Yükleniyor...
1977’li yıllarda aldığım ve o yıllarda okumuş olsam da içeriğini pek hatırlamadığım bazı kitapları yeniden okuyorum. Epey zamandır Türk tarihine, kültürüne (özellikle halk kültürüne), mitolojisine özel bir ilgi duymaya başladım.
Okudukça, bize anlatıldığı gibi değil; aksine Türklerin tarih sahnesine çıktıklarından beri insanlığa çok büyük hizmetler yaptıklarını öğrendim. Tarafsız ve objektif bazı yabancı yazarlar hariç, birçoğu yalan, iftira, yanlış bilgiler yazmışlar: Buna inanan maksatlı yerli yazarlarımız da aynısını aktarmışlar. Esasen hiçbirinin aslı astarı yok.
Bu yazımı, geçen haftaki “Türk’e Atılan Yalanlar” başlıklı yazımın devamı olarak düşünebilirsiniz:
Yılmaz Öztuna “Büyük Türkiye Tarihi, 1977” eserinde; “MÖ.II.Binde dünya altın endüstrisinin ağırlık merkezi, Altay’larda yaşayan bu proto-Türkler’dedir. Proto-Türkler, göçebe bir kavimdir. Yerleşik hayatı nadiren tercih etmektedirler (c.1/s.18).
Göktürkler zamanında, Türkler yerleşik tip medeniyete geçmeye başlamışlardır ki, bu tip medeniyet, Göktürkler’in halefi Uygurlar çağında tamamlanacaktır (c.1/s.88).” demektedir.
Prof.Dr.Mehmet Eröz “Türk Kültürü Araştırmaları (Kutluğ Yayıncılık, 1977)” adlı eserinde; “Bütün milletler gibi Türk Milleti de, yerleşik hayata geçmezden önce, bir göçebelik hayatı geçirmiştir… Türk göçebeleri ileri bir medeniyet seviyesinde bulunmuş, yüksek bir kültüre sahip olmuşlardır. Bu hükmün hudutlarını Göktürk’lere kadar götürebiliriz (s.77).
Yüksek göçebe kültürüne sahip Türk aşiretlerinin yıllık göçleri; töre, gelenek, iktisadi şartlar ve mülkiyet münasebetleri ile ayarlanmıştır (s.15).
Dr.Tahsin Ünal “Türk’ün Sosyo-Ekonomik Tarihi (Emel Yayınları, 1977)” isimli eserinde; “Türk Milleti, insanlığın yaratıldığı günden beri vardır. Türk Milleti’nin tarihi, insanlığın tarihi kadar eskidir (s.10). …dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskilerinden biri, MÖ.7000 tarihinde Ortaasya’da kurulan Anav Medeniyeti’dir. Bu medeniyeti kuranlar Türklerdi. O halde Türkler, MÖ.10.000 senesinden beri varlar ve bilinmektedirler (s.11-12).
Bu bir sosyo-ekonomik yaşantıdır. Asırlarca tekâmül ederek yaşanmıştır. Türk milletinin bu yaşantısının iç yüzünü ve oluşumunu göremeyen, sadece belli insanların belli mevsimlerde göç ettiğini gören ve göç edenlerin de geniş ovalarda gayesiz, maksatsız ve başı boş dolaşıp durduğunu sanan birçok tarihçiler; ‘Türk milleti, göçebe bir millettir’ demişlerdir (s.28-29).
Türk milleti göçebe değil, aksine tarihin pek erken devirlerinde yerleşmiş, belli köyü, belli şehri, belli bir yurdu, yuvası ve vatanı olan bir millettir. Göçebe bir milletin yurdu, yuvası ve vatanı olmaz. Asırlarca aynı yerde oturan, belli bir vatanı olan milletler, medeni sahada terakki ve tekâmül eden milletlerdir. Tarım, maden sanayi ve tekstil sanayi, imalathaneler ve dökümhaneler, çadır içinde ve at sırtında değil, toprak üstünde ve ocak başında gelişir ve tekâmül eder. (s.130-131).
Hakanların, çoğu zaman yabancı elçileri saraylarından ziyade, çadırlarında kabul etmeleri, onların yanılmalarına ve Türklere göçebe demelerine sebep olmuştur (s.148).
…Nitekim Türk sosyo-ekonomik yaşantısı üzerine eğilmiş olan tarihçiler de aynı kanaatte birleşiyorlar. Mesela B. Öğel, ‘Türk hayatı disiplin ve düzen üzerine kurulmuştu. Bu töre icabıydı. Herkesin belli bir yeri vardı. Otlaklar sınırlandırılmıştı’ derken, Macar bilgini Lazlo Razonyide ‘Türklerin bozkırlarda, plansız ve maksatsız dolaşıp durdukları sanılmamalıdır. Her göçebenin kendisi için en uygun yeri seçmesi tabiidir (s.145-146).”
Dr.Tahsin Ünal; “MÖ.7000’de Anav’da sulama kanalları açarak tarım yapan, maden ocaklarını işleten, imalathanelerde tarım ve savaş aletleri, ev eşyaları (tencere, tava, güğüm, tas, tabak) imal eden insanlar, Ötügen’de, Orhon’da, Başbalık’da ve Kaşgar’da, Karahoça’da el tezgahları kurarak halı, kilim, keçe, yünlü ve ipekli kumaşlar dokuyan, kâğıdı ve matbaayı bularak kitap basan, matbaacılık yapan, kalelerle çevrili ve geometrik plan esaslarına göre inşa edilmiş olan şehir ve kasabalarda oturan bir millet, göçebe bir millet olamaz. Böyle bir millete, barbar bir millet denilemez (s.131).
Anav kazılarında MÖ.7000 senelerinde imal edildiği kabul edilen ‘işlenmiş bakır ve demirden çuval iğneleri (çuvaldızlar), dikiş iğneleri, madeni teller, eğeler, bıçaklar, oraklar, testereler, mızraklar ve temrenler’ bulunmuştur. Bakır ve demiri işleyerek ve incelterek iğne ve tel, ona su vererek çelikleştirmek suretiyle madenden eğe ve testereler yapabilen bir millet, sanayi ve teknik sahasında bir hayli ileri gitmiş bir millet demektir (s.153).
…Rus arkeoloğu Kiselev, …(Altay ve Sayan Dağları mıntıkasında) Kuray kasabasında tahripten kurtulmuş olan mezarlarda ‘bol miktarda bakırdan, gümüşden ve demirden yapılmış kadın süs eşyaları, kılıç, mızrak, zırh, gürz, koşum takımları, gem, eğer, üzengiler, üzerleri ince röliyeflerle süslenmiş tokalar, gümüş sürahiler, gümüş bel kemerleri, gümüş kamçı sapları, altın küpeler, İskit kazanına benzeyen fakat ondan hem maden hem de işleme bakımından çok üstün demir ve bakır tencereler, tavalar ve kazanlar, ıslık çalan oklar, İskit el değirmenlerinden, sanat bakımından çok ileri el değirmenleri, ipekten yapılmış, içinde çakmak, çakmaktaşı ve kav bulunan torbalar, rengarenk ipek ve yün kumaş parçaları’ bulmuştur (s.153-154). …Bakırla demiri karıştırıp tunç yapmak suretiyle koyunlar ve deve kervanları için çeşitli büyüklükte çanlar, mabet çanları, köpekler için tasma, bukağı vb. gibi eşyalar imal ediyorlardı (s.155).
Yılmaz Öztuna; “Göktürk bayraklarında alem olarak altından dökülmüş kurt başı olduğunu Çin tarihleri yazıyor (c.1/s.82).
Kırgızlar, mühim demir müstahsili idiler. Altay ve Sayan Dağları, Türkler’in demir madenlerinin bulunduğu bölge idi. …Bu çağa ait orak, kürek, demir sapan gibi ziraat aletleri de bulunmuştur. …Ruslar, Kazakistan’da Issık Göl civarında Eksik Kurganı’nı kazarken arkeolojik tarihine ‘Altın Elbiseli Adam’ diye geçen genç bir Türk prensinin mezarını ortaya çıkarmışlardır. Bu buluş, MÖ.V.asırla tarihlenmektedir. Bu durumda, Türk medeniyetinin eskiliği fevkalâde gerilere gitmektedir (c.1/s.85).”
Dr.Tahsin Ünal; “…başka hakanlar olduğu halde, idareci kadrodan, halk tabakalarına kadar Türk refahının, Türk ekonomik gücünün, sosyal yaşantısının bir izah ve ifadesidir. Ekonomik güç ve refahtan, kültür ve medeniyetten mahrum olan bir milletin hakanının ve devlet adamlarının çadırlarında medeniyetin alâmeti ve temizliğin nişanesi olan, hem de altın ve gümüşten leğenler, ibrikler, taslar, tabaklar, siniler, tepsiler ve güğümler bulunmaz. …Böyle bir millete ve onun hakanına, barbar ve göçebe değil, fikrî ve ruhî bir inceliğe ve olgunluğa yükselmiş medeni bir millet denilir (s.174-175).
Hakanların, elçileri çadırlarında kabul etmeleri, onların göçebe olduğunu değil, ordu-millet hakanının her an savaşa hazır olduğunu, hakanların birçok günlerini çadırlı ordugâhta geçirdiğini gösterir (s.177).
Yılmaz Öztuna da; “Göktürkler çağında açılmış sulama kanallarından birçoğunun izleri, zamanımız arkeologları tarafından bulunmuştur. Bunlardan Tötö Kanalı’nın 10 km. olduğu görülmektedir. (1935’te bu bölgeyi sulamak isteyen Ruslar, aynen Göktürk kanalını yenilemişler, daha iyi bir şekil olmadığı kanaatine varmışlardır.) (c.1/s.82).”
Devam edeceğiz.