Türk kimliğimizin farkında mıyız?

Son yıllarda Türk kimliği ile çok mücadele ediliyor. Türk kimliğine yapılan bu saldırılara karşı koymak, bertaraf etmek ve kimliğimizi güçlü bir şekilde korumak Türk milliyetçilerinin en başta gelen görevidir.


Paylaşın:

“Ben Türk’üm” diyen birisinin, öncelikle bu sözcüğün ne anlama geldiğini bilmesi gerekir. Yazıya başlarken, bugüne kadar okuduğum eserlerden yararlanarak bir özet çıkarmayı düşünmüştüm: Ama sonra karar değiştirdim ve işin ehli değerli hocamız Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un yakın zamanda kaleme aldığı yazısını -belki okumamış olanlar vardır diye- buraya aynen almayı daha uygun buldum.

Sayın Ercilasun, 10 Mart 2019 tarihli Yeniçağ gazetesindeki “Türk Kavramı ve Sözlüğe Bakmak” başlıklı yazısında; “Çok iyi bildiğimizi sandığımız sözlerden biri de Türk sözüdür. Bence kendi bilgimizden emin olmadan, başkalarının bilgilerini eleştirmeden önce sözlüğe baksak iyi olur. Türkçe Sözlük’ün 11. baskısında Türk sözünün tanımı şöyledir: 1. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse. 2. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse.

Acaba ikinci anlam, Cumhuriyet döneminde özel olarak mı çıkarılmıştır? Bunu anlamak için de Şemsettin Sami’nin, Cumhuriyet’ten yirmi küsur yıl önce basılmış Kamûs-ı Türkî’sine bakmak gerekir. Oradaki Türk maddesini sadeleştirerek veriyorum: “Esas olarak Asya kıtasının kuzeybatı yönünde yayılmış bulunan büyük bir millettir ki oradan çeşitli tarihlerde cihangirlik ve ülkeler fethetmek yoluyla güneye ve batıya doğru yayılarak Avrupa’nın dahi güneydoğu yönlerine sokulmuşlardır. Çeşitli şubelere bölünmüş olup İslam’dan önce ‘Uygur’ ve günümüzde (20. yüzyılın başında – ABE) ‘Çağatay’ ve ‘Osmanlı’ şubeleri edebî dile nail olmuşlardır.

Demek ki Türkiye Türkçesinde Türk sözü, bir yandan dar anlamıyla Türkiye Türklerini ifade ederken, bir yandan da geniş anlamıyla bütün dünya Türklerini ifade ediyormuş.

Böyle şey olur mu? Yani bir sözün böyle iki anlamı olur mu? Elbette olur. Çok anlamlılık, evrensel bir olgudur ve dil biliminin önemli bir konusudur.

11’inci yüzyılda da Türk sözünün dar ve geniş olmak üzere iki anlamı vardı. 11. yüzyıl deyince Dîvânu Lugâti’t-Türk’e bakmamız gerektiği anlaşılmış olmalı. Kâşgarlı Mahmud Türk maddesinde aynen şöyle söylüyor: “Nuh’un oğlu Türk’ün oğullarına yüce Allah tarafından verilmiş bir isimdir.”

Burada Türk’ün geniş anlamı verilmiştir. Kâşgarlı Mahmud, Türk adının Allah tarafından verildiğini anlatan kutsi hadisi aktardıktan ve Türklerin meziyetlerini saydıktan sonra şöyle devam eder: “Onlardan ‘biri’ için de Türk denir; hepsi için de. ‘Kimsin’ anlamında Kim sen denir; ‘Türküm’anlamında Türk men diye cevap verilir.” Burada da tek kişi söz konusu olunca “dar anlam”, Türklerin “hepsi” söz konusu olunca “geniş anlam” verilmektedir.

Kâşgarlı Mahmud eserinin giriş kısmında da “Türk”ü geniş anlamda kullanır. “Türkler aslında yirmi boydur.” der ve batıdan doğuya o zamanki Türk boylarını sayar: Beçenek, Kıfçak, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay, Yabaku, Tatar, Kırkız, Çigil, Tohsı, Yağma, Uğrak, Çaruk, Çomul, Uygur, Tangut. Kâşgarlı burada 18 boyu sıralamıştır. Birkaç sayfa sonra dillerinden söz ettiği Bulgar ve Suvar boylarıyla sayı 20’ye ulaşır.

Dîvânu Lugâti’t-Türk’te lehçeler arasındaki farklar anlatılırken “Türk” kelimesi dar anlamda kullanılır: “Gidilecek yere Türkler bargu yir derler; Oğuzlar onu barası yir’e çevirirler.” Kâşgarlı, “inci”ye Türklerin yinçü, Oğuz ve Kıpçaklarınsa cinçü dediklerini de kaydeder.

Bu durumda Kâşgarlı Mahmud çelişkiye mi düşüyor? Kıpçakları ve Oğuzları “Türk” kavramının dışına mı çıkarıyor? Hayır. Yirmi boyun içinde Kıpçak ve Oğuzları da saydığına göre onları da Türk kabul ettiği muhakkak. Ama “Türklerde böyle, Kıpçaklarda, Oğuzlarda böyle” derken “Türk”ü dar anlamda kullanıyor ve o zamanın ölçünlü (standart) Türkçesini konuşan Kâşgar ve çevresindeki Türkleri kastediyor.

Dîvânu Lugâti’t-Türk’te “Türk”ün bir anlamı daha var. Bunu da çok anlamlılığın başka bir örneği olarak kaydedelim: “Meyvelerin olgunlaşma zamanının ortasını bildiren bir edat. Türk üzüm ödi üzümün olgunlaşma vaktinin ortası, Türk kuyaş ödi gün ortası, Türk yigit gençlik çağının ortasına gelmiş genç.”

Ercilasun hocamızın “Türk” kavramına getirdiği bu açıklamalardan sonra; ben de, bugünlere dönük olarak görüşlerimi belirtmek istiyorum. İfadelerim, Türk Dünyası’na dönük değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayıp kendini “Türk” bilen ya da Atatürk’ün; “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü önemseyerek / özümseyerek ve bilinçli bir şekilde “Ben Türk’üm” diyenler için yazıyorum. Bu ülkeyi “Türkler” yurt yaptı: Ülkenin adı “Türkiye” ve nüfusunun büyük çoğunluğu “Türk” olmasına rağmen; maalesef kendi kimliğimizin yeterince farkında değiliz. Eskiden bir çok sloganımız vardı: “Her şey Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından” veya “Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; her şey Türklük için” diye… Başka “Türklük bedenimiz, İslâmiyet ruhumuzdur” veya “Türklük gurur ve şuuru, İslâm ahlak ve fazileti” diye… Acaba hangi kimliği ve ruhu taşıyoruz? Türk gibi düşünüyor ve Türk gibi yaşıyor muyuz? Yoksa “Türk’üm” demekten korkar mı olduk?..

Sosyal medyada görüyorum, hatta arkadaşlar arasındaki sohbetlerde de karşılaşıyorum: “Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan gibi ülkelerde yaşayanlar kendilerini Türk sayıyorlar mı?” diye sorular soruluyor, şaşırıyorum! Diyorum ki: “70-80 yıldır Sovyetlerin boyunduruğu altında kalmış ve kültürel baskıya uğramış Türk Halklarının Türklüklerini sorgulayacağınıza, önce Türkiye’de yaşayanlar kendilerini ne kadar Türk görüyorlar; buna bakmak lâzım, onu sorgulamak lâzım” . Sanki son yıllarda kimliksiz ve kişiliksiz bir topluma dönüştük. Gökten zembille inmediğimize göre, biz kimiz?

İTÜ Denizcilik Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Muhsin Kadıoğlu “Kızılelma” adlı kitabında: “Günümüzde Türk kimliğini yok etmek isteyen küresel Batılı çevrelerin yanında, İslam’ı ‘araç’ olarak kullanarak, Türk Millî Kültürü’nü örselemeye çalışanların hedefleri ‘Türk Milleti’ni asimile ederek yok etmek’ hedefinde birleşmektedir. Bu iki tehditten Batı kaynaklı olana karşı direnmek daha kolaydır. Çünkü Batı kaynaklı fikir; değerlerimize, söylemlerimize, ülkülerimize yabancı olduğundan bir yere kadar etkili olsa bile, muhakkak hata yapmakta ve etkisini kaybetmektedir. Oysa İslam’ı maske olarak kullananların millî kimliğimiz üzerindeki yıpratıcı etkileri son derece derin ve onarılması güç yaralar açmaktadır. Çünkü İslam’a samimiyetle ve yürekten bağlı olan Türk Milleti’nin bir kesimi, ‘hoca’ kılığına bürünmüş hainlerin söylediklerini doğru sanmakta, böylece toplumda büyük bir fikri yarılma meydana gelmektedir. Kulaktan kulağa taşınan İslam kılıfına sarılmış yanlış fikirler millî bünyemizde ciddi tahribat yaratmaktadır.” ifadesini kullanmaktadır.

Hulki Cevizoğlu (03/09/2018, Yeniçağ) da: “…Resmi ve dini törenler, toplumsal ritüeller her toplumun kendi belleğini oluşturur. Buradaki temel unsur ‘tekrarlardır’. Çocukluğumuzdan beri tanık olduğumuz, yaşadığımız benzer tekrarlar bizleri zaman zaman sıkabilir, bıktırabilir. Ama, tıpkı yeni filizlenen bitkiler gibi toplumlar da yeni kuşakları ile ilk tanıklıkları yaşar ve filizlenir. Toplumsal pratikler (ortak törenler) gelenekselleşir ve kolektif belleğimizi oluşturur. Ulusları ulus yapan da aslında budur. Ortak dil, inanç, ülkü ve kültür birliği toplumsal törenlerle inşa edilir. …Tarih aslında tümüyle- bireysel  ya da kolektif; yazılı ve/veya sözlü- bir hafızadır. Bu yüzden tarihin hafızadan kopması mümkün değildir, aksi durum, kendisini inkâr/yok etmek anlamına gelir!” demektedir.

Bizler, yani Türk Milliyetçileri, Türkçüler, Turancılar, Kızılelmacılar, Ülkücüler olarak; son yıllarda yaşadığımız millî ve dinî değerlerimiz üzerindeki değersizleştirme, basitleştirme, sıradanlaştırma, yozlaştırma, erozyona uğratma çabalarının farkında mıyız? Yoksa biz de mi kapıldık gidiyoruz?

Halbuki en uyanık olması gerekenler Türk milliyetçileridir. 

Yazar

Yaşar Yeniçerioğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar