İsrail – İran Soğuk Savaşı Orta Doğu’da Sıcak Savaşa Davetiye Çıkarıyor
İsrail – İran Soğuk Savaşı Orta Doğu’da Sıcak Savaşa Davetiye Çıkarıyor
İran’ın nükleer silah ürettiğine ilişkin haberlerin 2003 yılından itibaren duyulması ve Ağustos 2005’ten itibaren Mahmud Ahmedinecad’ın İran Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte “İsrail’in, ABD ile birlikte veya ABD’siz her an İran’a saldırabileceği” sıkça duyulur oldu. Bu gelişmede 1979 İran İslam Devrimi’nin ve bu rejimin liderlerinin İsrail’i “şeytan” olarak nitelemelerinin etkisi büyüktü. Hatta Ahmedinecad bir tarihte İsrail için […]
İran’ın nükleer silah ürettiğine ilişkin haberlerin 2003 yılından itibaren duyulması ve Ağustos 2005’ten itibaren Mahmud Ahmedinecad’ın İran Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte “İsrail’in, ABD ile birlikte veya ABD’siz her an İran’a saldırabileceği” sıkça duyulur oldu.
Bu gelişmede 1979 İran İslam Devrimi’nin ve bu rejimin liderlerinin İsrail’i “şeytan” olarak nitelemelerinin etkisi büyüktü. Hatta Ahmedinecad bir tarihte İsrail için Hitler’in pek sevdiği ifadeye benzer şekilde “İsrail yeryüzünden kazınmalıdır!” demişti. Zaten bundan sonra da İsrail’in her an İran’a en azından bir hava harekâtı yapabileceği konuşuluyordu.
ABD’nin İran Üzerinde Artan Baskısına Rağmen İran’ın Nükleer Silah Üretimindeki Kararlılığı
ABD’nin Mart 2003 Irak müdahalesinin ardından, dönemin ABD Başkanı George W. Bush ile İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad arasında yaşanan söz düelloları ve İran’ın MB Atom Enerjisi Kurumu’nun denetimlerine ayak diremesi de “Irak’tan sonra sıra İran’da mı?” sorusunu gündeme getirmişti.
Hatta 2008’in ikinci yarısında İran karasularındayken içinde kadınların da bulunduğu İngiliz askerlerinin esir alınmaları sırasında yaşanan gerilimle “savaşın eşiğinden dönüldüğü” sıkça telaffuz edilmişti. Ancak, o tarihlerde G.W. Bush’un başkanlıktaki son haftaları olduğu gerekçesiyle müdahaleden vazgeçildiği ileri sürülmüştü.
İsrail, o tarihlerde Şimon Peres – Dimitri Medvedev görüşmesi sonucu, Rusya’nın İran’a satacağı S-300 hava savunma füzelerinin transferini önledi. Karşılığı ödenen bu silahlar sebebiyle İran, Rusya’yı mahkemeye bile verdi!
ABD’nin 2009 başından itibaren başkanlığını yapan Obama ise, daha başkanlık kampanyası sırasında Irak’taki askerleri çekip Afganistan’a ağırlık vereceğini beyan etmişti. Nitekim bunu da yaptı ve 2011 sonu itibariyle ABD’nin askeri varlığını Irak’tan çekti. Hatta 2014 sonundan itibaren Afganistan’dan da çekileceğini ifade etti.
ABD kamuoyu askeri müdahalelerden yorulmuş durumdadır. Hatta bu müdahaleler sebebiyle ülkedeki ekonomik krize çare bulunamadığı, sosyal reformlar için ayrılabilecek kaynakların askeri harcamalarla çar-çur edildiği düşüncesi hâkimdir.
Obama, her ne kadar İran’a müdahale etmemiş ise de, elinden geldiği kadar BM şemsiyesi altında İran’a yüklenmeyi de ihmal etmedi. Önce Rusya’nın itiraz ettiği Avrupa ülkelerinin nükleer başlıklı balistik füze savunma (Füze Kalkanı) projesinin yerini değiştirdi. Bu proje, “İran’a karşı” olduğunu iddiayla Türkiye ve Balkanlara taşıdı.
2010 yılı boyunca İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini hedef aldı. BM geçici üyesi sıfatıyla Türkiye’nin Brezilya ve İran’la alel acele Mayıs 2010’da imzaladığı “Uranyum Takas Anlaşması”nı bir kenara attı. Haziran 2010’da BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a ekonomik yaptırım kararını geçirtti. Üstelik aynı oturumlarda Türkiye, İran için adeta tüm dünyayı karşına alıp aksini savunmasına rağmen…
ABD, İran’a yaptırım konusunu ciddiye alarak, Türkiye de dâhil, birçok ülkede hükümet ve iş dünyası ile bir araya geldi. Kâh denetledi, kâh aba altından sopa gösterdi.
2011’de İran’dan Petrol Almama Ambargosu ve Hürmüz Boğazı’nda Restleşme
2011 sonlarından itibaren ise İran’ı pes ettirmek için, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, yakın bulduğu ülkelerin firmaları “İran’dan Petrol almamaya” davet etti. Bunun üzerine İran da 2011’in son 10 günü Basra Körfezi’ni dış dünyaya bağlayan Hürmüz Boğazı’nda askeri tatbikat yaptı. Bu tatbikat sırasında İranlı komutan ve devlet adamları “Şayet İran’ın petrol satışı engellenirse, Körfez’den hiçbir ülkenin Petrol ihracatına izin vermeyiz. Hürmüz Boğazı’nı kapatırız!” şeklinde, küresel ticareti tehdit eden açıklamalarda bulundular. Bu gelişme ile varili 90 dolar civarında seyreden petrol 100 doların üzerine fırladı.
AB, şayet İran uzlaşmaya yanaşmazsa, 1 Temmuz 2012’dan itibaren İran petrolü almama kararı aldı. Aynı günlerde İsrail’in her an İran’a bir hava harekâtı yapabileceği, hatta Obama’nın bunu önlemek için İsrail’i uyardığı haberleri yayıldı.
Bu tehdit ve şantajlara rağmen İran da, yıllardır sürdürdüğü orta-uzun menzili balistik füze çalışmalarına ilaveten, Şubat 202 otalarında kendi imkânlarıyla %20 oranında zenginleştirdiği uranyumu nükleer araştırma tesisine yerleştirdi. Bu durum dünyaya “İran’ın meydan okuması!” gibi servis edildi.
Bu son gelişme İsrail’in baharla birlikte İran’a harekât yapacağı söylentisini daha da hızlandırdı. 19 Şubat 2012’de İngiliz ve Fransız şirketlere petrol satmayacağını açıkladıktan sonra havada barut kokusu yoğunlaşır gibi oldu.
Üstelik İran, 2011 Şubat’ında olduğu gibi bu yıl da Kızıldeniz-Süveyş Kanalı yoluyla donanma unsurlarını Akdeniz’e gönderdi. Hem de Akdeniz kıyılarındaki en yakın müttefiki Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ve Baas rejiminin tam da moral ihtiyacı bulunduğu sırada Suriye limanlarına demir attırdı.
ABD’nin tek başına, BM şemsiyesi altında ve İsrail’le birlikte İran’a karşı tüm yüklenmelerine rağmen, İran’ı nükleerden vazgeçirmek mümkün olamadı. Aksine tüm engellemeler sanki İran’ı ve İran vatandaşlarını birbirine daha da kenetledi. Ancak, İran’ın kararlı ve misillemeye dönük tutumu, Orta Doğu’da savaş çığlıklarını yeniden yükseltmeye başladı. 2012 yılı içerisinde İsrail’in inisiyatifiyle İran’a müdahale ihtimali yükselmeye başladı.
Sonuç
Savaşı çağrıştıran böylesi bir gelişme, Ermenistan sınırından Akdeniz sahillerimize kadar geniş bir coğrafyamızı ve komşu ülkeleri olumsuz etkiler. Orta Doğu’yu alt üst edebilecek bu tür bir müdahaleyi, “Kendi öz savunmamız için gereklidir!” şeklindeki bir açıklamayla hukuki ve anlaşılır bulmak mümkün değildir. “Benden sonra tufan!” anlamı taşıyan bu tür girişimlere engel olmak üzere, uluslararası kuruluşlar nezdinde önlem alınmalıdır. En ufak bir çatışmada dahi petrol-doğalgaz fiyatları tavan yapabileceği ihtimali bile Türkiye için tehlikedir. Bölgenin karışacak olması ise çok daha büyük bir tehlikedir…
Bölgede çıkabilecek olası bir yangının önlenmesinde Çin’in anahtar rolü oynayacağı unutulmamalı, bu konuda Çin’in siyasi gücünden istifade de düşünülmelidir.