Yükleniyor...
03.05.2011
Yasin Atlıoğlu
Bir yıl önce -16 Eylül 2009’da- Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret, Türkiye ve Suriye arasındaki sınır geçişlerinde karşılıklı olarak vizelerin kaldırılmasına vesile olmuştu. Türkiye ile Suriye arasında vize uygulamasının kaldırılması geçen bir yıllık sürede iki ülke arasındaki siyasi ve ekonomik işbirliğinin ve dayanışmanın artmasına hizmet etti. Bununla birlikte vize uygulamasının kaldırılması ve iki ülke arasındaki gidiş-gelişlerin artması, bölgede bir barış ve refah alanı yaratma stratejisinin bir parçası olarak iki ülke halkının birbirini daha iyi tanıması ve her iki tarafın birbirine karşı hissettiği tarihsel ve psikolojik önyargıların ortadan kaldırılması gibi konularda oldukça olumlu etkiler doğurdu. Son bir yıldır Suriye’de yaşayan bir Türk olarak Suriyelilerin kafasındaki Türkiye ve Türk imajında vuku bulan olumlu değişiklikleri ve hala devam eden yanlış anlama ve önyargıları -Suriye’de yaşadığımız deneyimlerin de yardımıyla- ele almaya çalışalım.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın 16 Eylül 2009’da Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret sırasında Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye halkına “onlar bizim kardeşimiz” derken iki ayrı ülkeden çok ortak bir coğrafyayı tasavvur ediyordu. Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi iki halk coğrafi, dini, kültürel ve tarihsel pek çok ortaklığa sahip. Buna Türkiye’nin son yıllarda Orta Doğu’ya yönelik uyguladığı aktif dış politikası ve Filistin meselesi ile ilgili duyarlılığı eklenince Suriye’de Türklere ve Türkiye’ye karşı oldukça olumlu bir atmosfer oluşmuştur. Suriye’de “Türk olduğunu” veya “Türkiye’den geldiğini” söylemek o kişiye ayrıcalıklı davranılmasını sağlayan bir faktör haline gelmiştir. Suriyelilerle sohbeti ilerletmenin en iyi yolu ise Türk dizilerinden bahsetmekten geçiyor. Suriyelilerin Arapça Wadi al-Diab dedikleri “Kurtlar Vadisi” ülkede en çok ilgi gören dizilerin başında geliyor. Şam’da bir taksiye bindiğinizde taksiciyle konuşacağınız ilk konu Kurtlar Vadisi, diğeri ise Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Devlet Başkanı’na yaptıkları. Başbakan Erdoğan’ın Filistin meselesindeki duyarlılığının, onu Suriye’de –Polat Alemdar’la birlikte- en popüler iki Türk’ten biri haline getirdiği aşikâr. Suriye halkı Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e karşı çıkışlarını desteklemekte ve bu çıkışları Türkiye’nin siyasi gücünün bir parçası olarak algılamaktadır. En son Mayıs ayı sonunda Gazze’ye yardım götürmeye çalışan Mavi Marmara gemisinin başına gelenler de Türkiye’ye olan sempatiye olumlu katkı yapmıştır. Mavi Marmara olayının ardından Türkiye’ye destek için Şam’daki tarihi Hamidiye Çarşısı’na asılan Türkçe, Arapça ve İngilizce pankartlar ve kentin birçok yerine asılan Türk bayrakları bunun birer göstergesidir. Başbakan Erdoğan’ın İsrail’le ilgili sert çıkışlarının ve iki ülke ilişkilerini bu kadar germenin uzun vadede Türk dış politikasına ne getireceği ayrı bir tartışma konusu olsa da kısa vadede Suriye ve diğer Arap ülkelerinde Türkiye’nin prestijine katkı yaptığı bir gerçektir.
Suriyelilerin “Türk” ve “Türkiye” algılamalarındaki olumlu değişmelere rağmen devam eden bazı önyargıları da dile getirmek gerekiyor. Suriyeliler, tarihsel ve milliyetçi yaklaşımların etkisi altında Türkleri ötekileştiren birçok önyargıyı bilinçaltlarında hala muhafaza etmektedirler. Örneğin Suriye’de günlük yaşamda karşılaştığımız Suriyelilere “Cemal Paşa” der demez As-saffah (katil, cani, kana susamış) demeleri, bu önyargıların en önemli ifadelerinden biridir. Suriyelilere göre Cemal Paşa 1916’da Şam’daki Mercii Meydanı’nda Suriyelileri asmış bir canidir. Bu konuda sohbeti ilerlettiğimizde çoğu Suriyelinin ne “İttihat Terakki” ne de Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşanan siyasi gelişmelerden haberdar oldukları da bir gerçektir. Cemal Paşa ve As-saffah kavramları –belki de Türklerdeki Şerif Hüseyin ve ihanet kavramlarının bir karşılığı olarak- Suriyelilerin bilinçaltlarına yerleşmiş milliyetçi imgeler olarak onların Türk ve Türkiye algılamalarını şekillendirmeye devam etmektedir. Suriyelilerin Fransa ve Osmanlı Devleti’nden bahsederken zaman zaman -ikisini aynılaştırarak- ehtelal (işgal) sözcüğünü kullanmaları yine bu tarz bir milliyetçi algılamanın bir sonucudur. Bunun gibi algılama şekillerinin varlığını hala sürdürmesi, büyük ölçüde okullarda okutulan ve Osmanlı ve Türkleri ötekileştiren bir milliyetçiliğin tesiri altındaki ders kitaplarından kaynaklanmaktadır. Eğitimdeki milliyetçilik Suriyelilerin Türkleri tanımlamasında doğrudan olumsuz etki yaratmış ve uzun yıllar süren kalıcı izler bırakmıştır. Bununla birlikte Suriye ders kitaplarındaki olumsuz Türk imgesinin değiştirilmesi yönünde birkaç yıldır her iki ülkenin akademisyenlerinin katıldığı çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların sonunda, bu ay itibariyle değiştirilmiş yeni ders kitapları piyasaya sürüldü ve yeni öğrenim döneminde okutulmaya başlanacaktır. Bu gelişme de gösteriyor ki Türkler ve Suriyeliler arasında bazı tarihi-psikolojik önyargılar ve fikir ayrılıkları olsa da birbirleriyle iyi niyet ve dostluk çerçevesinde konuşmayı – hem devlet hem de halk düzeyinde- başardıkları için bu sorunlar kısa bir süre içinde çözülebilir.
Türkiye’nin ve Türklerin Suriye’de iyi niyet ve dostluk çerçevesinde konuşmayı başaramadığı bir etnik grup da vardır. Suriye’de belki de Türkiye ve Türklere bakışı en sert olan etnik grubu Ermeniler teşkil ediyor. Suriye’deki Ermenilerin Türklere pek sempatiyle yaklaşmadıkları aşikâr. Suriye devletinin kontrolü altında kendi cemaatsel ve eğitimsel örgütlenmelerine sahip olan Ermenilerin etnik kimlik bilincini ayakta tutan en önemli faktör “sözde soykırım” ve “Türk düşmanlığı”. Şam’daki birçok Ermeni Kilisesi’nin bahçesinde “sözde soykırım” anıtlarını görmek mümkün. Suriye’nin Dayr’ul Zor kentinde de bir sözde soykırım müzesi mevcut. Geçtiğimiz 24 Nisan’da Şam’ın Old City bölgesindeki Ermeni Kiliseleri’nde yapılan anma törenlerini izleme fırsatımız oldu. Törenlerin en dikkat çeken yönü, küçük Ermeni öğrencilere çizdirilen zincirlenmiş, kan damlayan Ağrı Dağı ve ceset fotoğraflarıyla dolu resimlerin kilisenin duvarlarında sergilenmesiydi. Bu sahne aslında bir milletin kendi kimliğini muhafaza etmek için başka bir milleti ötekileştirmesinin ve bunu çocuklara empoze etmesinin önemli bir göstergesi. Suriye’deki Ermenilerin bilinçaltındaki olumsuz Türk imajını değiştirmenin zorluğuna rağmen bu olumsuz yaklaşımların bölgedeki tüm Ermenileri kapsamadığını belirtmek gerekiyor. Suriye’deki Ermeniler dışındaki Arap Hıristiyanların Türklere yaklaşımı ise genellikle olumlu. Bu olumlu imajı sağlanan faktörlerin başında yine Türk dizileri geliyor. Türkiye’de İslam dini ile modern kültürü birleştirmiş bir yaşam tarzının varlığı Arap Hıristiyanların ilgisini çeken bir konu. Türkiye hakkında bilgileri genellikle bu dizilerle sınırlı kalan Arap Hıristiyanların bize en sık sordukları sorulardan biri “Ayasofya’nın kilise mi cami mi?” olduğu.
Suriye’de dolaşırken Türkçe konuştuğunuzda yanınıza biri gelip önce sizi dinlemeye ve ardından sizinle sohbet etmeye çalışırsa bu kişi büyük olasılıkla ya Kürt ya da Türkmen’dir. Suriyeli Kürtler, genelde Türkiye ve Türklere karşı oldukça iyimser ve olumlu görüşlere sahip. Türkiye’deki yaşam tarzı ve ekonomik gelişmişliğe hayranlıklarını açıkça ifade eden Suriye’de karşılaştığımız Kürtlerin, Türkiye için sık kullandıkları sözcüklerden biri cenne (cennet). Suriye’nin Türkiye sınırında yoğun olarak yaşayan Kürtler, Türk televizyonları yoluyla Türkiye’deki yaşam tarzı ve popüler kültürü yakından takip ediyor ve çoğu az çok Türkçe konuşuyor. Şam’da bir cafede otururken bir garsonun Türk olduğumuzu anlayıp yanımıza gelmesi, sempatik bir şekilde Kürt olduğunu söylemesi ve aynı garsonun biraz sonra tekrar gelip “ama PKK’yı desteklemiyorum” demesi Suriye’de yaşadığımız en ilginç deneyimlerden biri olarak hafızamızda uzun süre korunacak. Tabi hafızamızdan çıkmayacak diğer bir deneyim de bu ay Lazkiye’ye yaptığımız yolculuk sırasında ziyaret ettiğimiz Türkmen köyü Burj İslam olacak. Lazkiye’nin 20-25 km. kuzeyinde yer alan Burj İslam, konuştuğumuz Türkmen köylülerin dediğine göre 15 bin nüfusa sahip oldukça büyük bir köy. Akdeniz’in kıyısında yer alan Burj İslam köyünün içinde sadece Türkçe konuşmak, yolda yürürken Orhan Gencebay şarkılarını duymak ve köylülerin Türkiye’den geldiğimizi duyar duymaz gösterdikleri aşırı ilgi ve misafirperverlik bizi oldukça etkiledi. Türkmen köylülerin Türkiye’den tek beklentisi ise bölgeye ekonomik ve kültürel olarak ilgi göstermesi. Bu beklentinin en önemli nedeni Suriye’deki Türkmenlerin ekonomik olarak fakir ve eğitim olanaklarından yoksun olmaları. Suriye’deki Türkmenler ve Kürtler arasındaki en önemli benzerliklerden birinin bu olduğunu belirtmek gerekiyor.
Görünen o ki Türkiye ve Suriye halkı arasındaki ilişkiler, gün geçtikçe derinleşiyor. Bu derinleşme, bir yandan iki halk arasındaki ortaklıkların ve farklılıkların daha fazla anlaşılmasını sağlarken diğer yandan da birbirlerini bu ortaklıklar ve farklılıklarla kabul edip bölgesel bir refah ve barış alanı yaratabilmek için uzun vadeli bir işbirliği ve dayanışma kurulmasını gerektiriyor. Bu bağlamda “sahte Osmanlıcılık hayallerini” bir kenara bırakıp öncelikle Suriye’nin siyasi, sosyo-ekonomik, dinsel, kültürel yapısını iyi bilmek Suriyelilerin fikir ve eylemlerine yön veren faktörleri anlamamamızı kolaylaştıracaktır. Şu anda Suriyelilerin Türkiye’ye duydukları sempatinin temel nedeni Osmanlı Devleti’nin mirasçısı bir devlet olmasından çok Türkiye’nin modern ve seküler yaşam tarzı, siyasi ve ekonomik gelişmişliği ve Orta Doğu’ya etki etme kapasitesidir. Tabi Suriyelileri iyi anlamanın yolu öncelikle kendimizi iyi anlatmaktan geçmektedir. Bundan dolayı iyi eğitim almış, entelektüel bilgiye sahip Türk akademisyenlerin ve öğrencilerin Suriye’de yapacakları çalışmalar ve sermaye, teknoloji, iş tecrübesi ve bilgiye sahip Türk işadamlarının Suriye’de girişecekleri yatırımlar, ülkedeki Türk imajının olumlu yönde gelişmesini ve iki halk arasında kurulan ilişkilerin daha kalıcı olmasını sağlayacaktır. Son olarak hükümetler arasındaki resmi siyasi ve ekonomik işbirliğinin kısa vadede bozulabileceği göz önüne alınıp halklar arasındaki toplumsal ve kültürel ilişkilerin –özellikle de birbirlerini algılama şekillerinin- uzun vadede kalıcı olduğu unutulmamalıdır.