Yükleniyor...
Atatürk, her konuşmasında “Türk, Türklük, Türk Milleti” ifadelerini kullanıyor ve “Türk Milliyetçisi” olduğunu belirtiyordu. “Dış Türkler ve Türk Dünyası” konusunda akıllı, mantıklı, sabırlı bir strateji uyguluyordu. İstihbaratı ve diplomasiyi çok iyi kullanıyordu. Orta Asya’daki aydınları biliyor ve onlarla irtibatını sürdürüyordu. Bağlantıları çok güçlüydü. Zaten birçok aydın Rus zulmünden kaçarak Anadolu’ya gelmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli görevler almışlardı.
Geçen hafta, Ercilasun hocanın “Turan Kavramı ve Turancılık” başlıklı makalesinden, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün meclis konuşmalarını aktarmıştım. Hoca aynı makalede; “ Atatürk’ün ve Cumhuriyet hükümetlerinin Turan kelimesini kullanmadan yürüttüğü ‘ortak Türk kültürü, tarihi’ ve ihtiyatlı ‘dış Türkler’ politikasına karşılık, 1930’ların başında Turancılık ülküsünü hararetle savunan bir akım, yeniden gündeme gelmiştir. Bu akımın öncüsü Hüseyin Nihâl Atsız’dır.” demiştir. Atsız konusuna daha sonraki yazımda gireceğim.
Atatürk, Cumhuriyetin 10. yılı kutlamaları dolayısıyla 29 Ekim 1933 gecesi halkla birliktedir. Bu esnada Zeki isimli bir doktor gencin “ideal olarak bize ne bıraktınız?” sorusuna karşılık, duvardaki haritayı göstererek; “Düşün bir kere Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Dünyayı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek ki hiçbir şey sürgit değildir. Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir; bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.
Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür; inanç bir köprüdür; tarih bir köprüdür. Bugün biz, bu kitlelerden dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından uzak düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor bağı kurmamız lazım… Bunları kim yapacak? Elbette biz. Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onların diline yaklaştırmaya böylece birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye çalışıyoruz. Ortak bir mazi yaratmak peşindeyiz. Bunlar açıktan yapılmaz, adı konularak yapılmaz, bunlar devletlerin ve milletlerin düşünceleridir.” demiştir.
Tekrar Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un makalesine dönersek; “…Yüz milyon Türk’ün bir millet hâlinde birleşmesi, Türkçüler için en kuvvetli bir vecit membaıdır. Turan mefkûresi olmasaydı, Türkçülük bu kadar sür’atle intişar etmeyecekti. Mamafih kim bilir? Belki istikbalde Turan mefkûresinin husûlü de mümkün olacaktır. Mefkûre, istikbalin hâlikidir (Ziya Gökalp 2014: 43).
Turan’ın, geçmişte birkaç kez gerçekleştiğini belirttikten sonra, Gökalp devam eder: ‘Turan, bütün Türklerin mâzide ve belki de istikbalde bir şeniyet olan büyük vatanıdır (Ziya Gökalp 2014: 44).
Görüldüğü gibi Türkiye’nin yeni şartlarında Gökalp, Turan’ı bir ‘uzak mefkûre’ olarak ele almış fakat gelecekte bir gün gerçekleşebileceğinden de tamamen ümidini kesmemiştir. Gökalp’ın Turan ülküsünü bir vecit kaynağı olarak değerlendirmesi de üzerinde önemle durulması gereken bir düşüncedir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Osmanlı hükümetiyle bağlantılar kuran Macar Turancıları, Mustafa Kemal’in önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı’nı da desteklemişlerdir. Budapeşte’de, Hamit Zübeyir’in başkanlığında Turan Haber Ajansı kurulmuş ve bu ajans Avrupa’da Kurtuluş Savaşı’nın propagandasını yapmıştır (Demirkan 2020: 69).
Resulzade, mücadelesini Türkiye ve Avrupa’da sürdürmüştür. Azerbaycan muhaceretinin, 1920’lerin sonunda ve 1930’ların başında, İstanbul’da yayımladığı Odlu Yurd mecmuasında Resulzade, Ermeni ve Rus iddialarına karşı yürüttüğü kalem mücadelesinde de Panturanizm üzerinde durur.
19.yüzyıldan itibaren ‘Turan’ terimi Avrupa’da diller, ırklar ve kültür çevreleri için de kullanılmıştır. …F.M.Müller’in kullandığı ‘Turan dilleri’ kavramı, özellikle Macar Turancılığı üzerinde etkili olacaktır.
1929-1945 yılları arasında Japonya’da da Turancılık hareketi vardır. Japonya’nın ünlü avukatlarından Sumioka Tomoyoshi, Daidosha adlı bir dernek kurar ve Nisan 1929 ile Ağustos 1931 arasında yayımladığı Daido dergisinde, Turancılığın propagandasını yapar.”
Dr. Arslan Tekin, köşe yazısında (19/08/2023, Yeniçağ); Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB)’nca yayınlanan “Türk Dünyasında Repressiya-Sovyetler Döneminde Türk Halklarına Yapılan Baskılar ve Zulümler (Editörü: Prof. Dr. İbrahim Dilek)” isimli -21 makaleden oluşan- kitaptan bahsetmişti. YTB sitesindeki tanıtım yazısını okudum. Kitap, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un Önsöz’ü ile çıkmış.
Önsöz’de; “Stalin Rejimi döneminde (1924-1953) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) sınırları içinde gerçekleştirilen ve Repressiya olarak adlandırılan baskıcı uygulamalar, milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine, işkence görmesine ve sürgün kamplarına gönderilmesine yol açtı. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde, 1936-1938 yılları arasındaki Repressiya siyaseti ise ne yazık ki daha şedit bir boyut kazandı. ‘Büyük Terör’, ‘Büyük Temizlik’ ve ‘Büyük Tasfiye’ olarak da adlandırılan bu devrede, Sovyetler Birliği vatandaşlarının yanı sıra Rejim’in hükümranlığı altında bulunan Türk toplulukları da büyük acılar çekti. Rejimin kendisine tehdit olarak gördüğü unsurları sindirmek ve bu suretle kendisini yeniden üretmek maksadıyla yürüttüğü bu elim uygulamalar, tarih sahnesinin hüzün verici perdelerinden birini teşkil etti.
SSCB Gizli Polis Teşkilatı’nın(NKVD) on dört paragraftan oluşan ve sorgu komiserlerine sınırsız yetkiler veren dönemin Ceza Kanunu’nun mahut 58.maddesine dayanarak gerçekleştirdiği bu uygulamalarla, sıradan vatandaşların yanı sıra on binlerce Türk münevveri de ‘halk düşmanı’, ‘Pantürkist’, ‘Panislamist’ ve ‘Japon ajanı’ olmak gibi asılsız ithamlarla yargılandı, infaz edildi, kamplara yollandı. Türk dünyasının maşerî vicdanında derin ve kapanmaz bir yara açan, sızısını bugün dahi yüreklerimizde hissettiğimiz bu haksız uygulamalar bir kimliğin, bir kültürün hangi badireleri atlatarak bugüne ulaştığını göstermesinin yanında sağduyusunu bir şekilde yitiren rejimlerin izlediği politikalar ekseninde ne denli aşırıya gideceğini izhar etmesi bakımından da önem arz etmektedir.”
Henüz kitabı okumadım ama benzer birçok kitap ve makale okudum. Özellikle belirtmek istediğim bu kişilerden biri -Türk solunun da sahip çıktığı- Mir Seyit Sultan Galiyev’dir.
Yazımı, Yılmaz Öztuna’nın “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserindeki; “…Turancılık: Bütün dünya Türkleri’nin tek devlet altında toplanmasını ideal sayan ideoloji. Turan Dilleri: Ural-Altay dilleri, yani Türkçe ve onunla akraba olan diğer diller (Macaristan’da Turancılık’ın manası: Bütün Turanî kavimlerin (Türk, Moğol, Mançu, Tunguz, Macar, Fin, Eston, Lap vs) siyasi birleşmesi. (c.7/s.371)” ifadeyle bitiriyorum.
Haftaya devam…