Türk Anayasacılığında Halk Hâkimiyetine Doğru: Teşkilat-ı Esasiye Kanunu

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun en önemli özelliği birinci maddesinde hâkimiyeti kayıtsız şartsız millete vermesidir. Özellikle bu madde ile kendisinden önceki Kanun-ı Esasi’den ayrılıyordu.


Paylaşın:

Fransız İhtilali’nden itibaren meydana gelen gelişmeler, dünyada hâkimiyetin ailelerden halklara doğru gidişini gösteriyordu. Bu gidiş, bir anda ve kısa bir sürede gerçekleşmedi. Halk hâkimiyeti fikrinin ilk ortaya çıktığı Fransa’da bile birçok geri dönüşler yaşandı. İhtilalden kısa bir süre sonra ihtilalin sunduğu fırsatları kendi lehine kullanan Napolyon, yönetimi tekrar monarşiye döndürdü. Fransa, Napolyon’dan kurtulduğunda ise yönetim için çekişen üç güç ortaya çıkmıştı. İhtilalin fikrini devam ettiren cumhuriyetçiler ve halk egemenliği savunucuları bu güçlerden biriydi. Diğer güç 1789’da yıkılan hanedanın taraftarı olan monarşistlerdi. Üçüncü güç de Napolyon’la başlayan yeni bir hanedan peşindeydi. Halk hâkimiyeti, ihtilalden ancak yüz yıl sonra, yavaş yavaş oturmaya başladı.

Fransa’da egemenliğin aileden halka doğru gidişi, önce Avrupa’yı sonra da bütün dünyayı etkileyecekti. Bu, aynı zamanda geleneksel devletten modern devlete bir geçiş süreciydi. 19. yüzyılda, Osmanlı’da da Avrupa’daki gelişmeler yakından takip edildi. 3. Selim’le teknik alanda başlayan değişmeler, 2. Mahmut devrinde merkezileşme çalışmaları ile idari alanda da ivme kazandı. Devletin bekasını dert edinmiş ve genellikle memur olan aydın sınıfı, zaman zaman padişahlarla birlikte zaman zaman ise onlarla çatışmak zorunda kalarak devleti modernleştirme çareleri aradılar. Nihayet 1876’da Meşrutiyet ilanı ve Kanun-ı Esasinin kabulü ile Türk devlet egemenliği, modern anlamda bir anayasa anlayışıyla tanıştı. Bu ilk deneme, padişahın yetkileri, ölçüsüzce aşırı olduğu için çok sürmedi. Az zamanda Meclis ile Padişah karşı karşıya geldi. Padişah da Kanun-ı Esasi’deki yetkisine dayanarak Meclisi feshetti. Kanun-ı Esasi’yi de uygulamadan kaldırdı.

Yeniden Başlayan Zorlu Mücadele

Anayasa taraftarları, takibata uğradılar ve bir kısmı yurt dışına kaçtı. Bundan sonra uzun bir zaman aydınlar, Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasi’yi yeniden yürürlüğe koymak için çalıştı. Nihayet 1908’de, 2. Meşrutiyet ilan edildi ve Kanun-ı Esasi yeniden kuvvet kazandı. Anayasanın önemi şu idi: Belli esaslara bağlı, zor değişen, yani, değişmesi için birçok kişinin oyuna ihtiyaç duyan, kalıcı bir metnin olması devlet işlerinde bir süreklilik getirecekti. Mutlak monarşide padişah veya kral, istediği fermanı çıkartabiliyor, hatta bunlar birbiriyle uyumsuz da olabiliyordu. Ortada bir anayasa olduğu zaman, padişah da dâhil olmak üzere bütün kanun yapıcılar, belli kurallara, ilke ve ölçülere tâbi olmak zorunda kalıyordu. İşte bu, devlet uygulamalarında düzen ve süreklilik getirecek bir gelişmeydi.

İkinci Meşrutiyet devrinde Kanun-ı Esasi uygulandı. Fakat Birinci Dünya Savaşı sonrası işgalciler, Türk Meclisi olan Mebuslar Meclisi’ni ve Kanun-ı Esasi’yi yok saydı. Meclis uzun süre toplanmadı. İşgal altındaki İstanbul Hükümeti işgalcilerin istekleri doğrultusunda, kendi yetkisinde olmayan ve sadece Meclisin yetkisinde olan konularda da kararlar aldı. Bütün bunlar Kanun-ı Esasi’nin uygulanmaması demekti. Nihayet Millî Mücadele’yi örgütleyen Atatürk’ün çaba ve baskılarıyla İstanbul Hükümeti, Meclis’in toplanmasını kabul etti. 12 Ocak 1920’de toplanan ve son Osmanlı Meclisi olarak bilinen bu Meclis, Atatürk’ün hazırladığı Misak-ı Millî’yi, 28 Ocak’ta kabul etti. Mebuslar Meclisinin toplanması ve aldığı kararlar, işgalcilerin hoşuna gitmiyor, padişah ve hükümete baskı yapıyorlardı. Sonunda İngilizler, 16 Mart’ta Mebuslar Meclisi’ni basarak birçok vekili Malta’ya sürgün ettiler. O gün İstanbul’da, Meclis dışında bazı yerler de basılarak bazı kişiler İngilizler tarafından katledildi. Osmanlı’nın son meclis toplantısı bu şekilde kanlı bitti. İşgalciler, hukuk tanımadıklarını bir kere daha göstermişlerdi.

Kaderini Eline Alan Millet

Atatürk, hemen harekete geçerek bir genelgeyle; Meclis’in işgalciler tarafından dağıtıldığını, milletin temsilcilerinin tekrar toplanması gerektiğini ve toplanma yerinin Ankara olacağını ilan etti. Büyük Millet Meclisi yazımızda da belirttiğimiz gibi Atatürk, her adımını hukuki ve meşru atıyordu. Burada da İstanbul’dan yakalanmadan kaçabilen Mebuslar Meclisi üyelerini, yeni Meclis’in üyesi saymak yoluyla başka bir yerde de toplansa gerçek vekillerin bir araya geleceği bir meşru organ oluşturuyordu. Tabii ki boş üyelikler için seçim yapılacaktı.

Atatürk bu hamlesiyle, 16 Mart’ta işgalciler tarafından dağıtılan Meclis’in yerine 23 Nisan’da, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni açtı. Artık işgalcilerin yok saydığı milletin temsilcileri yeniden faaliyetteydi. Böylece Kanun-ı Esasi de yeniden hayata geçebilecekti. Diğer yandan şartlar önemli ölçüde değişmişti. Padişah, İstanbul’da işgalcilerin elinde âdeta bir esirdi. Onların isteklerini yerine getiriyor, atadığı hükümet vasıtasıyla yeni Meclis’e karşı ayaklanmalara zemin hazırlıyordu. Bu gelişmeler sonunda, Amasya Genelgesinde de belirtildiği gibi işgale karşı millet kendi kaderini kendi eline almak zorunda kaldı. Artık padişah olmadan ve hatta padişaha rağmen işgale direnilecekti. Bu da halk egemenliğinin daha net ortaya çıkması demekti.

Yeni Türk Devleti Kuruluyor

Meclis açıldıktan bir süre sonra, Kanun-ı Esasi’nin yerini alacak, yeni bir anayasa çalışması başladı. Teşkilat-ı Esasiye olarak adlandırılan bu anayasa, 18 Kasım 1920’de Büyük Millet Meclisi’nde müzakere edilmeye başlandı.[1] Dönem dönem devam eden müzakereler nihayet 20 Ocak 1921’de tamamlandı.[2] Böylece bugün 1921 Anayasası dediğimiz, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edildi ve Resmî Gazete’nin ilk sayısında yayımlandı.[3]

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun en önemli özelliği birinci maddesinde hâkimiyeti kayıtsız şartsız millete vermesidir. Özellikle bu madde ile kendisinden önceki Kanun-ı Esasi’den ayrılıyordu. Dolayısıyla Teşkilat-ı Esasiye, hâkimiyetin bir aileden halka geçişinde önemli dönüm noktalarından birini oluşturuyordu. Bundan sonra Millî Mücadele’nin kazanılması, saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin ilanı ile halk hâkimiyetinin adımları tamamlandı. Anayasal sisteme dayalı millet egemenliğinde modern bir devlet teşkilatı ortaya çıktı.

[1] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 1 Cilt: 5, 18 Kasım 1920.

[2] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 1 Cilt: 7, 20 Ocak 1921.

[3] Resmî Gazete, 7 Şubat 1921, Sayı 1.

Yazar

Konuralp Ercilasun

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar