Yükleniyor...
Son haftalardaki haberlere bakılırsa Türkiye bir müzakere süreçleri dayatmasıyla karşı karşıya. Dış politikada, güç ve kaynak mücadelesinde, çıkarların çatıştığı ortamda bu tür durumlar normal. Normal olmayan devlet bunu biliyor görüyor duyuyor ve Türkiye çıkışı-dönüşü olmayan yola sürükleniyor olmasına rağmen yokmuş gibi davranması.
Kıbrıs’ta özellikle Annan Planı sonrasındaki müzakere süreci artık Türkiye’nin Kıbrıs’ı Girit gibi kaybetme sürecine evrilmiştir. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü‘nün Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Kıbrıs Müzakereleri Türkiye’ye Kurulan Tuzaktır başlıklı yazısında bunu çok net açıklıyor.
Rum tarafı Kıbrıs’ı tamamen ilhak edeceği bir müzakere süreci dayatırken, Türkiye’yi yönetenlerin ve KKTC Cumhurbaşkanının müzakere sever olması anlaşılır ve kabul edilir değil.
Diğer bir müzakere süreci de, şaşıracaksınız ama Suriye’de Türkiye’ye dayatılıyor. Bu da nereden çıktı derseniz 16 Şubat 2018’de ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un Ankara’daki uzun görüşmelerinden sonra iki ülke arasındaki sorunların çözümü bağlamında kurulan iki mekanizmadan biri olan Suriye mekanizmasına bakın derim.
O görüşmede Tillerson şunları söylüyordu: …Hedefimiz Suriye ile ilgili kesinlikle örtüşüyor. Menbiç konusunu ele alacağız. Ancak sadece bu değil Kuzey Suriye’nin tamamı üzerinde çalışmaya devam edeceğiz. Cenevre sürecini destekleyeceğiz.
Bu kapsamda ABD’nin Menbiç oyalaması ve Fırat’ın doğusundaki düşmanca hareketleri devam ediyor. Ama Türk tarafı halen olumlu gelişmelerden bahsediyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, Suriye mekanizmasında 3. toplantı için Ankara’da.
Jeffrey geçen hafta Suriye’deki durumla ilgili açıklamalar yaptı. Bu açıklamalarda yer alan çok önemli bir konu nedense Türkiye’de hiç haber olmadı. Vaşington’daki açıklamasında Irak’ta 1990’lardaki Çekiç Güç’ün benzerinin Suriye’de de uygulanmasını önerdi. Irak’takinin neye yol açtığını biliyoruz.
Hâl böyleyken medya bu açıklamayı gözden kaçırsa bile Türk Dışişleri bunu kaçırır mı? Jeffery’nin Astana sürecinin fişi çekilmeli sözüne alınan Türkiye, Suriye’de neye yol açacağı belli uçuşa yasak bölge önerisine niye tek kelime etmez? Ankara’daki toplantıda bu konu mu müzakere ediliyor?
Jeffrey’nin bu açıklamasıyla eş zamanlı PYD’den de Afrin’i de kapsayacak şekilde Suriye kuzeyinde uçuşa yasak bölge ilan edilmesi talebinin gelmesi manidar değil mi? Bunun yanında ABD’nin Kamışlı’dan başlamak üzere uçuşa yasak bölge uygulaması için radar sistemlerini faaliyete geçirdiği haberlerini hiç mi görmediniz?
ABD, Erdoğan yönetiminin yumuşak karnına mı hamle yapıyor? Esad’ın İdlib’e operasyon yapmasını engelleyecek şekilde tüm Suriye kuzeyini kapsayacak bir uçuşa yasak bölge havucuyla mı geldi Türkiye’ye? ABD bunları açıkça ifade ederken Türkiye’nin sessiz kalması durumu kabullendiği anlamına gelmez mi?
İki ülkenin Suriye mekanizmasındaki müzakerelerde bunlar konuşuluyorsa, Suriye kuzeyinde ilan edilecek uçuşa yasak bölge PKKistan anlamına gelen ikinci Barzanistan’ı kurmak değil midir?
Diğer bir müzakere süreci de Türkiye’deki müzakere süreci, hani 2013’te başlayıp ülkeyi kan gölüne çeviren süreç. Son haftalarda müzakere ya da çözüm sürecinin yeniden canlandırılmaya çalıştığı, eğitimlerin çalıştayların yapıldığı haberleri geldi. Müzakere süreci PKK’nın özerklik talebinin karşılanmasıyla özdeşleşti. Dolayısıyla böyle bir sürecinin sonunun o olduğu artık aşikar. İktidar partisinin federal yapıyla ilgili incelemeler yaptığını da biliyoruz.
Burada ilginç olan bütün bu haber ve gelişmelere rağmen Erdoğan/AKP yönetiminin işin içinde olmalarına rağmen bu konulara yokmuş gibi sessiz kalmaları.
Halbuki Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonunun resmi internet sayfasına girdiğinizde, PKK’nın İngiltere’deki örgütlenmelerinden olan Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI)’ndeki çözüm süreci çalıştaylarının bir AB projesi olduğu ve DPI’nın sözleşmenin tarafı olduğu yani konunun ona havale edildiği belirtiliyor.
18 ay (04.01.2018-03.07.2019)’lık projede amaç barışçıl bir çözüm sürecini desteklemekmiş. AB bu proje için 1.150.000 Euro ayırmış.
AB’nin bu projesinden Türk devletinin haberdar olmaması mümkün mü? Tabii değil. Demek ki AB ile el ele Türkiye’de yeni bir çözüm süreci yerel seçimle de örtüştürülerek pek yakında sahnelenecek.
2013’teki çözüm sürecinin ağır bedelleri ortayken Türkiye’yi yönetenlerin AB’nin eliyle yeni bir felakete sürüklenmeye sessiz kalmalarını neyle açıklanır?
Yukarıda bahsettiğimiz üç müzakere sürecinin de Türkiye’yi zayıflatmaya, bölmeye, geleceğini gasp etmeye yöneldiği net değil mi? Yoksa üç maymun mu oynanıyor?