YÜKSEKLERDEN KARIŞIK ESEN BUNALTICI RÜZGÂR

29 Haziran 2016 (Yüksek basınç dayanılmaz hale geldi) Türk Milleti tarihindeki en önemli süreçlerden birisini yaşamaktadır. Karşı karşıya kaldığı tehdit çok büyüktür. Devletin en üst makamında olan Cumhurbaşkanı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden gelen “kanaat önderleri” ile düzenlenen iftarda yaptığı konuşmada; “Çok ciddi tehditlerle karşı karşıyayız” demiştir. (23 Haziran 2016, Cumhurbaşkanlığı Sarayı) Tehdit nedir, diye […]


29 Haziran 2016

(Yüksek basınç dayanılmaz hale geldi)

Türk Milleti tarihindeki en önemli süreçlerden birisini yaşamaktadır. Karşı karşıya kaldığı tehdit çok büyüktür. Devletin en üst makamında olan Cumhurbaşkanı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden gelen “kanaat önderleri” ile düzenlenen iftarda yaptığı konuşmada; “Çok ciddi tehditlerle karşı karşıyayız” demiştir. (23 Haziran 2016, Cumhurbaşkanlığı Sarayı)

Tehdit nedir, diye baktığımızda bölücü terör en önde görülmektedir. Türk Milletinin bütününün içinden bir grup için; ayrı bir kimlik, statü ve nihayetinde egemenlik talebi vardır. Bunun için Türk Milletine karşı teröre başvurmuşlardır. Peki, “çok ciddi” olan tehdit terör müdür? Elbette terör ciddi bir tehdittir ancak onunla mücadelede; kararlılık, doğru yöntem ve zamanlama ile çabuk bertaraf edilebilecek bir tehdittir. Dolayısıyla tehdidin ciddiyetini arttıran diğer unsurları tespit edip, onların üzerine gitmek tehlikeyi ortadan kaldırmak için elzemdir.

Türk Milleti terör eylemleri karşısında tekvücuttur. Dolayısıyla tehdidi bu kadar ciddi hale getiren terörle mücadele değil terörün sebepleri ile ilgili olarak, Devletin kuruluş felsefesi ve millet telakkisi ile neredeyse taban tabana aykırı düşüncelerin varlığıdır. Daha da önemlisi bu düşünceler, Türk toplumunda çok yüksek basınç oluşturmaktadır. Bu yüksek basıncın en önemli sebeplerinden birisi de, vatandaşların düşüncelerini etkileyen yönetici ve siyasilerin konuşmalarıdır.

***

Cumhurbaşkanı terörün yoğun yaşandığı bölgeden gelen STK yöneticilerine tehdidin büyüklüğünden bahsederken;

“Kim der ki bu coğrafyada sömürgecilik izi vardır, vallahi yalan söylüyordur. Kim der ki bu coğrafyada asimilasyon işareti vardır, vallahi iftira ediyordur. Kim der ki bu coğrafyada ötekileştirme, ikinci sınıf insan veya vatandaş muamelesi yapma ayıbı vardır, vallahi bühtandadır. Sorunlar, sıkıntılar yaşanmamış mıdır? Elbette yaşanmıştır. Hem de her dönemde yaşanmıştır. Ama bu sorunların, sıkıntıların hiçbiri münhasıran bir kökene, bir meşrebe yönelik olmamıştır.” (23 Haziran 2016, Cumhurbaşkanlığı Sarayı)

Demiştir. Çok doğru cümlelerdir ve tek başına değerlendirildiğinde,  kendisi tarafından geçmişte çok sık kullanılmış olan “ret, inkâr ve asimilasyon politikalarına son verdik” fikirlerinden vazgeçildiğini düşündürecek sözlerdir. Ancak 27 Haziran günü esnaflarla düzenlenen iftarda yapılmış olan konuşmada da;

“Gerçekten çok büyük fedakârlıkla İstiklal Savaşı’nı zafere ulaştıran bu aziz millet maalesef yeni devletimizin yönetiminden tek parti-millî şef formülüyle adeta dışlandı. (…) 1950 yılına gelindiğinde Türkiye Kurtuluş Savaşı sırasında hazırlanan ilk Anayasamızda ifade edilen, ‘Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir’ ifadesini uzun bir aradan sonra nihayet tam olarak faaliyete geçirebildi.

Cümleleri sarf edilmiştir.  (27 Haziran 2016, Cumhurbaşkanlığı)

Bu arada Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş bir toplantıda; “Kadim kültürümüzle şehirlerimizi buluşturma mecburiyetindeyiz. Fiziki olarak değil, zihniyetin de ihyasına, inşasına mecburuz. (…) Osmanlı’dan sonra, Türkiye’de maalesef bir zulüm tarihi oldu.” Şeklinde konuşmuştur.

Cumhurbaşkanının “Türkiye Kurtuluş Savaşı sırasında hazırlanan ilk Anayasamızda ifade edilen, (…)” cümlesi de bu minvaldendir 1921 Anayasası kast edilmektedir. Hâlbuki aynı hükmün 1924 Anayasasında da mevcut (3. Madde) olduğunun bilinmediği düşünülmez. Ayrıca arşivde yapılacak kısa taramada birçok benzer sözleri hemen görülecektir.

Peki, bu cümlelerde ifade bulan farklılıklar ne anlama gelmektedir denildiğinde cevap yakın geçmişte yaşadığımız Şemdinli Davası iddianamesindedir (Kasım 2005). İddianame neredeyse bir manifesto niteliğindedir. Dönemin siyasilerinin iddianame hazırlanırken gösterdikleri ilgi, geçen zaman içinde unutulmaya yüz tutmuştur. Bu dava ile artık fikir planından çıkılarak harekete geçilmiştir. Şemdinli Davası, millî bütünlüğümüze yönelik tehdidin bugünkü büyüklüğe ulaşmasında etkisi olan kırılma anlarından birisidir. Böyle bir öneme sahiptir ve tehdidin büyümesinin sebeplerini ihtiva etmektedir.

İddianamede;

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve Cumhuriyet’in ilanında da kabul edilerek devam ettirilen modernlik projesi Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal İslâm’ın devletin temel yaklaşımlarına hâkim olmasını temel tehdit unsurları olarak belirlemiştir. Bugün kimi çevrelere göre siyasetin gizli ajandası bu iki temel tehdidi içermektedir. Ayrıca çevreden gelerek merkezi ele geçirme çabası içerisinde olan unsurlar modernlik projesinin sahibi olan sivil/askerî bürokratik eliti oldukça rahatsız etmektedir. O halde devlet içerisinden kimi ideolojik gruplaşmaların çıkar çevreleri ile işbirliği içerisinde temel risk faktörü olarak gördükleri siyasî iktidara karşı tavır geliştirmesi beklenmeyen bir durum olmamalıdır.”

Denilmektedir. Yazılanlar orada kalmamış, yani dava bittikten sonra da o çizgi üzerinde uygulamalar devam etmiştir. İdeolojik zeminde, Osmanlı’da başlayan ve Cumhuriyet’te de devam eden Türk modernleşmesi projesi sorumlu görülmektedir. Dolayısıyla bir hesaplaşma söz konusudur. Konuşmalara yukarıdaki açıklamaların ışığında baktığımızda işin rengi değişmektedir.

Bütün bunlarla birlikte önemli bir husus daha vardır. Söz konusu ifadelerin sahipleri ülke yönetiminin en üstündekilerdir dolayısıyla söylenenlere ayar verme veya düzeltebilme şansı ortadan kalkmaktadır. Ülkenin farklı coğrafyalarından oluşan guruplara, birbirinin zıddı fikirleri ifade etmek, meseleyi daha karmaşık hale getirmektedir. Toplumun her kesiminde uzun süredir var olan gerginlik artık taşınabilir olmaktan da çıkmak üzeredir.

***

Allah, Yüce Kitabında birçok yerde ölçüden bahsetmektedir. Rahman Suresi’nde; “O yarattı insanı (3), Ve gök. Yükseltti onu. Ve koydu şaşmaz ölçüyü / dengeyi (7), Azgınlık etmeyin ölçüde / dengede (8), Ölçüyü / ahengi titizlikle, adaletle koruyun ve saptırmayın ölçüyü / dengeyi. (9)”   buyurulmaktadır.

Yaradan, her yaratılanın hem kendi içinde hem de kâinatın bütününde bir denge üzerinde ve ölçülü olduğunu söylemektedir. Ki bu ölçü ve denge sadece fiziki değildir. Aynı zamanda hem maddi hem de sosyal boyutu vardır ve hayatın her aşamasını da kapsamaktadır. İnsanlar toplu halde ve toplumlar şeklinde yaşamaktadırlar. Bu birliktelik de belli ölçüler ve denge üzerine kurulmuştur. Bu ölçüde ayar kaçarsa denge bozulacaktır. Yöneticilerin kısa aralıklarla birbiriyle taban tabana zıt fikir serdetmeleri ölçüyü / ayarı / dengeyi bozmaktadır.

***

Sayın Cumhurbaşkanı, kanaat önderlerine yaptığı konuşmada önemli bir cümle daha sarf etmiş; “Teröristler kadar bizler gururlu, onurlu olmazsak onların karşısına dikilmezsek, bilesiniz ki bu ülkede büyük bir kırılma olur.” demiştir. Gerçekten “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” diyemeyenlerin “teröristler kadar(!) gururlu ve onurlu” olmaya ihtiyaçları vardır.

Yazar

Hakan Paksoy

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar