
Son seçimde az fazlasıyla iktidar tayin edilmiş, sonuç alınmıştır ama bu, oluşan manzaraya göre sosyal tahlilin şeklini ve anlamını değiştirmemektedir. Yani, muhalefet biraz fazla alıp iktidar olsaydı, sosyal tahlilimiz ve yorumumuz değişmeyecekti. Çünkü dilimler kararlılığa yakındır ve belli bir oran, ısrarla mevcut iktidarı desteklemektedir.
Birinci sosyal dilimin, yani muhalefetin sosyal mesajı açıktır. Acaba istemeyenler ne düşünüyorlar ve kimlerden oluşuyor? Bu düşünceler ve gruplar aynı zamanda içi içe geçmişlerdir. Kamuoyuna mâl olmuş şekliyle şöyle sıralanabilir:
Bunlara göre, zaman zaman dönüş yapmış olmaları ve bölücü terörün üzerine gitmiş olmaları, hem siyasidir, hem zarurettendir, samimi değildir.
Bu düşünce sahipleri aynı zamanda mevcut iktidarın ve yandaşlarının dini ve din duygularını istismar ettikleri kanaatindedirler. Her gün bunların örnekleri üzerinde tartışılıp durulmuştur. Ahlâk ve faziletten, dürüstlük ve dinî nezaketten uzaklaşılmış, din, şekilci, katı, özünden ayrıştırılmış, siyasileştirilmiş, tehlikeli uygulamalar yapabilecek bir din anlayışı haline getirilmiştir.
Bu değerlendirmeler, her gün, birçok medya kuruluşunda, uzmanlara da dayandırılarak, yazılı, sözlü, görüntülü olarak konuşulmuştur.
Bunlar mevcut iktidara muhaliftirler ve mesajlar kişisel tutumlardan ibaret olmayıp, muhalif kamuoyuna mal olmuş, sosyal dalgalar ve bütünlükler haline gelmiş mesajlardır.
Mevcut iktidarı destekleyenleri iki grupta mütalaa etmek mümkündür. Biri yüzde on-on beş civarında, iktidara bağlı, adeta bağımlı, çok sevdiklerini söyleyen, her icraatını benimseyen, esas yandaş denen gruptur. Bu grup, hemen hemen, üç aşağı beş yukarı her iktidar dönemlerinde olabilen kimselerden oluşur.
Kanunî, zaruri bir bürokratik düzenin ötesine geçmiş bir üst bürokrat kesim buraya dâhildir. Menfaat, kayrılma, göreve getirilmiş olma gibi sebepler, hem bürokratik tabakada, hem kayrılan ve iltimas gören iş dünyasında geçerlidir. Menfaat odaklı yandaşlığın içinde önemli bir faktör daha vardır. Zihniyet beraberliği. Bazen bu, menfaat söz konusu olmaksızın geçerli olmuştur. Dinî duygular, kadınların başörtüsü, erkeklerin sakal serbestliği, bazı kutlamalara karşı çıkıp, bazılarını öne çıkarma, okunan gazete, dergi ve kitaplar, mezun olunan okul benzerliklerine kadar çeşitli unsurlar, zihniyet benzerliğini kendiliğinden oluşturan semboller olmuştur. Yandaş akademisyenler ve din görevlileri de belirttiğimiz özellikleri taşıyan gruba dahildirler.
Yüzde elliyi ve yüzde on’u söyledik. Geriye yüzde kırk gibi bir sosyal kesim kaldı. Bunlar mevcut iktidarı uzun süredir tercih eden, ısrarlı, iktidarı tayin eden gruptur. Grup deyişimizi, sosyal çerçeveli, bilimsel sosyolojik tip anlamında değil, sosyal kategori anlamında kullandığımızı belirtmeliyim. Siyasî zihniyet, hayat anlayışı, gibi noktalarda beraberlik oluşturan kategorilerdir. Bu grubun içinde birçok kesimden, birçok meslekten kimseler bulunmaktadır. Bu grup, mevcut iktidarı tercih eden grup olmakla kalmamış, muhalefete şiddetle muhalif olan bir özelliğe sahip olmuş ve bunu açıkça belli etmektedir. Yani Türkiye’de bir noktada, demokrasinin yumuşak çizgileri kaybolmaktadır. Çünkü muhalefete bu denli muhalefet, alışılmış değildir.
Yaklaşık yüzde kırk dediğimiz bu sosyal dilim, içinde yaşadığı olumsuzlukları, iktisadî, idarî, hukukî birçok sıkıntıyı görüp yaşadıkları, her şeyi güllük gülistanlık içinde görmedikleri, yanlışlıkların, adaletsizliklerin delillerini bildikleri halde, mevcut iktidarı neden ısrarla tercih etmektedirler? İşte sosyal mesajın can alıcı yeri, yorumumuzun nirengi noktası, yazımızın temel amacı burasıdır. Bu gruba bu sefer oy kullanan vatandaş yapılmış sığınmacılar ve yabancılar da eklenmiştir ve sonucu etkilemiştir ama, bunlar ısrarlı tercih grubunu değil, bir miktar sonucu etkilemiştir. Başta söylediğimiz gibi az bir farkla sonuç tersine de olsaydı, tercih grubunu daha dikkatli yorumlamak zorundaydık.
Muhalefete göre, kendilerini şiddetle eleştiren, iktidarı destekleyen bu grup kimlerdir, sonra da iktidar yanlılarına göre muhalefet kimdir, bunları anlamaya çalışmak yorumumuzu kolaylaştıracaktır.
İktidarı tercihte ısrarlı grup, muhalefete göre:
Mevcut iktidarı ısrarla ve her şeye rağmen tercih eden, daha tipik özellikleriyle muhalefete sert muhalif olan grubun, iddia ve savunmaları kendi kamuoylarına mal olmuş şekilde şöyle sıralanabilir:
Oy kullanmayan grubu klasik şekilde değerlendirmeye şöyle katılabiliriz: Hastalık, yaşlılık ve benzeri engeller, tembellik yanında, seçimlerdeki usul ve metotlara güvenmeme, iktidara ve muhalefete güvenmeme, ne olursa olsun bir şey değişmeyecek gibi bedbin bir kanaat, çeşitli küskünlükler rol oynamıştır.
Muhalifler, kendi partilerinin hatalarına vurgu yapmayı, her zaman olduğu gibi ihmal etmemişlerdir. Bunlar muhalefet kamuoyuna mal olmak üzere şöyle dile getirilmiştir:
Sonucu haksız bulan muhaliflerin otokritikleri bunlardır. Bunlar muhalif kamuoyunca paylaşılmış görünüyor.
Sonuçta, genel değerlendirme ve çıkarılabilecek mesajlar neler diye baktığımızda:
Din ve muhafazakârlık faktörleri baskın çıkmıştır. Tabiatıyla buna tepkiler de beraberinde gelmiştir. İnanç farklılıklarından dolayı kendisini yalnızlaşmış hisseden kişi, mensubiyet şuuruna, birlik beraberlik hissine, grup şuuruna sarılır. Bu normal duygu her zaman olduğu gibi kendini belli etmiştir. Burada bu şuuru en çok etkileyen dindir. Bu duygu ferdi olmaktan çıkar, toplumsal yargı ve sığınma halini alır.
Bu duygu siyasetle nasıl birleşebilir? İşin can alıcı noktası buradadır. Din sosyolojisindeki kurallardan biri şudur: Hiçbir teşkilat, din yerine geçmez. Mesela bir siyasi parti, ferdi kendi hakimiyeti ve nüfuzu altına alabilir ama asla dinî bir birliğin hitap ettiği ruhi tabakalara inemez. Fakat bu kural, görüldüğü gibi, Türkiye’de 20 yıllık sürede, neredeyse geçersiz bir kural haline gelmiştir. Aradaki sınır aşılmış, parti din, din partizanlık hâlini almıştır.
Siyasal İslam denilen oluşum, bu sınırı çiğnemiştir.
Dinî cemaat ve tarikatlar da buna uyum sağlamışlardır.
Ferde fert olarak hitap etmeyi, toplumdan önde tutan İslamiyet gibi yüksek bir dinin etkisi, ne yazık ki tam olarak bir yansıma kazanmamıştır. Ferdi, ruhen ve ahlâken arındırmakta olduklarını iddia eden tarikat ve cemaatler, siyasi tercihle yetinmeyip, fiilen siyaset çemberine dâhil olarak kendi kendilerini inkâr etmişlerdir. Meseleyi şöyle bir noktada yorumlayabilmek mümkündür: Bir tarikat mensubu, sonuçta bir “idol” üzerine kurgulanmaktadır. “Siyasi idol” ile bunu bir sofraya oturtmak mümkün olabilmiştir.
Muhafazakârlık önemlidir ve ciddi bir algı ve algılatma konusudur.
Muhafazakârlık, son seçimlerde, coğrafi dağılımla kendini belli etmiştir. Kırsal kesimde ve henüz tam şehirleşmemiş il ve ilçelerde, muhafazakâr saydıkları mevcut iktidarın oy oranı daha yüksek olmuştur. Büyük şehirlerde sahil kesimlerinde durum tersinedir. Şehirlerde muhafazakârlık ortadan kalkmaz ama daha bilinçli hale gelir. Büyük şehirler, bilindiği üzere, özgürlüğü ve değişimi daha çok temsil eder.
Akla bir soru gelebilir. Muhafazakâr iktidarın uyguladığı neo-liberal iktisat politikası olduğu halde, şehirlerden çok kırsal kesimden destek alması, bir çelişki ve tuhaflık değil midir? Kapitalizm ve oportünizm (eyyamcılık), dünyada ve özellikle bizde, manevi, geleneksel, ahlâkî duvarları yıkmıştır.
Mevcut politikalarda da para ve para hakimiyeti esas olduğuna göre, âtıl olsun olmasın muhafazakâr çevrelerde yardım ve destek niteliğindeki hazır para, yani yine “para” rol oynamaktadır. Zaten parti devleti olmaya yönelmiş iktidarlar, parayı hasredici şekilde kullanmayı, liberal iktisatlara monte etmişlerdir. Dolayısıyla muhafazakârlık gibi görünen şey, gerçekte menfaati kamufle etmiş de olabiliyor. Tabiatıyla, geri kalmışlığı tam olarak atamamış toplumlarda menfaatle neyi kastediyoruz, bunu belirtmemize de ihtiyaç olabilir. Menfaatle, milletin ve devletin, özellikle geleceğe dönük millî menfaatlerini, yani diğer anlamıyla ülkülerini ve bunun gereklerini değil, günlük, ferdî ve kitlesel çıkarları kastediyoruz.
Muhafazakârlığın bir unsuru, erkek hakimiyetinin bulunduğu, kadınların geri plana itildiği zihniyettir. Bu zihniyet, toplumumuzda, kadın öne çıkarıldıkça tepki ve öfke göstermektedirler ve seçimlerde kendini belli etmektedir.
Dinin siyasallaşması ve tarikatlaşması anlamında bir din faktörü, idol oluşturma, muhafazakârlık yanına cahilliği eklemeyi, sosyal bilimciler hiç ihmal etmezler. Bu konu da ülkemiz için hâlâ söz konusudur.
Cahillik kavramının elbette sosyal-bilimsel derinliğine inemeyiz. Karşımıza değişik şeyler çıkabilir ve bu kavram her kesimi içine alabilir. Ancak, çok kayırıcı taraftarlıklar, cahilliğin izlerini taşıyabilmiştir. Soner Yalçın’ın yazısında belirttiği gibi, amigo rolünde, okumayan, düşünmeyen, sadece TV seyreden ve sosyal medyayı takip edenler, sahnede başrolü oynarlar. Bunlar, yine Soner Yalçın’ın belirttiği gibi, eleştirmez, sadece eleştirilere düşmanlık etmektedirler. Ezber bozanlara çok daha düşmandırlar. Türkiye, bunları yaşamış görünüyor. Bu kesimin rol sahipleri, kendilerini mütevazi, kalender, kaderci görüp gösterdikleri halde, sert protestoyu ihmal etmedikleri gibi, duygusal planda bir ideoloji savaşına girer gibi davranmışlar, hatta bazen bunu eylem haline bile dökmüşlerdir. Uç noktalara taşınınca, salim düşünce, mantık, aklın ve vicdanın hakemliği devre dışı bırakılabilmiştir.
Algı operasyonları sonuç almış, ama meşruiyeti ve adaleti bozmuştur.
Mevcut iktidarı destekleyenlerde, istikrarın bozulmaması isteği, beka endişesinin ortadan kalkması arzusu, galip gelmiş olup, iktisadi sıkıntılardan, acil olmayan davranışlardan, partizanlıktan, hatta yolsuzluk meselelerinden daha önde ve önemli olduğu bunun da ancak muhafazakârlıkla sağlanabileceği vurgusu hissettirilmiştir.
Sandık ortada olsa da, son yıllar, özellikle son seçim, şunu gündeme getirdi: Türkiye bunca tecrübeden sonra, demokrasiden uzaklaşıyor mu?