Yükleniyor...
Resmin Suriye karesindeki “Güvenli Bölge” kurma tartışmaları gündemin başına oturdu. Geçen yazımızda BOP gereğince ABD ile gerçekleştirdiğimiz iki “Ortak Merkez”den bahsetmiştik. Bu merkezlerin egemenliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü nasıl tehlikeye düşürdüğü görüldü. Buna rağmen, “Arap Baharı” ile Afrika’nın kuzeyinden dolaşıp, Suriye’ye geldik. Irak’a benzer bir “fedaral rejim” ile ülkeyi bölecek siyasete takıldık. ABD’nin, PKK/PYD’ye “devletçik” kurmasının yolu “Güvenli Bölge”den geçiyor. Nitekim Ankara’ya gelen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı ortak basın toplantısında özetle, “Menbiç’le ilgili kararlarımız var. YPG ve Suriye kuvvetleri nehrin öbür tarafına geçmemelidir… Türk sınırları Türkler tarafından, Türklerin kontrolünde olmalıdır. Sınırlar işgal edilmemelidir. Suriye’nin toprak bütünlüğü olmalıdır” demişti. (24.8.2016)
Amaç, güvenlik koridorlarının derinlikleri ve kimin kontrolünde olacağı mı? Yoksa PKK/PYD’nin “devletçik” kurması veya kurmaması mı? Birinci şıkkın cevabını BOP’a göre federal Suriye hedefinde, Joe Biden’ın ortak basın toplantısındaki sözlerinde ve 14.8.2019’da ülkemize gelen ABD’li 6 kişilik askeri heyetle Türk askeri heyeti arasında uzlaşılamayan tek konunun Güvenli Bölge’nin derinliği olduğuna dair haberde ararsak, cevabı kolay. Buna göre, güvenlik koridorları sadece sınır güvenliğimizle ilgilidir, bunun için geçicidir. O kadar önemli değil demektir.
İkinci şıkkın cevabı ise, Fırat’ın doğusunda ABD güdümünde PKK/PYD devletçiği kurulacaksa bu egemenliğimizle, toprak bütünlüğümüzle, kısacası varlığımızla yakından ilgilidir. Arap Baharı ile Irak’ta neler olduğuna ve Suriye’de federal devlet çerçevesinde yaşananlar dikkate alındığında, temel meselenin bu olduğu açık değil mi? O halde gerçek tartışma başka ne olabilir?
Suriye üzerinden resmin bütününe bakacak olursak, ABD’den, AB’den, İsrail’den başlamak gerekiyor. Ama biz sınırlarımızdan başlayalım. Batı Trakya ve Selanik’ten Müslüman Türk kültür varlığı yok edilerek adeta bölgeden süpürülmemize, oradan fiilen Ekümen (egemen) Rum Ortodoks Patrikhanesi üzerinden İstanbul’un hedef seçilmesine (Megali İdea), son zamanlarda 1000 yılı aşan devirlere ait sahipsiz kaldığı için hazineye kalan taşınmazların ve mülklerin devletten alınıp, akıl almaz imtiyazla donatılan azınlık cemaat vakıflarına verilmesine, Ege Denizindeki adalarımızın Yunanistan tarafından işgaline sessiz kalmamızın anlamı ne olabilir? Bu gidişin sonu nereye varır, Zahmet edip düşünüyor muyuz? Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş tapusu Lozan Antlaşmasını yok sayarak, bugünkü sınırlarımız dışında kalan topraklarımızın ve Anadolu’muzun işgal edilip alınması için galip devlerin hazırladığı Sevr şartlarının uygulamaya konulduğunu neden görmüyoruz?
Son dönemde, 1071’den itibaren çoğu Oğuz Boyuna mensup Türk Milleti, Anadolu’yu zalim Bizans’tan kurtardı. Egemenlik Türk Milletine geçti. Burada yaşayanlar ve asırlar içinde bu topraklara akıp gelenler Türk kültür ve medeniyetiyle kaynaştı, asırlarca huzur içinde yaşadık. Sürdürülebilir devlet kurmak yüksek irade, adalet, inanç, kültür ve medeniyeti gerektirir. Biz bunu başardık. Bin yılda, sahibi ve kurucusu Türk Milleti olan Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti adıyla üç devlet kurduk. Ancak Anadolu’nun egemeni olduğumuz günden başlayarak askeri ve diğer alanlarda haçlı seferleri hiç eksik olmadı, ama sonuç alamadılar.
Son asırlarda geri kalmaya başladık. Bundan şikâyet etmeyen kalmadı, haksızlığa yer yer isyan ettik. Birinci Dünya savaşı ölümümüz oldu. Ama Millî Mücadele ile hiç olmazsa Anadolu’muzu kurtarıp egemenliğimizi sürdürmeyi bildik. Ancak geri kalmıştık, gelişmek için gösterilen gayretler yetmedi. Haçlılarla aramızdaki uçurum bir türlü kapanmadı. Bu onlar için bir fırsat sayıldı; aşiret, etnisite, inanç gibi farklara sahip milletin ayrılmaz unsurlarını körüklediler. Yüz, yüz elli yıl uğraştılar, üstümüze geldiler. Kardeşi kardeşe düşürmek dediğimiz, tarihin derinliklerinde kalmış bu unsurları kışkırtmaktan bir an geri durmadılar. 40, 50 yıldır bu tuzaktayız, şikâyetlerimizin çoğu buradan kaynaklanıyor. Müslümanlara ve Türkiye dışındaki geri kalmış Türklere bakınca, durumumuz onlar kadar sıkıntılı değil. Ama fitne topluma sızınca kurtulmak kolay olmuyor.
Her şeye rağmen millî uyanış başlamıştır, Ergenekon’dan çıkacağız. Unutmayalım ki, Türk Milletinin harekete geçmesi, aydını ve halkıyla kolay olmuyor.